Devletleri temsil eden renk ve şekli özelleştirilmiş millî alâmet. Arapça râye ve liva kelimelerinin karşılığı olan bayrak ve sancak, umumiyetle dikdörtgen biçiminde ve kumaştan yapılır. Bayrak bir milletin varlığının ve bağımsızlığının sembolü, târihinin hâtırasıdır. Değeri; pamuk, atlas ve ipekten yapılmasına bağlı olmayıp, temsil ettiği milletin kıymeti ile ölçülür. Devletin hâkimiyetini, bağımsızlığını ve şerefini temsil ettiği için bayrağa saygı gösterilir. Çok eski zamanlarda kurulan devletler ve kavimler, bayrak veya bayrağa benzeyen semboller kullandılar. İslâm târihinde ise hicretin birinci yılından itibaren bayrak kullanılmaya başlandı. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hicretin birinci senesinde Şam’dan dönmekte olan Kureyş kervanına karşı gönderdiği hazret-i Hamza komutasındaki otuz kişilik kuvvete bayrak şeklindeki sembolü ilk defa kendi elleriyle bir mızrağın ucuna beyaz bir bez bağlayarak askerlerden Ebû Mersed’in eline verdi. Livâ-ül-Beydâ ismiyle anılan bu bayrak, Hayber gazâsına kadar kullanıldı. Hayber’den sonra Râye denilen siyah bir bayrak kullanıldı. Dört halîfe devri, Emevîler, Abbasîler, Endülüs Emevîleri zamanlarında da çeşitli renk ve şekilde bayraklar kullanıldı.
Türklerin ilk kullandıkları bayrağın rengi ve şekli hakkında kesin bir malûmat yoktur. Ancak Orta Asya târihi hakkındaki bilgilere dayanarak İslâmiyet’ten önceki Türklerde Tuğ adı verilen bayrak veya sembollerin kullanıldığı bir gerçektir. Siyahtan kırmızıya kadar; mavi, sarı, yeşil, beyaz gibi çeşitli renklerde semboller kullanmış olan eski Türkler, bir mızrağın ucuna bağladıkları, umumiyetle ipekten yapılmış bu alâmetlere batrak, badruk, bayrak gibi isimler verdiler. Dokuzuncu asırdan îtibâren kitleler hâlinde müslümanlığı kabul eden Türkler de çeşitli bayraklar kullandılar. Bu bayraktaki en büyük özellik, İslâmî motif ve unsurların ön plâna geçmesiyle birlikte, millî motif ve sembollere de yer verilmesi idi. İlk müslüman Türk devletlerinden olan Gaznelilerin bayraklarında, yeşil zemin üzerinde beyaz hilâl ve kuş resimleri vardı. Karahanlıların bayraklarında al renk üzerinde dokuz tuğ resmi bulunuyordu. Diğer müslüman-Türk devletleri de çeşitli renk ve şekilde bayraklar kutlandılar. Büyük Selçuklu Devleti’nin ilk yıllarında mavi zemin üstüne beyaz çift kartal sembolü ve siyah çizgili gerilmiş yay ve ok resimleri varken, daha sonra siyah renkli bayrak kullandılar. Bu bayrak Anadolu Selçukluları tarafından da benimsenmişti. Selçuklularda hânedân rengi olarak kabul edilen al renkli bayraklar da vardı. Haçlı seferlerine kahramanca göğüs geren Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin bayrağı sarı renkli olup, üzerinde hilâl bulunuyordu. Bu şekil hem bu devletin bayrağı, hem de Avrupalılar tarafından İslâmiyetin sembolü olarak kabul edilmiştir.
