Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey, bu hafta eğitim ile ilgili olarak çok çarpıcı açıklamalarda bulundu. Bir taraftan okullaşmada ve eğitim müesseselerinde teknolojik açıdan çok önemli yatırımlar gerçekleştirildiğini belirtirken, diğer taraftan da devrim sırasının eğitimin müfredatına geldiğini ifade ederek şöyle dedi:
“Elde ettiğimiz başarılar önemlidir. Buna rağmen eğitim ve kültür konusunda tam istediğimiz seviyeye henüz ulaşamadığımıza inanıyorum. Demek ki bazı yerlerde bir tıkanıklık, bir eksiklik var. Eğitim sisteminden beklentimiz, çocuklarımızı, anne ve babalarına hayırlı birer evlat, ülkelerine ve milletine hayırlı birer fert olarak yetiştirmesidir. Tarihini hiç bilmeyen veya yanlış bilen, kültürünün zenginliğinden bihaber, medeniyetinin ışığından nasibini almamış gençlerimizi, geleceğimizin teminatı olarak göremeyiz. Hele hele milletine ve devletine ihanet edenler… Arapçada geçen ‘irapta mahalli yoktur’ ifadesi üzere sözünü etmeye bile değmez bunların. Milletimizin evlatlarına iyi bir eğitim-öğretim vermek için yaptığı fedakârlığın büyüklüğü karşısında bulunduğumuz yer, olmamız gereken yer değildir. Müfredatı, ders kitaplarını, eğitim ve öğretim yöntemlerini modern bir anlayışla yeniden düzenliyoruz. İnşallah önümüzdeki dönemde dikkatimizi ve imkânlarımızı bu konuya teksif edecek, eğitim ve öğretimin altyapısında gerçekleştirdiğimiz devrimi, içeriğinde de hayata geçireceğiz.”
Cumhurbaşkanımız bu ifadeleri ile son iki yüz yıldır eğitimimizin yaşadığı ve içerisinde bulunduğu korkunç gerçeği en yüksek perdeden ifade ederek gönüllere su serpti. 15 Temmuz 2016’da yaşanan büyük travmadan sonra milletimizin asıl beklentisi de bu yönde atılacak adımlardadır.
Eğitimimizin üç sacayağı: Din, tarih ve edebiyattır.
Şairin; “Matematik, fizik, kimya bu esrarı çözmüyor/Ledünnü ilminde üstad bir Süleyman isterim”, dediği gibi fen bilimleri gencimize şahsiyet katmıyor ve şahsiyetini de geliştirmiyor. Belki sadece kendisini iyi bir meslek sahibi kılıyor. Oysa tarih, edebiyat ve din ilimleri insana değer katan, şahsiyet kazandıran kişilik veren ilimlerdir.
Bu itibarla gençlerimizi mankurt etmek ve diledikleri yönde kullanmak isteyenler bu üç ilimde gençlerimizi öncelikle cahil bırakmayı veya yanlış kodlarla öğretmek yolunu benimsediler. Büyük ölçüde başarılı da oldular.
Sadece bizim ülkemizde değil Osmanlıdan ayrılan hemen her ülkeye bilhassa tarih müfredatı konusunda aynı metodu uyguladılar: “Osmanlı zalimdi”, “Osmanlı, bir sömürge imparatorluğu idi”, “Osmanlı, ülkeleri harap etti…”
Kültür emperyalizmi!
Osmanlı Devleti’ni parça parça eden İngilizler, bu eğitim politikaları sayesinde bir milleti yok etmenin yolunu da bulmuşlardı. Bunun için en etkili çözüm onların kültürlerini yok etmek ve bozmaktan geçiyordu. Bunu “kültür emperyalizmi” diye ifade edebiliriz.
Oysa biz binlerce yıllık tarihimiz boyunca hiçbir milletin dini, tarihi ve kültürü ile uğraşmadık. Aksine bunların bozulmaması için gayret sarf ettik. İnançlarına kültür değerlerine saygı gösterdik. Zira bunlar bozulduğunda toplum dengeleri sarsılıyor, insanlar parça parça oluyor, bir anlamda insanlık canavarlaşabiliyordu.
