Tanzimatla birlikte dinî değerlerimize karşı lakayt hâle gelen, cumhuriyetten itibaren ise aleni bir düşmanlığa dönüşen devşirilmiş bir zihniyet yapısı ortaya çıkmıştır.
Bu zihniyet sahipleri önce Avrupalı müsteşriklerden beslenmeye başlamıştır. Bunlar her şeyi akılla ve bilimle çözeceklerini iddia ederken ilmi ve akıllarını putlaştırdıklarının farkına dahi varmamışlardır. Aslında akılları kendilerinin olmaktan çıkmış müsteşriklerin piyonu hâline gelmiştir.
İman, aklın ermeyeceği, anlayamayacağı, kavrayamayacağı noktada başlar. İşte aklı putlaştıranlar ve her şeyi akıl terazisine vuranlar çoğu kez yoldan çıktıklarının farkına dahi varmazlar.
İşte bu zihniyet sahipleri bilhassa mucize ve keramet gibi peygamberler ve Allah dostlarında görülen olağanüstü hâllerin halk muhayyilesinden çıkmış efsaneler olduğunu vurgulamışlardır.
Bunlara olan inancı ve itikadı yıkmak en büyük hedefleri olmuştur. Bugün ilahiyat profesörlerinin hedefinde de mucizeler bilhassa yer almaktadır. İnşallah bu konuya daha geniş değineceğim.
Mucizeyi inkâr eden keramet mi dinler, diyeceksiniz. Evet, maalesef onu da dinlememektedirler.
Mucize ve kerameti ortadan kaldırmaktaki sinsi maksatları “Onlar da normal insandır. Öyle özel durumları yoktur” fasit düşüncesini beyinlere zerk ederek, Müslüman ilim adamlarını hikâyeci pozisyonuna düşürmektir.
Nitekim bendeniz de tarihî şahsiyetlerin İslam büyüklerinin bir kısım yaşadıkları ve şahit oldukları hadiseleri anlattığımda hemen hikâyeci ve menkıbeci yaftasına muhatap olmaktayım.
Hatta hızlarını alamayıp bunların yanına bir de hurafeci damgasını vuruyorlar ki sağlam olsun. Yani bir anlamda adam mucize, keramet, menkıbe ve hurafeyi bir arada aynı minvalde gördüğünü izhar etmiş oluyor. Bir nevi kendisini ve maksadını merd-i kıpti gibi göstermiş oluyor.
Zira bir kişi hem adaleti hem de zulmüyle övülmez. O zaman bunu yazan kişinin sapla samanı karıştırdığı anlaşılır.
Nitekim bu sebeple bir kişi de menkıbeci ve hurafeci diye kötülenemez. Bu şekilde tanımlarsanız menkıbe ve hurafeyi aynı kefeye koyduğunuzu ilan etmiş olursunuz.
Sonuç olarak bu anlayış ve zihniyetle gençliğimize ideal veremediler, heyecan veremediler. Tarih aşkı ve muhabbeti veremediler. Peygamber efendimizin muhabbetini aşılayamadılar.
Ey ilahiyat hocaları nerelerdesiniz? Yüzyıldır İslam büyükleri ile uğraştınız. Şimdi deist, ateist ve LGBT gençliğini karşınızda buldunuz. Hâlâ mucizeler ile savaşmaya devam mı edeceksiniz?
Kale korumak yürek ister!
Bugün tarihimizden bir anekdot sunacağım. Bu anekdot önce Ömer Seyfeddin’den bir hikâye sanıldı.
Sonra tarihlerde anlatıldığına şahit olundu. Ardından bölge kadısına kadar isimleri bir eserde yer alarak doğruluğu tescillenmiş oldu.
Elbet hikâye diyene hikâye gelir
Kıymetini bilene faydalar ve ibretler vardır.
Peçevî tarihinin birinci cildinde (s.251-252) “Gazilerin Kerametleri Üzerine” başlıklı, 1553 tarihinde geçen bir hadise geçer. İbrahim Peçevi, bu olayı o günlerde Girijigal palankasının kadısı olan kişinin kayıtlarından aldığını kaydeder. Yani hadisenin kahramanı bizzat görmüş yaşamış ve kaleme almıştır.
Peçevî’ye göre bu destanda anlatılan kahramanlar gibi kimseler olmasa Sigetvar’a çok yakın, her tarafı düşmanla çevrili böyle bir kalede tutunmak mümkün değildir.
İşte hadise böyle bir noktada vuku bulur. Girijigal beyi Ahmed Bey kaledeki mücahitlerin en iyileriyle Kapoşvar’ın fethine gitmişti. Girijigal Kalesi’nde çok az kişi kaldığını gören Avusturya’nın Sigetvar kumandanı Karaçin onların üzerine yürüdü. Kaledeki gazilerin miktarı şöyle verilir:
Veli az idi gaziler begayet
Ola derdik hemen Hak’tan inayet
Yüz on dört adam idik anda ey can
O demde hazır olan ehl-i iman.
