Neredeyse dört asrı süper güç olarak geçiren ve altı asırdan fazla hayat süren Osmanlı Devleti, huzur devleti olarak bilinirdi. Girdiği yerde kargaşaları bitirirdi. Halklara huzur getirirdi.
Çözümsüzlük değil çözüm üretirdi. Zulmün hasmı, adaletin mimarı idi.
Osmanlının yıkıldığı dönemde dünya sahnesine yeni bir süper güç doğdu. Bu Amerika Birleşik Devletleri idi. Hürriyet ve insan hakları gibi kavramları en yüksek düzeyde kullanıyordu. SSCB’nin acımasız yönetimine karşıydı. Başını çektiği NATO ile Sovyet tehdidine karşı ülkelerin güvenliğini sağlayacağının teminatını veriyordu.
Zayıf devletler ABD’yi kurtuluş reçetesi gibi görüyordu. Sovyetlerin “kızıl” idaresinden emin olmak için ABD’nin şemsiyesi altına kolayca giriyordu.
Türkiye de aynı maksatla hem de Mehmetçiği Kore harbine göndererek bu paktın içerisinde yerini almayı başarmıştı. Kendimizi sağlama aldığımızı, huzur ve mutluluğu bulacağımızı sanmıştık.
Öyle ki milletimiz huzurun İslam’da olduğunu sanki unutmuştu. İslam düşmanlarından medet umar hâle getirilmişti.
İçerisine bir fitne soktuğunun belki farkında bile değildi. Fakat on yıl geçmeden bu yeni gücün çıkardığı fitneler ülkemizin geleceğini bir ahtapot gibi esir aldı. Sağ sol kavgaları, darbeler, PKK belası, FETÖ fitnesi, başörtüsü meselesi hep bu fitne kaynağının çıkardığı konulardı.
Gerçekten de ülkemizin en atılım yapacağı yıllar heba oldu gitti. On binlerce gencimiz, çıkarılan fitne çatışmalarının içinde hayatını kaybetti.
Hatta bu fitne devleti, Rusya’da komünist rejiminin yıkılması üzerine dünyada hasmı kalmayınca yeni bir düşman ortaya çıkardı. İkiz Kulelerini bizzat vurarak suçu İslam ülkelerinin üzerine attı. Bütün İslam dünyasını neredeyse terörist ilan edecek kadar gözü karardı. Orta Doğu’yu kan ve ateş içerisinde bıraktı.
Hâlbuki neredeyse Orta Doğu ülkelerinin tamamı kendilerine köle gibi tabiydi.
Fakat o yetinmiyordu. Çıkardığı fitnelerin sonucunda Müslümanları birbirine kırdırıyordu. Kan emiyordu…
“Ilımlı İslam” projesi ile de İslam’ın içerisine fitne ateşleri salmıştı.
30 yıl uyuttu!
Bu fitne devleti şimdilerde Kafkasları ele aldı. Kafkasya’da ilk olarak Ermenistan Azerbaycan arasındaki ihtilaftan azami istifadeye kalktı. Aslında onun bu iştahı ta Azerbaycan’ın en acı gözyaşlarına gark olduğu döneme rastlıyordu.
Gorbaçov’un “saydamlık ve yeniden yapılanma” dönemine girilmişti. Azerbaycan da istiklalini ilan ederek topraklarına sahip çıkmak istemişti. Ancak Batılı birçok devletteki etkin ve güçlü diasporasının çabalarıyla bulduğu destekle Moskova’ya yüreklenen Ermeniler, konu üzerinde artan bir yoğunlukla durmaya başlamışlar, çeşitli gösteriler düzenlemişler ve nihayet Yukarı Karabağ’da şiddete başvurmuşlardır.
Gorbaçov’un 1991 Mart ayında bir mesaj yayınlayarak Yukarı Karabağ’ın Azerbaycan’ın parçası olduğunu teyit etmesi hiçbir işe yaramamıştı.
Azerbaycan ile Ermenistan arasında 1988-1993 yılları arasında yaklaşık 6 yıl süren savaş ve çatışmalar Azerbaycan için müthiş bir felaket olmuştu. Bu savaşlarda Dağlık Karabağ’ın yanı sıra Azerbaycan’ın yedi şehri Ermenistan silahlı güçleri tarafından işgal edilmişti. Yirmi binden fazla Azerbaycanlı hayatını kaybetmiş yüz bin kişi yaralanmış ve bir milyondan fazla insan Azerbaycan’ın çeşitli kentlerine göç etmek zorunda kalmıştı.
Birleşmiş Milletler tarafından yapılan hesaplamalara göre, savaşın Azerbaycan’a getirdiği toplam ekonomik zarar ise yaklaşık 55 milyar ABD doları idi.
Ermenistan, Azerbaycan’ı işgal ettiğinde güya meseleyi çözmek için Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) bünyesinde bu çatışmaya bir çözüm bulması ve bir anlamda Ermenistan işgaline son vermesi için 24 Mart 1992’de Minsk Grubu’nu kurdu. Grup; ABD, Rusya, Fransa, Türkiye, İtalya, Almanya, Çek Cumhuriyeti, İsveç ve Belarus’tan oluşuyordu. Türkiye, kararların yazımında söz sahibi bile değildi. Bu noktada ABD, Fransa ve Rusya öne çıkıyordu.