Osmanlılar zamanında da çeşitli renk ve şekillerde bayraklar kullanıldı. Osmanlılarda bayrak; pâdişâhı, dolayısıyle devleti temsil ederdi. Zîrâ pâdişâh, devleti temsil etmekteydi. Pâdişâh bayrak ve sancaklarını, Emîr-i Âlem denilen paşa ile bunun maiyyetindeki saltanat sancaklarıyla mehterhâne takımını ihtiva eden bölükler taşırdı. Ayrıca her ocağın, her birliğin hattâ her ortanın (taburun) ayrı sancağı vardı. Sancaklar da çeşitli renklerde kullanılmıştır. Yeşil ve kırmızı renklerin hâkim olduğu bayrak ve sancaklarda, Osmanoğullarının hânedân rengi kırmızı daha doğrusu al idi. Al renk, doğrudan doğruya Osmanogullarını işaret ederdi. Sultanlar yâni pâdişâh kızları bile beyaz renkte değil al renkte gelinlik giyerlerdi. Pâdişâhın yorganı, çarşafı, yastığı al renkteydi. Al renk esâsında Selçuklularda da hânedân rengi olarak kabûl ediliyordu. Osmanoğulları, Selçukoğullarının meşru vârisleri olarak bu rengi devralmışlardır. Bu husus al renge tamamen bir millî karakter vermiştir ki, bugün de devam etmektedir. Selçuklular da bu rengi selefleri olan Karahanlılardan almışlardı. Kırmızıyı süsleyen ayın menşei ise destanlar dönemine kadar dayanır. Yıldız ise daha sonraki devirlerde konulmuştur. Osmanlıların ilk bayrağı, Anadolu Selçuklu hükümdarı Gıyâseddîn Mes’ûd tarafından Osman Bey’e gönderilen hediyeler arasındaki beyaz renkli bayrak idi. On dördüncü asırdan îtibâren çeşitli renk ve şekilde bayraklar kullanıldı. Kâmûs-ül-a’lâm’da bildirildiğine göre, Osmanlı sancağının rengini ve (bugünkü ayyıldızlı Türk bayrağının) şeklini tâyin eden, sultan birinci Murâd ve Yıldırım Bâyezîd Han devirlerinde yaşayan Timûrtaş Paşa’dır. Bu asırda Osmanlı donanmasında ve azap kıtalarında kırmızı; yeniçeri kıt’alarında beyaz bayraklar kullanıldığı, Fâtih Sultan Mehmed Hân’ın muasırı olan tarihçi Tursun Bey’in ifâdelerinden anlaşılmaktadır. On beşinci asırda Osmanlıların kırmızı bayraklar kullandıkları, Âşıkpaşazâde’nin Alaşehir’de dokunan bir nevî al kumaştan bayrak ve hil’at yapıldığı hakkındaki kaydında yer almaktadır. Muhtelif kaynakların incelenmesinden anlaşıldığına göre, Osmanlılar kuruluştan îtibâren diğer İslâm ve Türk devletlerinde olduğu gibi, çeşitli bayraklar kullandılar. On beşinci asırda pâdişâha âid sancaklardan başka çeşitli askerî birliklere ve büyük devlet adamlarına, beylerbeyi, sancakbeyi, donanma kumandanı ve reisleriyle azap ocaklarına ve ticâret gemilerine mahsus türlü renklerde bayrak ve sancaklar vardı. Bu bayrakların ve sancakların üzerinde muhtelif şekil ve yazılar bulunurdu. Yeniçeri ocağının muhtelif ortalarının (tabur) kendilerine mahsus nişanları vardı. Kışlaların kapılarına asılan ortaların bayraklarına bu alâmetler nakşedilirdi. Bu asırda yeniçerilere ak, sipahilere kırmızı, silâhdâr bölüğüne sarı, orta ve aşağı bölüklere alaca renkli olarak verilen bayraklar bu birliklere verilen sancak mâhiyetinde idi. Çünkü Osman Gâzi’den itibaren Kânûnî devri de dâhil olmak üzere pâdişâhlara mahsûs olan bayrak beyaz renkli idi. Yavuz Sultan Selim Han’ın Çaldıran ve Mısır seferlerinde, otağının önüne hâkimiyet alâmeti olan beyaz ve kırmızı renkli bayraklar dikilmişdi. Ayrıca Yavuz Sultan Selîm Han zamanında, bugün Topkapı Sarayı mukaddes emânetler dâiresinde bulunan, Peygamber efendimize sallallahü aleyhi ve sellem âid olan Sancak-ı şerif Osmanlılara geçti. Çok büyük hürmet ve ihtimâm gösterilerek asırlardır muhafaza edilen Sancak-ı şerif kılıf içinde bulundurulur, asla açılmazdı. Sefer-i hümâyûnlarda pâdişâhlar beraberlerinde götürürlerdi. Halîfelik alâmetlerinden biri olan Sancak-ı şerif, devleti son derece tehdîd eden hâllerde ve isyânlarda pâdişâhın emriyle çıkarılır, millet, âsilere karşı Sancak-ı şerifin altında toplanmaya çağrılırdı. Bu suretle millet birlik içinde hareket ederek isyânı bastırırdı.
