Geçen hafta Reşid Rıza’nın mucize düşmanı olduğunu yazdığımda, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde okuyan bazı talebelerden sesler geldi. “Hocam İlahiyat Fakültesine gelin ve mucize düşmanlarını asıl burada görün” dediler.
Gerçekten de kendilerine “İslam inanç esasları” adlı kitabını okutan Prof. Dr. Ömer Aydın, Reşid Rıza’yı da aratacak cinsten.
Evet, maalesef Abduh, Afgani ve Reşid Rıza çizgisinde yol alınca doğru yoldan sapmanın hududu yok. Git gidebildiğin kadar…
Aydın, talebelerin eline verdiği “İslam İnanç Esasları” kitabında, İsa aleyhisselamın göğe çekilmesi ve kıyamete yakın inişi konusunu tamamıyla inkâr ederken şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Kur’an’ın hiçbir yerinde Hazreti İsa’nın göğe çıktığından söz edilmez. Aksine onun tabii ölümle öldüğü açık bir şekilde ifade edilir” (s.170).
Yine:
“İsa (aleyhisselam)’nın geleceğini ifade eden birtakım rivayetler varsa da bunlara itibar etmek mümkün değildir. Zira bunlar hem Kur’ân’a aykırı hem de itikatta delil alınması mümkün olmayan ahad haberlerdendir” (s.171) demektedir.
Maalesef bizim bir kısım ilahiyatçılarımız Afgani, Abduh, Reşid Rıza çemberi içinde boğulduklarından başka bir âlim ve tefsir okumazlar. Kabul de etmezler! Burada olduğu gibi “Kur’ân’ın hiçbir yerinde Hazreti İsa’nın göğe çıktığından söz edilmez” deyip geçerler.
Oysa bu konu kelam âlimleri arasında tartışmaya dahi mahal olmayacak bir şekilde ittifaklıdır. Nitekim Mahmut Şeltut, bu konuyu inkâr ettiği bir yazı kaleme aldığı zaman, büyük âlim Zahidü’l-Kevserî de kendisine cevap olarak bir risale yazmıştı. Kevserî, cevabında bu konuyu net ve anlaşılır bir biçimde ortaya koymuş ve hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde izah etmiştir. (Bu konuda Osman Oral Bey’in, “Muhammed Zahidü’l-Kevserî’nin ref ve nüzül-i İsa görüşünün kelamî açıdan değerlendirilmesi” isimli makalesine bakılabilir).
Kevserî öncelikle, “Bu ümmetin imamları ve âlimleri ilk günden günümüze kadar akidenin anlamını bilmiyor değillerdi, onlar Hazreti İsa’nın nüzul meselesini, Şeltut gibi âlimlerden asırlar önce kitaplarında başlık olarak ele almışlardı” der. Ona göre Hazreti İsa’nın ref’i ve nüzulü meselesi açık ayet ve mütevâtir hadislerle sabittir. Kitap, Sünnet ve İcma delillerini inkâr etmek de mümkün değildir. Hazreti İsa’nın ref’i ve nüzulü meselesi akaid eserlerinde geçen ve tartışılmaması gereken bir meseledir. Ehl-i Sünnet ve’l- Cemaat önderlerinin açık biçimde belirttiği bir husustur. Nitekim İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri, el-Fıkhu’l-Ekber’inde “Kıyamet alametlerinden Nüzul-i İsa haktır, inanırız” şeklinde dile getirmiştir.
Ehl-i Sünnet’in itikat imamlarından olan Hasen-i Eş’arî hazretleri (v.936), Allahü tealanın Hazreti İsa’yı semaya yükseltmesi (ref’) üzerinde ümmetin icması bulunduğunu, Deccal’in çıkacağı ve Hazreti İsa’nın onu öldüreceğinin tasdik edilmesi gerektiğini söylemektedir.