Oysa düşmanlarımız bizim gibi davranmadılar. Bizi yok etmek için her yolu denemeye başladılar. Bunun için de bilhassa eğitim sistemimize el attılar. Bu sızma Osmanlıda Tanzimat dönemiyle birlikte başladı. Mason hocalarla yetiştirdikleri gençler eliyle Osmanlı Devleti’ni yıktıkları gibi cumhuriyet döneminde de aynı metotlarla emellerine ulaşmaya çalıştılar.
Tarihine düşman ettikleri nesillerimizi Maocu, Stalinci, Leninci yaparak sağ sol diye kırdırmayı başardılar. 12 Eylül sonrasında biz gençliğimiz adına değerleriyle barışık bir döneme girdiğimizi zannederken, 36 sene sonra gerçeğin korkunç yüzüyle tekrar karşılaştık. Bir kez daha okullardaki müfredatın yetersizliği neticesinde gençlerimiz, ülkesini yabancılar adına işgal etme senaryosunun bir parçası olmuşlardı. Ne hazindir ki içeride bunlar yıllarca altın nesil denilerek alkışlanıyordu!
Bülent Arınç Bey bu okulları, “Devletimizin yapamadığını Hocaefendi yapıyor” diyerek gönülden överken içeride nasıl bir eğitimin verildiğinin farkında mıydı? Sadece İstiklal Marşı ile mütedeyyin ve milliyetçi çevreleri uyutmayı başarmışlardı. Bunların arkasından gelen süreçte ise, Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletimizin kalmayacağı aşikârdı.
Faraza Nobel ödüllü yüzlerce sanatçımız, dünya çapında futbolcularımız bulunsa, teknik ve sanayide de dünyanın bir numaralı ülkesi olsak, 15 Temmuz işgal hareketi neticesinde yine de bir günde Suriye ve Irak’a dönmüş bulunacaktık. Vatansız sanatçıların, bilim adamlarının ve sporcuların kimlerin hizmetinde bulunacakları bellidir. Futbolcular Avrupa takımlarının bilim adamları da Amerikalıların hizmetinde, vatansız, bayraksız ve ezansız modern kölelere dönüşeceklerdi.
Milletimizin genlerinde bulunan din, iman, ezan ve bayrak aşkı bu işgale fırsat tanımadı. Bugün artık bu başarıyı layıkıyla perçinlemek durumundayız. Aksi hâlde her zaman bu fırsatı yakalayamayabiliriz. Zira düşman uyumamaktadır. Faaliyetlerini aralıksız yeni metotlarla sürdürmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanım!
Eğitim meselesinde belirtmiş olduğunuz hususlarla milletin gönlüne ferahlık verdiniz. Geliniz, Sayın Devlet Bahçeli Bey ile siyasi anlamda sağlamış bulunduğunuz müthiş başarıyı ve istiklal mücadelesini eğitimde de bu millete kazandırınız. Kangren olmuş bulunan bu eğitim meselesini çözünüz. Adınız tarihe altın harflerle yazılsın. Birlikte milletin gönlünde hiç düşmeyecek bir tahta kurulunuz.
Bunun için mutlak olarak atılması gerekli devrim niteliğinde üç adım vardır! Bunlar sağlanmazsa istenen başarı asla gelmeyecektir.
Birincisi ilkokuldan lise son sınıfa kadar, mutlaka her hafta ikişer saat olmak üzere tarih, edebiyat ve din dersleri konulmalıdır. Bu derslerin gençlere sevdirilmeleri esas olmalıdır. Bu derslerden yapılan sınavlar ortalamaya tesir etmeli, fakat sınıfta kalma olmamalı ve talebe böyle bir korku yaşamamalıdır. Buna karşılık üniversitelerin ister sözel, isterse sayısal bölümlerinden sınava girenlere, bu derslerden bolca sorular çıkmalı, talebe öğrenmeye teşvik edilmelidir. Bu derslerdeki teknik bilgiler azaltılmalıdır.
