Osmanlılar 339 sene önce bugün Orta Avrupa’yı aşmak yolunda çok önemli bir savaşı başlatıyordu. Bu Viyana’yı düşürme harekâtı idi. Neden Viyana seçilmişti. Tarihimizin bu en önemli dönüm noktalarından olan bu seferi, sebepleri, hatalar zinciri ve başarısızlığın temel noktaları açısından inşallah bir dizi yazı olarak ele alacağım.
Macaristan, Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından fethedildiği zaman; halkının ekserisi Macar olan bir miktar arazi, Avusturya arşidükü Ferdinand’ın elinde kalmıştı. Orta Macar arazisi denilen bu bölge; Osmanlı idaresindeki Macar arazisinin batı tarafından başlayıp, kuzeybatıdan Erdel sınırına kadar bir şerit gibi uzanan bu toprak parçası, Tuna’nın dirsek yaptığı hizadan Tisa suyuna kadar dayanıyordu.
Avusturyalılar bu araziyi kendi menfaatlerine uygun bir idari teşkilata bağlamışlar, ayrıca, Erdel sınırı yakınındaki Kaşav şehrini bölge için bir nevi merkez hâline getirmişlerdi. Bölgede iyice yerleştikten sonra ağır vergilerle Macar halkını ezen Avusturyalılar, mezhep ayrılığını bahane ederek Katolik olmayanlara zulme başlamışlardı. Bu baskılara karşı halkı teşkilatlandıran Macar liderleri ise, tek tek öldürülüyordu. Köprülü Fazıl Ahmed Paşa zamanında Avusturya’ya karşı ayaklanan Macar lideri Tököli İmre, Osmanlı Devleti himayesine girmek istemiş, fakat devlet o sırada Lehistan meselesiyle meşgul olduğundan, Avusturya ile sürmekte olan barışı bozmayıp Tököli İmre’nin isteğini reddetmişti.
Buna rağmen Tököli İmre, Avusturyalılara karşı mücadeleye girişmekten çekinmedi. Serhat boylarındaki Osmanlı birliklerinden de yardım görerek kalabalık Avusturya orduları karşısında dört-beş yıl uğraştı. Avusturya İmparatoru’nun 1681’de umumi af ilan etmesi üzerine, yanındakilerin birçoğunun kendinden ayrılması neticesinde zor duruma düşen Tököli İmre, kurtuluşu Osmanlı Devleti’ne sığınmakta buldu. İstanbul’a gönderdiği elçileriyle, Osmanlı himayesine girmek için müracaat etti.
Bu sırada Avusturya’nın tabii düşmanı olan Fransa kralı XIV. Lui de Tököli’ye yardımcı oluyor, mali destekte bulunuyor, hatta Macar milliyetçileri ile Erdel ve Eflak voyvodaları arasındaki gizli ittifaklara yardım ediyordu. Osmanlı hükûmeti için de asıl gaye Avusturya’nın zayıf düşmesi idi ve siyasi durum da buna müsait görünüyordu.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, bu vaziyeti değerlendirerek, Tököli’nin müracaatını ve Orta Macaristan’ın himaye isteğini kabul etti. Osmanlı Devleti, Orta Macaristan’daki bazı kaleleri zapt edip, Tököli İmre’ye verdiği gibi, onu resmen Macar Kralı olarak tanıdı.
Tököli İmre Orta Macar Kralı ilan edildikten sonra mührüne şu beyti yazdırıp kullanmıştır:
Muhibb-i Âl-i Osman’ım itaat üzreyim emre
Kral-ı Orta Macarım ki nâmım Tököli İmre
Fransa, Macarlar ve Osmanlı Devleti tarafından kıskaca alındığını anlayan Avusturya İmparatoru Leopold, İstanbul’a elçi göndererek mevcut barışın süresini uzatmak istedi. IV. Mehmed Han da ortada bir sebep yokken sulhu bozmak taraftarı değildi. Elçinin hükûmet erkânıyla görüşmek suretiyle anlaşmanın yenilenmesi yolunda arzusunu gösterdi.
Lakin sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa savaştan yana tavır koyuyordu. “Sengotar muharebesinde bulaşan yağlı kara henüz silinmedi” sözleriyle o yenilgiyi telafi etmek ister görünerek padişahı tahrik etti. Yeniçeri ağası Bekri Mustafa Paşa vasıtasıyla yeniçerileri savaşa karşı kışkırttı. Bunlar:
“Padişah bizi niye besler. Oturmaktan kötürüm olduk. Cenk isteriz. Varıp Sengotar’da kalan elbiselerimizi düşmandan alalım”, demeye başladılar.
Bütün bunlara rağmen padişah sulhu bozmaya taraftar olmadı. Bu defa sadrazam yeni bir hileye başvurdu. Serhat beylerine ve valilere yazarak oralardan Avusturyalıların taarruzlarına dair sahte feryadnameler göndertti ve bunları padişaha arz etti. Böylece muharebeden ve anlaşmayı bozmaktan çekinen padişahı yavaş yavaş hazırlamaya başladı.