Ehl-i Sünnet’in diğer önemli itikat âlimi İmam Mansur Mâturidî hazretleri (v.944) de ilgili ayetlerin tevilinde ref’ ve nüzul-i İsa konusuna değinir. Ona göre Hazreti İsa’nın hayatı baştan sona mucizeyle donatılmıştır. Babasız olarak dünyaya gelmiş, beşikteyken konuşmuştur. Yahudiler onu yalanladılar ve öldürmeye azmettiler, tuzak kurdular, Yüce Allah da İsa aleyhisselamı ref’ etmek ve içlerinden birisini ona benzeterek öldürmelerini sağlamak suretiyle mukabil tuzak kurdu. Başka birisi ona benzetildi ve o kişi öldürüldü. Hazreti İsa ise göğe kaldırıldı. Yine o, rivayetlerde geldiği üzere kıyametten önce nüzul edeceğini ve kendisine tabi olanlarla birlikte kâfirlerle savaşacağını söyler.
İmam-ı Mâturidî, âyet-i kerimelerde yüce Allah’ın azametini ve Hazreti İsa’nın nübüvvetine işaret olduğunu, onu düşmanlarının arasından ruh ve bedenle birlikte aldığını da belirtir.
İmam-ı Nesefî (v.1310) ve Taftazanî (v.1390) de Hazreti İsa’nın ref’ edildiğini, bir çeşit canlı olduğunu, kıyametten önce Muhammed aleyhisselamın dinini yaşamak için tekrar geleceğini söyler.
Lügat ilminin önemi!
Ömer Aydın’ın bütün bu tefsir imamlarını görmeyip doğrudan ve açıkça reddetmesi Kur’ân-ı kerimde geçen teveffi (müteveffi) kelimesine sadece ölüm manasını vermesiyle ilgilidir. Bunlar, tefsir âlimlerinin açıklamalarına karşı kördürler. Bari biraz lügat karıştırıp, kelimenin başka manaları da var mıdır diye araştırsalardı, tefekkür etselerdi. Elbette o takdirde talebenin kafasını karıştıramaz düşüncelerini dumura uğratamazlardı.
Galiba bunlara yüz denilince sadece koyunu yüzen adamlar akıllarına gelmektedir. Oysa denizde yüzmek de vardır. Yüz sayısı olabilir, insan yüzü de akla gelir.
Nitekim “el-Müncid” adlı lügat kitabında teveffa kelimesine “hakkını tam olarak almak” manası verilmiştir. Şanına layık olanı vermek demektir. Öldürmek manasına mecazen kullanılmaktadır. Yine “Teveffi” kavramı, ayet ve hadislerle birlikte değerlendirildiğinde onun “öldürme” anlamının ötesinde “yeryüzünden bütünüyle kaldırıp almak” ve “uyutmak, ölmüş gibi yapmak” anlamlarına da gelmektedir. Kevserî de, “teveffa” kelimesinin ölüm anlamına değil, kabzetmek ve almak anlamına da geldiğini diğer ayetlerle pekiştirerek şöyle der:
“Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini belirli bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.” Bu ayette geçen “teveffi” kelimesi “ölüm” değil “almak” manasına kullanılmıştır. Eğer ölüm manasına gelseydi “mevt” kelimesinin, anlamsız olması gerekirdi.
Nitekim buna uygun olarak Kurtubî tefsirinde âyet-i kerime şöyle tefsir edilmiştir: “Seni iman etmeyip küfredenlerin arasından, tertemiz olarak kurtarıp meleklerin makamına yükselteceğim. Yeryüzüne indirilmenden sonra da (ecelin gelince) vefat ettireceğim”.
Ruhul Beyân tefsirinde ise Hasen-i Basri hazretlerinin şöyle buyurduğu kaydedilmiştir: “Allahü teâlâ, İsa aleyhisselamı semaya kaldırdı. Sema Allahü tealanın ihsan ve ikram mahallidir. Meleklerin mekânıdır. Orada Allahü tealadan başka hiçbir kimsenin hükmü geçerli değildir. Bu sebeple İsa aleyhisselamın böyle bir mekâna kaldırılması Allahü tealaya kaldırılmak gibi oldu.”
Bu kaldırılışta beden ve ruh beraberdir. Nitekim Kevserî, sadece ruhu ile yükseldi ifadesini kabul etmez ve şöyle der: “İsa aleyhisselamın semaya kaldırılışını bildiren ayette geçen “rafea” kelimesinin gerçek manası bir şeyi aşağıdan yukarıya nakletmektir ve semaya bizzat kendisinin kaldırıldığını ifade eder. Âyet-i kerimede kelimeyi mecaz manaya hamletmeyi gerektiren bir karine yoktur. Dolayısıyla mecaz manaya hamledip sadece ruhu yükselmiştir denilemez.”
