Fas millî takımı dünya kupasında büyük bir başarıya imza attı ve yarı finale yükseldi. Bu, bir Afrika ülkesinin göstermiş olduğu en büyük başarı olarak spor tarihine geçti. Yarı final mücadelesinde 1956 yılında sömürgesinden kurtulduğu Fransa millî takımına karşı mücadele verdi. Ancak mükemmel oyununu golle taçlandıramadı. “Gönüllerin şampiyonu” olarak yarı finalde turnuvaya veda etti.
Bu vesile ile Fas tarihinden bir kesit sunacağım…
Fas Kuzey-Batı Afrika’da bir İslam ülkesidir. MÖ 2000’li yıllarda daha çok Berberî kavimlerin yaşadığı Fas’ın kıyılarına zamanla Fenikeliler ve Kartacalılar da yerleşerek koloniler kurdular. Milattan sonra 40 yılında Romalıların hâkimiyeti başladı ve yaklaşık dört asır sürdü. Vandalların ve ardından Bizans’ın hâkimiyetinde yaklaşık birer asır geçiren Fas, yedinci asrın ortalarından itibaren İslamiyet’le tanıştı.
Ukbe bin Nafi, Züheyr bin Kays, Hassan bin Numan, Musa bin Nusayr gibi kumandanlar İslamiyet’in bölgede yayılmasına büyük katkı sağladılar. Sonrasında bölgede İdrisîler (789-985), Murabıtlar (1056-1147), Muvahhidler (1130-1269), Vattasîler (1471-1554) ve Sa’dîler (1511-1659) gibi güçlü İslam devletleri kuruldu. Ancak güçlü idarecilerden sonra oğulları arasında başlayan şiddetli taht kavgaları, bu devletlerin hiçbirini uzun ömürlü kılmıyordu. Bölgenin güçlü aşiretler arasında bölünmüş olması da dağınıklığı tetikliyordu.
Bu hâl bilhassa Portekizlilerin Fas’ta etkili olmasına yol açıyordu. Zira taht mücadelesinde başarılı olmak isteyenler çoğu kez Portekizliler veya İspanyollar ile ittifak içine giriyor ve onları bölgeye davet ediyordu.
Osmanlıların ise Tunus ve Cezayir’e yerleşmelerinden sonra bölgeye etkileri görülmeye başlandı. Fas’ta Osmanlılarla en yoğun ilişkilerin yaşandığı devre Sa’dîler dönemidir.
Sa’dîlerin Peygamber Efendimizin torunu Hazreti Hasan veya sütannesi Halime’nin kabilesi Benî Sa’d’a mensup oldukları hakkında farklı rivayetler vardır. Sa’dîlerin tarih sahnesine çıktığı dönemde Fas’ın Akdeniz kıyıları İspanyollar, Atlantik sahilleri ise Portekizliler tarafından işgal edilmişti. Vattâsîler’in son ve en zayıf devrini yaşadığı bu dönemde işgalcilerle mücadeleyi tarikat şeyhleri, murâbıtlar ve şerifler üstlendi. Sa’dî liderleri ise cihad hareketinin öncülüleri idiler.
Bilhassa Mevlây Muhammed b. Abdurrahman es-Sa’dî, Portekizlilere karşı yaptığı şanlı mücadeleler ve kazandığı başarılar neticesinde millî bir kahraman hâline gelmişti.
Nihayet 1511 yılında Fonti’de Portekizlilere karşı başarı kazanan ve kısa sürede bütün kabilelerin desteğini sağlayarak Fas’ın güneyinde hâkimiyet alanını genişleten Muhammed’e “Kaim-Biemrillâh” unvanı verildi.
Tarihçilerin çoğu tarafından Sa’dîler hanedanının kurucusu ve ilk hükümdarı sayılan Muhammed büyük oğlu Ahmed’i veliaht tayin ederek verasete dayalı bir idareyi başlatmış oldu. Muhammed’in 1517 yılında vefatından sonra yerine bazı tarihçilerin hanedanın gerçek kurucusu saydığı Ahmed el-A’rec geçti.