Tarih derslerinde talebeye ecdadının sevdirilmesi ve tarih şuurunun verilmesi esas kabul edilmelidir. Oğuz Han, Bilge Kağan, Alparslan, Çağrı Bey, Selahaddin Eyyubi, Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Fatih, Yavuz, Kanuni, Abdülhamid Han vs. hakanların kağanların padişahların idealleri aşılanmalıdır. Onların vatan sevdaları, büyük ülküleri işlenmeli, bu uğurda yaptıkları fedakârlıklar anlatılmalıdır.
Aynı şekilde edebiyat derslerinde Kaşgarlı Mahmud’dan Yusuf Has Hacib’e; Ahmed Yesevi’den Mevlana’ya; Âşık Paşa’dan Şeyh Sadi’ye; Yunus Emre’den Baki’ye ve Fuzuli’den Nabi’ye kadar şairlerimizin ve mütefekkirlerimizin beyitlerinde, gazellerinde ve eserlerinde işledikleri konular her yaşın anlayışına göre talebeye aktarılmalıdır. Baki’nin, Fuzuli’nin bütün hayatını ezberleyip tek bir beytini bilmeyen, okuyamayan bir nesil hiçbir kültür değerine sahip olamaz.
Yabancıların müfredatımıza saldırılarından en büyük nasibini ise dinimiz aldı. Bin yıldır İslam inancı ve itikadı ile yoğrulan bu vatanda dinimizi bozmak, vatana ve millete en büyük ihanet olacaktır. Bunu bilenler önce din derslerini kaldırttılar.
Milletimizin bu konudaki yoğun talebi karşısında bu defa da yetersiz ve hatta bozulmuş hâliyle sunmaya çalıştılar. Bilhassa yabancı misyonerler eliyle yetiştirdikleri ve ilahiyatlara yerleştirdikleri Ehl-i sünnet dışı hocalar eliyle gençlerin kafasını bulandırma yolunu tuttular.
Bunlar yıllardır Peygamber Efendimizin ortaya koyduğu ve tamamlandı dediği hâliyle Sünnet üzere yaşayan Müslümanları “gelenekçi” diyerek aşağıladılar. İslam’da reform hareketi başlattılar. Arap ülkelerini bizden ayırmakta kullandıkları Afgani, Abduh ve Reşit Rıza gibi sinsi mezhepsizlerin şekerle kaplanmış zehirli fikir ve düşüncelerini okullarda yaymaya çalıştılar.
Nitekim FETÖ örgütünün gençlerimizi elimizden almakta kullandıkları en etkili alan da dinimizdi. Kur’ân-ı kerime “tarihseldir” diyerek, İslam’a en ağır darbeyi indirmeye kalkıştılar. Nice hadis-i şerifleri “zamana ve döneme uymuyor!” ithamıyla ayıklamaya başladılar. Ne yazık ki bu İngiliz ve Siyonist patentli ifadeler hâlâ mekteplerimizde dozu artırılarak verilmeye devam etmekte, tahribat tamamlanmaya çalışılmaktadır. Zira FETÖ ile mücadele ne acıdır ki siyasi alana münhasır kalmaktadır.
1400 seneden beri zamanlara ve mekânlara hükmeden âyet-i kerime ve hadis-i şerifler kıyamete kadar hitap edecek iken bugün nasıl böyle hezeyanlarda bulunulabilir! Bunlar iki yüz senedir İngiliz ve Siyonist diktesi ile tarihimize, edebiyatımıza ve dinimize yapılan ihanetlerin bir tezahürüdür. Bu ihanetler neticede sizin de belirttiğiniz üzere vatana, millete ve bayrağa ihanete dönüşür.
Bu itibarla bugün dolaylı olarak bizi işgal girişiminde bulunan ve bundan asla vazgeçmeyen Amerika ve kuyruklarına karşı Afrin’de verilen şanlı mücadele taçlandırılmalıdır. Bu zaferin taçlandırılması ise eğitimde tam bağımsızlık yolunun açılması ile mümkündür…
TEFEKKÜR
Mektepte medresede her mevsim gül açardı
Dallarını koparıp başka aşı yapmışlar
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
08.04.2018
Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/601617.aspx