Öte yandan âyet-i kerime, Yahudilerin: “Biz İsa’yı öldürdük” sözlerine cevap mahiyetinde gelmiştir. İsa aleyhisselamın öldürülmeyip semaya kaldırıldığını ifade eder. Bazılarının dediği gibi Hazreti İsa’nın öldürülüp semaya ref’ edilenin ruhu olduğunu iddia etmek, Yahudilerin iddiasını reddetmek değil, onları desteklemek olur. Hâlbuki âyet-i kerime, onların iddiasını çürütmek için gelmiştir. Kevserî, Hazreti Allah, Hazreti İsa’yı, bedeni ve ruhu ile birlikte “ruh maa’l-cesed” semaya yükseltmemiş olup sadece onu ruhu ile yükseltmiş olsaydı, bu Hazreti İsa’nın öldürülmesine aykırı olmazdı, der. Zira ona göre nice peygamberler öldürülmüş, şehit edilmiş sonra da ruhları yükseltilmiştir. Hâlbuki bu âyette Hazreti İsa’nın yükseltilip kaldırılması öldürülmediğine delil olarak gösterilmiştir.
Fasit delil!
Ömer Aydın, bütün ehl-i sünnet müfessirleri ve muhaddisleri bir kenara atıp haşa sanki Kur’ân-ı kerimi sadece kendisi görmüş ve anlamış gibi pervasızca ahkâm kesmekte ve kendi indi görüşüne delil olarak şunları yazmaktadır:
“Kur’ân’ın açık bir şekilde ortaya koyduğu gibi eğer Muhammed (aleyhisselam) son peygamberse -ki bunda şüphe yoktur- artık ne yeni ne de eski bir peygamber gelmeyecek ortaya çıkmayacaktır. Gerçekte öteki bir peygamberin Hazreti Muhammed’den (aleyhisselam) sonra herhangi bir şekilde ortaya çıkması, peygamberliğin sona erdiği akidesini tahrip eder (aynı eser, s.171).”
Bin yıllık şu İslam beldesinde yaşlı ninelerin ve çocukların dahi bildiği bir konuda ne yazık ki bir ilahiyat profesörü gençlerin kafalarını karıştırmak için her yolu ve metodu kullanmaktadır.
Süleyman Çelebi mevlidinde:
Ölmeyip İsa göğe bulduğu yol
Ümmetinden olmak için idi ol
Derken İsa aleyhisselamın bir peygamber olarak değil Muhammed aleyhisselama ümmet olarak geleceğini, onun dinine tabi olup onu tebliğ edeceğini açıkça göstermektedir.
Büyük tefsir âlimi Fahreddin Râzî (v.1210) ise İsa aleyhisselamın yeryüzüne ineceğini kabul etmenin, Muhammed aleyhisselamın son peygamber olduğu gerçeğiyle çelişeceği görüşüne şu cevabı vermektedir:
“Bize göre böyle bir tenakuz söz konusu değildir ve bunu öne sürmek çok zayıf bir iddiadır. Çünkü nebilerin yeryüzüne gelmeleri, Hazreti Peygamber’in Resul olarak gönderilme anına kadar devam etmiştir. Peygamber efendimizin Resul olarak gönderilmesiyle bu sürecin sona erdiği ayetlerle sabittir. Ancak Hazreti İsa’nın nüzulünden sonra hazreti Muhammed aleyhisselama ve onun şeriatına tabi oluşu, onun Peygamber efendimizden sonra Nebî olacağını göstermez.”
Şimdi şu soruyu sormak hakkımız değil midir?
İlahiyat fakültelerinde bu necip ve asil milletin evlatlarına din diye, İslamiyet diye ne verilmek istenmektedir?
TEFEKKÜR
Karınca kanatlanınca zanneder ki beşarettir
Zavallı bilmez ki ölümüne işarettir
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
27.09.2019
Türkiye Gazetesi