Bu tarihten sonra da Ermenistan işgallerine devam etti. Dolayısıyla Minsk Grubu bu işgalin sonsuza kadar sürmesini isteyenlerin elinde bir araç hâline geldi. 30 yıl süren işgalin sonunda Minsk Grubu’nun tavrı Ermenileri azdırmaktan başka hiçbir işe yaramamıştı. Fitne devleti, fitnenin sönmesini ister miydi?
İran’ın büyük tehdidi!..
Neticede Ermeniler otuz yılın sonunda 2020 yılında bir kez daha Azerbaycan’a saldırı başlattılar. Eksik kalan işgallerini tamamlayacaklardı. Batı dünyası ve İran’ı arkasına almış görünüyordu.
Ancak Ermeniler beklemedikleri bir şekilde korkunç bir şamar yediler. 44 günlük savaş sonunda işgal ettiği yerlerin büyük bölümünü kaybettiler. Yedikleri darbenin şiddeti o kadar büyük idi ki Ermenistan Cumhurbaşkanı Paşinyan bir daha savaş çağrısını ağzına alamayacaktı.
Fakat fitne devlet durmuyordu. Rusya’nın sessiz kalması üzerinde çoktan harekete geçmiş bulunuyordu. Ukrayna’daki oyunu burada da tezgâhlamak için ataklar başladı. Bilhassa Türkiye’nin Kafkaslarda nüfuz sahibi olmasına asla tahammül edemiyorlardı.
Nitekim NATO’nun Avrupa Genişleme Komitesi Başkanı Gunther Fehlinger, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’a hitaben “Ermenistan’ı NATO’ya katılmaya çağırıyorum” diye yazdı. ABD Başkanı Joe Biden’a da “Ermenistan’ı koru” diye seslendi.
Azerbaycan’ın özellikle 2020’de zafere ulaşmasının ardından rahatsızlığını gizleyemeyen bir diğer ülke ise İran’dı. İran geride kalan üç yılda sınıra ordu yığıp tatbikatlar yaptı, Bakü yönetimi ve Türkiye’ye tehditler savurdu. İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan son olarak Tahran yönetiminin İran ve Ermenistan’ı birbirine bağlayan tarihî güzergâhın kapatılmasına ya da sınırlanmasına izin vermeyeceğini söyledi.
İran Ulusal Güvenlik Komisyonu üyesi Yakup Rızazade ise, Azerbaycan’ın bölgede herhangi bir askerî operasyona girişmemesi için uyardı. Rızazade, Azerbaycan’ın böyle bir adım atması hâlinde İran’ın 10 kat daha güçlü bir operasyonla karşılık vereceği tehdidinde bulundu. Hatta “Azerbaycan gereksiz yere askerlerini ölüme göndermemeli” diyerek açıkça vuracaklarını ifade etti.
İran’ın da bu noktada en büyük rahatsızlığı Türkiye ve Zengezur Koridoru olduğu açıktı.
İşte bu düşünceler içerisinde olan ABD ve İran, Karabağ’da kalan Ermeni çetelerini devamlı takviye ettiler. Silahlar verdiler. ABD, Ermenistan ile büyük bir askerî tatbikat düzenledi.
Son yumruk!
Bütün bunlar Azerbaycan ile Türkiye’ye güya büyük gözdağı idi. Azerbaycan ile Türkiye ise bu büyük manevraları sessiz ve vakur bir tavır içerisinde dikkatle takip ettiler. Azerbaycan hava harekâtı ile “dikkat ediniz, yerinizde durunuz!” mesajı ile kendilerini uyardı ise de faydası olmadı. ABD’li komutanların Ermenistan’da bulunması galiba kanlarını kaynatıyordu.
Azerbaycan mevzilerine devamlı taciz atışları başlattılar. Bunların yumruktan başka bir dili anlamadığını gören Azerbaycan, sonunda 19 Eylül günü bölgeyi terör gruplarından arındırma harekâtını başlattı. Dünya, uzun bir savaşın daha başlangıcı mı derken harekât ilk günün sonunda neticelenmiş bulunuyordu.
Azerbaycan ordusu başta Hocalı olmak üzere Hankendi, Kelbecer, Hocavend ve Ağdam gibi merkezleri ele geçirdi. Ermenilerin Karabağ Korsan Yönetiminin tüm askerî gücünü yerle yeksan eyledi…
Azerbaycan ve Türkiye düşmanları sükût-ı hayale uğradı. Birlik ve beraberliğin gücü bütün dünyaya gösterilmiş oldu.
2020-2023 yılları arasında süren savaş ve gerilim, inşallah Türk ve İslam âleminin gözünü açacak, fitneci devlet ve politikalarının esiri olmaktan kurtaracaktır.
TEFEKKÜR
Uğrasınlar Türk’ün kılıcına fitne ülkeleri
Cümlesi sağır mıdır a’ma mıdır bilmem nedir?
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
22.09.2023
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/fitne-devleti-639945