Yavuz Sultan Selîm Han zamanında Çaldıran seferinde ilk defa olarak kullanılan yeşil renkli bayrak, bu devirden sonra da hemen her zaman sık sık kullanılmıştır. Osmanlıların, hilâfeti de hâiz olduklarını göstermek ve Peygamber efendimizin meşru halefleri olduklarını belli etmek için kullandıkları yeşil renkli sancak, Barbaros Hayreddîn Paşa ve Uluç Ali Reis’in donanmalarında da kullanıldı. Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mensûb olduğu Hâşimîlere âid olan yeşil renkli sancak, sultan birinci Mahmûd Han devrinde donanmanın bayrağı kabul edildi.
Kânûnî Sultan Süleymân Han devrinde de beyaz, alaca, kırmızı ve sarı bayraklara siyah ve yeşil renkliler de ilâve edildi. Doğrudan doğruya pâdişâhın hassa kuvvetini teşkil eden kapıkulu ocaklarının taşıdıkları bayraklar, umumiyetle saltanat sancakları sayılırdı. Macaristan seferine çıkan ve orduya kumandan tâyin edilen sadrâzam İbrâhim Paşa’ya; beyaz, yeşil ve sarı renkte üç sancakla iki kırmızı, iki de alaca bayrak verilmesi bu hususu isbât etmektedir. Topraklı süvarinin yukarısı yeşil, aşağısı kırmızı renkte olmak üzere iki renkli bayrağı vardı.
Osmanlı ordusunda olduğu gibi, donanmasında da türlü renk ve şekillerde bayraklar kullanıldı. On beşinci asırda genellikle kırmızı renkli bayraklar kullanıldığı hâlde on altıncı asırda kumandana mahsûs bayrağın yeşil, derya beylerinin ise beyaz, kırmızı, sarı, sarı-kırmızı, ufkî çizgili alaca bayraklar kullandıkları görülmektedir. Bu asırda ticâret gemilerinin beyaz bayraklar taşıdıkları da bâzı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Daha sonraki asırlarda da kapdan paşalara mahsûs olan bayrak yeşil idi. Gemi sancaklarında en ziyâde kırmızı (al) renk kullanılmakla beraber, yeşil bayraklar da çoktu. Bunların kimlere âid olduğu üzerlerindeki şekillerden anlaşılırdı. Sultan birinci Mahmûd Han devrinden sonra donanmada daha çok yeşil sancaklar kullanılmaya başlandı. Kalyonların kıç sancakları yeşil olduğu gibi, amirallere mahsus forslar da yeşil zemin üzerinde zülfikar ve hilâl şekillerini ihtiva ederdi. Sultan üçüncü Selîm Han zamanında ordu ve donanmada yapılan yeni düzenlemeler esnasında bayraklar üzerindeki hilâl şekline, sekiz köşeli yıldız ilâve edildi. Bayrak mes’elesinin muayyen esaslara bağlandığı bu devirde, büyük gemilerin muhtelif direklerine çekilecek bayraklar tesbit edildi. Pâdişâha mahsus gemiye (taht gemisi) çekilecek kırmızı sancağın üstünde sultan üçüncü Selîm Han’ın tuğrası vardı. Ticâret gemilerinin taşıdığı bayrakların renk ve şekillerinin tesbit edildiği bu dönemde, Cezâyir beylerbeyinin, üst köşesinde beyaz renkte sarıklı bir İnsan başı bulunan kırmızı bayrağı vardı. Bu dönemde kumandan forsları yeşil olup, beylerbeyliğe âid ticâret gemilerinin bayrağı; yeşil, beyaz, kırmızı üç ufkî parçadan meydana gelmişdi. Tunus ve Cezâyir ticâret gemileri ortası yeşil olmak üzere iki mavi, iki kırmızı, beş ufkî parçadan meydana gelen bayraklar taşıyordu. Trablus beylerbeyi ile İstanbul limanına mahsus sancak, üç hilalli olup yeşildi. Sultan üçüncü Selîm Han devrinde kurulan Nizâm-ı cedîd ordusu kıt’aları için ihdas edilen, ortasına sarı sırma ile bir hilâl, yahut ortadaki hilâlden başka dört köşesine de hilâller işlenmiş kırmızı veya fes rengi bayraklar kullanıldı.