Ahmed’in daha sonra oğlunu veliaht tayin etmesi, kardeşi Mevlay Muhammed eş-Şeyh ile arasının açılmasına yol açtı. İki kardeş arasındaki savaşı Muhammed eş-Şeyh kazandı. Tahta çıkan Muhammed eş-Şeyh ağabeyini ve çocuklarını hapse attı (1539). Fas’ın tamamını ele geçirmeye karar veren Muhammed eş-Şeyh bir dizi savaş neticesinde Fas şehrine girip Vattâsî hâkimiyetine son verdi (1549). Osmanlılara iltica eden Ebû Hassûn dışında, bütün Vattâsî liderlerini tutuklayıp Merakeş’e gönderdi.
Osmanlıya saldırı ve Kanuni’nin Fas’a müdahalesi!
Muhammed eş-Şeyh, Fas’ı ele geçirince bu defa Cezayir’e yönelip Osmanlı hâkimiyetindeki Tilimsân’a ordu gönderdi (1550). Sa’dî ordusu, Cezayir Beylerbeyi Hasan Paşa’nın Vehrân’daki İspanyollarla uğraşmasından yararlanarak şehri zapt etti.
Ancak geri dönen Osmanlı ordusu bunları yenerek Tilimsân ve civarını geri aldı. Muhammed eş-Şeyh tekrar bölge üzerine gittiyse de (1552) başarı gösteremedi.
Kanuni Sultan Süleyman, Sa’dî sultanının Portekizlilerle ittifakından rahatsızdı. Müslüman bir ülkenin din düşmanlarından yardım dilemesini asla istemiyordu. Bu itibarla Muhammed eş-Şeyh ile iyi ilişkiler kurmak istedi.
Bu sebeple 1552 yılında Sultan Muhammed’e bir elçi gönderdi. Kanuni namesinde onun sultanlığını tebrik edip Cezayir-Fas arasındaki sınırın belirlenmesini teklif ediyordu. Aradaki kırgınlıkların unutulmasını ve Müslümanların bir ve beraber hareket etmesinin önemine de değinen Padişah, ondan Osmanlı hâkimiyetini kabul ederek kendisi adına hutbe okutmasını ve sikke kestirmesini de istemişti.
Muhammed eş-Şeyh ise bu teklifi bir hakaret olarak telakki etmişti. Kanuni’nin “namıma hutbe okutasın ve sikke kestiresin” gibi hitap şekline karşı, “o kim ki bunları bana emrediyor” diye elçiyi tersledi.
Elçi ise, “O, yeryüzünde bütün Müslümanların halifesidir, saygı duymak gerektir” dedi. Muhammed eş-Şeyh belki ülkesinin İstanbul’a olan uzaklığına güvenerek, “bana ne yapabilir ki!” dedi. Elçi, “padişah yed-i tula sahibidir (onun kudreti her yere erişir) sakınmak ve itaat etmek gerektir” deyince sultan öfkeyle elçinin başını kestirmek istediyse de Türk asıllı bir kısım kumandanları araya girip karşı çıkarak sultanı bu teşebbüsünden vazgeçirdiler. Muhammed eş-Şeyh mağrur bir tavırla, “Mısır topraklarını aldıktan sonra padişahına cevap vereceğim” diyerek elçiye yol verdi.
Bu gelişme karşısında Cezayir Beylerbeyi Salih Reis’in gönderdiği Osmanlı kuvvetleri 1553 yılında Fas yolu üzerindeki Tâzâ şehrini ele geçirdi. Ardından Cezayir’e sığınan Vattâsî Emîri Ebû Hassûn yanında olduğu hâlde Fas üzerine yürüdü. Osmanlı birlikleri Ocak 1554’te Sa’dî sultanının terk etmek zorunda kaldığı Fas şehrine girdi. Salih Reis yanında bulunan Vattâsî Emîri Ebû Hassûn’u sultan ilan etti. Böylece yeniden kurulan Vattâsîler Osmanlılara tâbi olarak hüküm sürmeye başladılar…
Osmanlı kuvvetlerinin Cezayir’e dönmesinin ardından Muhammed eş-Şeyh, Fas üzerine yürüdü. Ebû Hassûn’u büyük bir yenilgiye uğratıp Vattâsî hânedanını ortadan kaldırdı (22 Eylül 1554). Mağrib-i Aksâ’nın tamamını hâkimiyeti altına aldı.