Gelen kâfir ise binden ziyade
Kimisi atlı ve kimisi piyade
Karaçin, kale önüne geldiğinde haber göndererek, sulh yoluyla kaleyi teslim etmelerini aksi takdirde nam-u nişanlarını yok edeceğini bildirdi. Bu tavır gazileri hırslandırmıştı. İstişare sonunda düşmana baskın yapmaya karar verdiler.
Kaledeki gazilerin başı, Kadı Ali Efendi idi. Ondan kapıları açması için ruhsat istediler.
Kadı Ali Efendi heyecanla bekleyen gazilere şöyle seslendi:
“Bugün İslam hacıları Arafat’ta ve öteki müminler camilerde Cenâb-ı Rabbü’l-âlemine tazarru ve niyazdadırlar. Bizim gibi gazi ve sınır bekçisi mücahitlerin muzaffer olmaları için dua ettiklerine şüphe yoktur. Uygun olan budur ki biz de namazımızı kılalım ve gözyaşı döküp dua edelim. Birbirimizle helalleşip ondan sonra gidelim. Kalanımız gazi ölenlerimiz şehit olsun.
Dünyada iyi ad ile anılalım ve öteki dünyada Habib-i Ekrem Peygamberimiz hazretlerinin bayrağı dibinde toplanalım”.
Cümle gaziler bu sözü kabul edip öğleye kadar durdular. Kâfirler de onları teslim olma konusunda istişare ediyor sanıyorlardı. Öğle vakti girip namazlarını kıldıktan sonra kapılar açıldı ve gaziler yalın kılıç düşman üzerine atıldı. Kadı Efendi gazileri şöyle anlatmaktadır:
“Bu yiğitlerin her biri ibadetlerini tam yapmaktadır. İşlerini görmekte Cenab-ı Rabbü’l-âlemine tazarru ve niyazdadırlar. Fakat ikisi çok farklıdır. Bunlar arif şahsiyetler olup sözleri inci üher gibidir. Muvahhid ve musallidir. Bunlar “Deli” namı ile anılırlar. (Muhtemeldir ki Osmanlıların deliler ocağından iki namdar yiğittir). Deli Hüsrev ve Deli Mehmed namındaki bu yiğitler, askerin iki kolunun başıdır.
Bu iki yiğidin birliklerinin başında rüzgâr gibi düşman alayları içine dalması ile birlikte müthiş bir çarpışma başladı. Gazilerin kılıçlarını takip etmek mümkün değildi. Kelleler havada uçuşuyordu. Bu arada top seslerini duyan yakın hisarlardaki kalelerden de beşer onar yiğitler gelerek düşmana dalınca savaşın seyri kısa zamanda belli oldu. Düşman alayları çözülerek can kaygısına düştüler”.
Başını verme Mehmed!
Kadı Ali Efendi işte bu hengâmede şahit olduğu bir hadiseyi kendi ifadesiyle şöyle nakleder:
Savaş ederler iken ol gazada
Deli Mehmed şehit oldu orada.
Kuluna bir aceb hâl oldu vaki’
Değildir vakıa hak bu ki vaki’
Değilim Hak bilir bu sözde kezzab
Be-hak-ki Mustafa ve âl-u ashab
Şehit olan Deliyi gördüm andan
Kesildi başı ve ayrıldı tenten.
Kesen kâfir başın aldı eline
Götüre yani kim kendi iline.
Deli Hüsrev görüp haykırdı dedi
Ne yatarsın başını aldı gitti.
Revadır canı virdin, kıyma başa
Aceb hâl oldu ve özge temaşa
İşit bu hikmeti bu sırr u râzı
Kesik başlı şehit olan o gazi.
Hemen yerinden fırladı geldi
Eliyle ol laini urdu çaldı.
Ol gazi aldı başın yerin geldi
Ne kimse gördü anı ne işitti.
Görüp bu hâli Hüsrev etdi tahsin
Çağırdı kim yüzün ağ ey celasun.
Kurudum kaldım anda sanki bîcân
Bakıp bu ibrete nâlân u hayrân.
Kakıdı bana dedi n’oldun ey can
Ne durursun gaza kıl hey Müselman
Onun sözüyle geldi bana kuvvet
Ol esnada düşman buldu hezimet
İşte kaleler böyle fethediliyor ve böyle korunuyordu. İla-yı kelimetullah davası böyle yüceliyordu. Türk gencini dininden, töresinden, ahlakından yoksun kılmak isteyenler ona önce tarihini inkâr yolunu seçtirdiler. Sen sevdiren ol!
TEFEKKÜR
Anladın bildin mi hiç ey şâh nelerdür gâzîler
Nefsine kul olmayan şâhânelerdür gâzîler
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
11.08.2023
Türkiye Gazetesi
Allah razi olsun güzel hocam