Sultan İkinci Mahmûd Han zamanında da bayrak şekilleri hemen hemen ayniyle devam etti. Ancak bu devirde kalelere ve hükümet binalarına ayyıldızlı al sancak çekildiği görülmektedir. Yeniçeri ocağının kaldırılması üzerine bunlara âid husûsî bayrakların kullanılmasına son verildi. Yeniçeriler arasında çok yayılmış olan yeniçeriliği ve bektâşiliği hatırlatan bir takım kelimelerle birlikte bayrak kelimesinin kullanılması da yasak edildi. Bunun yerine sancak kelimesinin kullanılması için her tarafa emirler verildi.
Yeniçerilerin son zamanlarında daha ziyâde kırmızı renkte, üzerinde beyaz bir pençe, bir zülfikâr ve bir dâire şekli bulunan çataf uçlu bayraklar kullanıldı.
Sultan İkinci Mahmûd Han tarafından kurulan Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye’ye mahsûs olarak üzerinde kelime-i şehâdet veya fetih âyetleri bulunan siyah bayraklar yapıldı. Siyah rengin tercihi Peygamber efendimizin Ukâb adlı meşhur siyah sancağının rengini taklid etmek maksadıyladır.
İkinci meşrûtiyetin ilânına kadar orduda üzerinde âyetler yazılı ve hükümdarların ortası tuğralı armalarını taşıyan sırma saçaklı çeşitli alay sancakları kullanıldı ve ondan sonrada bu âdet devam etti. Bu sancakların rengi umumiyetle kırmızı idi.
Kırmızı zemin üzerine hilâl ve yıldız bulunan bayrak, Osmanlılarda ilk defa 1793’de devletin resmî bayrağı olarak kabul edildi. Ancak bu bayraktaki yıldız, sekiz köşeli idi. Bu bayrak Osmanlı Devleti’nin resmî ve umûmî sembolü olarak kullanıldı. Sultan birinci Abdülmecîd Han zamanında 1842’de yıldızın beş köşeli olması kararlaştırıldı ve Osmanlı bayrağının şekli kesinleşti. Bu devirde pâdişâha âid tuğralı sancaktan başka hükümdarın gemileri ziyaretinde kullanılan, ortasında güneş ve dört köşesinde de şualar bulunan bir sancak daha vardı. Kapdan paşaya mahsus sancakta; bir hilâl ile sekiz köşeli yıldız mevcuttu. Osmanlı hâkimiyetinde bulunan, Tunus, Eflâk, Boğdan beyleri ile Sırp prensliğinin özel bayraklarında, Osmanlı bayrağının kırmızı rengiyle birlikte mavi, beyaz, sarı gibi mahallî renkler de kullanılırdı. Tunus beyinin sancağının, ortasında kırmızı zemin üzerindeki bir beyaz dâire içinde kırmızı hilâl ve yıldız şekli mevcuddu. Sırp, Eflâk ve Boğdan beylerbeyleriyle Sisam adasına âid husûsî bayrakların üst köşelerinde, Osmanlı hâkimiyetinin sembolü olmak üzere, kırmızı zemin üzerinde beyaz üç yıldız bulunan sarı Eflâk bayrağı ile mavi Boğdan bayrağında, birincisinde çifte kartal, ikincisinde de bir öküz başı mevcuddu.