Maksadı tamamen harp etmeğe yönelik olan Kara Mustafa Paşa’nın bu tavrı, nihayet elçi ile görüşmelerine de yansıdı. Elçiye muahedeyi yenilemek için Yanıkkale’nin kendilerine iadesi, savaş hazırlıklarının tazmin edilmesi ve Orta Macaristan milliyetçilerinin serbest bırakılması şartlarını ileri sürdü. Buna karşılık Avusturya elçisi:
“Beni çasarım sulhu yenilemek için gönderdi. Mal ve memleket ver demedi. Siz ise sefer kapısını açarak üzerimize kuvvet sevk etmek istiyorsunuz. Nahak yere bu kadar kan dökmek reva mıdır? Ben çasarıma ne yüzle varayım”, diyerek reddetti.
Avusturya elçisi savaşa mani olabilmek için Şeyhülislam Ali Efendi’ye müracaatla:
“İslam şeriatı üzere boğazına bez bağlayıp aman diyene kılıç olur mu? Üzerine sefer caiz midir”? diye sordu. Böylece seferin caiz olmadığına dair fetva aldı ise de Sadrazam buna bir kıymet vermedi ve elçiyi göz hapsine aldırdı.
Avusturya üzerine yeni harp artık kapıdaydı.
Maksadım Viyana’dır!
Sonbaharda padişah ve kapıkulu ocakları Edirne’ye gidip kışı orada geçirdiler, bu münasebetle imparatorun daimî elçisi ile fevkalade elçi de Edirne’ye gittiler ve oradaki görüşmeler de neticesiz kaldı (Aralık 1682)
Gerçekten de Avusturya’nın vaziyeti Otuz Yıl Savaşları adı verilen Avrupa’daki iç muharebeler nedeniyle fena durumdaydı. Osmanlılarla harbi önleyemeyince sağa, sola başvurmak suretiyle kendisine yardımcı aradı. Başta Papalık olmak üzere İspanya, Venedik, Lehistan (Polonya) devletlerine Bavyera ve Saksonya, Frankonya prensliklerine müracaat etti. Fransa yardım etmemekle beraber hasmane bir vaziyet almayacağını bildirdi. Venedik cumhuriyeti teklifi kabul etmekle beraber çok ihtiyatlı hareket edip ittifaka girdiğini sezdirmeyerek vaziyeti idare ediyordu.
Papa XI. Innosan nakden yardım ettiği gibi Katolik mezhebinde olan devletleri Osmanlılar aleyhine hareket ettirmek için çabalamaya girişti. Bu suretle her taraftan Avusturya’ya para ve gönüllü gelmeye başladı.
Avusturya’nın en kuvvetli destekçisi ise hem-hudut oldukları Lehistan Devleti oldu. Lehistan’ın başında aynı zamanda iyi bir kumandan olan Jan Sobieski bulunuyordu. Sobieski aslında Osmanlılarla harp hâlinde iken kendisine yardım edilmemesinden dolayı Avusturya’ya gücenikti. Bununla beraber siyasi menfaatleri ve bu arada Papa’nın tesiri ile 31 Mart 1683’de Avusturya ile ittifak yaptı.
Anlaşmaya göre Lehler, sonuna kadar Avusturyalılarla beraber hareket edeceklerdi. Gönderecekleri kırk bin askere ise bizzat kralları Sobieski kumanda edecekti. Şayet Türkler mağlup edilirse Lehler, Bucaş muahedesiyle Osmanlılara geçen yerleri ve hatta Boğdan ve Eflâk’ı alacaklardı.
Avusturyalılar bir taraftan da üst üste Osmanlı Devleti’ne elçiler göndermeye devam ediyorlardı. Bunların sulha talip olup aman dilemesi başta sadrazam olmak üzere bir kısım Osmanlı ricalinin gururuna çarpıyordu.
Edirne’de bulunan fevkalade Avusturya elçisi son defa olarak Yeniçeri ağası Vezir Bekrî Mustafa Paşa tarafından davet edilerek:
“İşte üzerinize sefer tahakkuk etti. Yanıkkalesi teslim edilirse sulh yenilenir”, deyince elçi:
“Kale kılıç ile alınır, yoksa buradaki söz ile kale verilmez” diye son cevabını vermiş olduğundan Ocak 1683’te padişah tuğları bir kez daha dalgalandı. Sefere memur olanların baharda Belgrad’da bulunmaları hakkında her tarafa fermanlar gönderildi. Padişahın Belgrad’da kalarak veziriazamın serdarlıkla ileri gitmesi kararlaştırıldı.
Nihayet 1683 yılı şubat ayı sonunda Edirne’den hareket olundu. Ordu 3 Mayıs’ta Belgrad’a ulaştı.
Belgrad’da toplanan Osmanlı ordu mevcudu şimdiye kadar sefere çıkmış olan orduların asker itibarıyla en kalabalığıydı. Kapıkulu yayaları altmış bin, Kapıkulu süvarileri on beş bin, Kırım Hanı kuvveti elli bin, tımar ve zeametliler kırk bin, Mısır kulu üç bin idi. Eflâk ve Boğdan voyvodaları ile Erdel Kralı onar bin, Orta Macar Kralı ise yirmi bin kişiyle gelmekteydi. Böylece ordu mevcudu iki yüz bini bulmuştu. Geri hizmet kıtaları ile bu rakam üç yüz bini aşıyordu.
Bu önemli konuya inşallah devam edeceğiz.
TEFEKKÜR
Kâmil odur her nefes âkıbet-endiş ola
Sonunu fikr etmeyen sonra peşîmân olur
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
15.07.2022
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/629697.aspx