Muhammed eş-Şeyh bundan sonra Fas’ta neredeyse bir korku idaresi kurdu. İleri gelen tarikat şeyhlerine, Osmanlı birliklerine muhabbet duydukları için baskı uygulamaya başladı. Büyük mutasavvıf Sîdî Abdullah el-Kûş’un Merakeş’teki zâviyesini boşalttı ve onu Fas’a sürgüne gönderdi. Diğer zâviyeleri de sıkı bir denetim altına aldı. Bu politika giderek şiddete dönüştü. Sultan, Fas’ta Osmanlı ve Vattâsî hanedanına sempati besleyen âlimlerden ve Kadiriyye tarikatı ileri gelenlerinden bazılarını öldürtmekten de çekinmedi.
Serdengeçtiler!
Fas’ta din büyüklerine yapılan zulümler ve İspanyollarla ittifak kurulması Kanuni Sultan Süleyman’ı derinden üzmüştü. Padişah, Cezayir Beylerbeyi Salih Reis’i bir kez daha harekete geçirdi. Salih Reis 1555’te birlikleriyle harekete geçerek Bicâye’yi ele geçirdi. Bu sırada Salih Reis’in vefatı üzerine yerine Hasan Paşa tayin edildi. Kanuni, Hasan Paşa’ya gönderdiği emirde de Sa’dî sultanının her ne pahasına olursa olsun işinin bitirilmesini emretti.
Hasan Paşa öncelikle Tilimsân üzerine yürüyerek geri aldı. Ardından Fas üzerine gittiyse de Vehrân’daki İspanyolların dönüş yolunu kesebilecekleri endişesiyle Fas’a girmekten çekindi.
Muhammed eş-Şeyh’i ortadan kaldırmak için yeni bir plan yaptı. Hasan Paşa’nın gönderdiği serdengeçti yiğitlerinden Salih Kâhya ve on arkadaşı, Osmanlı zulmünden kaçtıklarını söyleyerek Sa’dî sultanının muhafız alayına girmeyi başardılar.
Muhammed eş-Şeyh Tilimsan’ı tekrar almak ve Osmanlı birliklerine büyük bir darbe indirmek üzere sefere çıkmışken Derna Dağlarında harekete geçen Hasan Kahya ve arkadaşları uygun bir vakitte düzenledikleri suikastla sultanın hayatına son verdiler (23 Ekim 1557). Sultanın başını nasıl kesip ordudan nasıl kaçtıkları anlaşılamamıştı bile…
Sultanın kesilen başı Kanuni Sultan Süleyman’a gönderildi. Cesedi Merakeş’teki Ravzatü’s-Sa’diyyîn’e gömüldü. Yerine geçen oğlu Abdullah’a “Galib-Billâh” lakabıyla biat edildi. Kardeşi Abdülmelik ise Osmanlılara sığınmıştı.
Galib-Billâh, Osmanlılarla iyi geçinmenin lüzumunu kavramıştı. Tahta oturduktan sonra Osmanlılarla ittifak yollarını aradı. İstanbul’da bulunan kardeşi Abdülmelik’in Osmanlı sarayındaki nüfuzunu kırmak ve tehlikeye düşen tahtını korumak için zengin hediyelerle bir elçilik heyeti gönderdi (1572). Ancak gönderdiği elçi dönmeden Galib-Billâh vefat ederek yerine oğlu Muhammed el-Mütevekkil-Alellah tahta oturdu (1574).
Osmanlı sarayında bulunan Abdülmelik ise II. Selim Han’dan istediği desteği sağlayıp Osmanlı kuvvetlerinin yardımıyla Fas şehrine girdi (1576). Ardından Muhammed el-Mütevekkil’in sığındığı Merakeş üzerine yürüdü. Sa’dî tahtını ele geçiren Abdülmelik halktan biat alarak Mu’tasım unvanıyla tahta oturdu (16 Temmuz 1576).
Kültürlü bir hükümdar olan Abdülmelik’in tahta çıkışıyla Osmanlı-Sa’dî ilişkilerinde yeni bir dönem başlayacaktır. Abdülmelik, daha sonra III. Murad Han’ın gönderdiği hil’ati giyip, kılıcı kuşanacak böylece Fas’ta Osmanlı etkisi ve nüfuzu tam anlamıyla yerleşecektir.
TEFEKKÜR
Dâne dâne sa’y kılsan eylesen dünyâyı cem
Dağıdır bâd-ı fenâ âhir ânı harman gibi
Muhibbî
(Çalışıp, tane tane toplayıp dünyayı kazansan,
Yokluk rüzgârı sonunda onu harman gibi dağıtır.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
16.12.2022
Türkiye Gazetesi