Sultan Abdülazîz Han zamanından başlayarak, pâdişâhlara mahsus kırmızı renkli bayrakların ortasındaki tuğraların beyaz renkte sekiz şualı bir güneş içinde alınması âdet oldu. Sonradan bu bayrağın rengi vişne çürüğü olarak değiştirildi ve saltanat sancağı kabul edilen bu bayrak, saltanatın kaldırılmasına kadar devam etti.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han zamanında Cuma namazı münâsebetiyle yapılan selâmlık resminde hilâfete mahsûs bir bayrak kullanılırdı. Bu, kırmızı atlas zemin üzerine etrafı beyaz kılapdan ile işlenmiş dört köşe bir çerçeve içinde; bir tarafında Fetih sûresi, diğer tarafta ise güneş resmi bulunan sırma saçaklı ve ucu hilalli bir sancaktı.
1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti tarafından saltanatın kaldırılarak, hilâfet makamı ihdas edilmesi üzerine halîfeye mahsus olarak, yeşil zemin ortasında sekiz şualı beyaz bir güneş içindeki kırmızı zeminde beyaz ay yıldızı ihtiva eden bir sancak kabul edildi ve saltanata mahsus bayrak kaldırıldı. Lâkin daha önceki millî bayrak muhafaza edildi. Cumhuriyet idâresinin kurulmasından ve halîfeliğin kaldırılmasından sonra 25 Teşrin-i Evvel 1925’de bir sancak talimatnamesi çıkarılarak, harb ve ticâret gemileri hakkında muayyen esaslar kabul olundu. Bu talimatname millî bayrağın şeklini tesbit etmekle beraber, daha ziyâde donanmanın ihtiyaçlarına göre yapıldığından, az çok husûsî bir mâhiyet arz ediyordu. Bunun üzerine 29 Mayıs 1936 târih ve 2994 sayılı kânunla Türk bayrağının şekli ve ölçüleri kesin bir şekilde tesbit edildi. 28 Temmuz 1937 târih ve 2/7175 sayılı kararnameye ilişik 45 maddelik bir tüzük (Türk bayrağı nizâmnâmesi) ile de Türk bayrağının kullanılışı nizam altına alındı.
Osmanlılar döneminde, devleti, hânedânı, milletin hükümranlığını temsil eden bayrak kesin olarak kutsal sayılırdı. Yere düşürmemek, düşmana bırakmamak, manevî haysiyetine dokunacak bir duruma sokmamak için ölüm dâhil her türlü fedâkârlık göze alınırdı. Bayrak ve sancağına hakaret ettirmek en büyük millî şerefsizlik olarak kabul edilirdi. Bayrağa hakaret, pâdişâha hakaret suçu ile aynı derecede tutulurdu. Bayrağın kutsallığı muhârebe meydanında en yüksek mertebesini bulur, bayrağı düşürmemek için nice vezirlerin en küçük bir tereddüd göstermeden şehîdliği göze aldıkları ve ard arda şehıd oldukları görülürdü. Zîrâ bayrağın düşmesi hezîmete uğrama ve mağlûb olma alâmeti idi.
Kaynaklar
1) Türk Bayrağı ve Ayyddız (Fevzi Kurtoğlu, Ankara-1987)
2) Bizansın Osmanlı Müesseselerine Tesiri (Fuat Köprülü, Türk Hukuk ve iktisat Târihi Mecmuası, 1931)
3) Osmanlı Devleti’nin Saray Teşkilâtı (İsmâil Hakkı Uzunçarşılı, Ankara-1984)
4) Silâhdar Târihi (Silâhdar Mehmet Ağa, cild-I, II)
5) Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal (İsmâil Hakkı Uzunçarşılı, Ankara-1984)
6) Lehce-i Osmânî, (Ahmed Vefik Paşa İstanbul-1306)
7) Rehber Ansiklopedisi; cild-2, sh. 291