Zinhâr emîn oturma ki âlemde kimse hiç
Bulmadı çarh-ı zâlim elinden emân dahi
Büyük âlim ve şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin vefatı Selim Han’ı çok üzmüştü. Onun vefatının üzerinden henüz üç ay geçmişti ki kendisi bu fani dünyaya veda kıldı.
II. Selim Han’ın vefatı Peçevi tarihinde şöyle anlatılmaktadır:
“Bu alçak ve kıyıcı dünya şaha da gedaya da ebedi olarak kalacak bir yer değildir. Tevafuk bu ya sarayda padişaha has hamamın kimi kubbeleri süslenmiş, kimileri de yeniden yaptırılmıştı. O sırada padişah hazretleri hamamda halvet yapmak istedi. Sevinç içinde neşeyle içeriye girdi. Ancak bu devran cihan padişahına zevkin bu kadarını dahi çok gördü. Hamam içerisinde gezinirken mübarek ayakları mermere takılarak birdenbire bir yanı üzerine yıkıldı ve sert mermer taşı düştüğü tarafını mosmor etti. Hizmetçi ve ağaları onu kaldırıp özel dairesine ilettiler.
Hekimbaşı gelerek yakı ile tedavi edilmesini uygun buldu. Fakat tam o sırada birdenbire ateşi yükseldi. Sonunda bu acı ile sıkıntıdan mide bozukluğuna uğradı. Sözün kısası vade gelmiş ecel de erişmiş imiş. Ne yaptılarsa bir yarar sağlamadı. İnsanoğlu şimdiye kadar ecel derdine bir çare bulamadığı gibi onlar da bulamadılar. Elli yedi yaşında olduğu hâlde Şaban ayının on sekizinde (31 Kasım 1574) Pazartesi günü öğle vakti cennetin en yüksek katına erişti.”
Kaynakların değerlendirilmesinden anlaşıldığına göre II. Selim Han hamamda iken tansiyonu düşüp kaymış ve beyin kanamasından vefat etmiştir.
Şehzade Selim İstanbul’da doğan ilk Osmanlı padişahıdır. 28 Mayıs 1524’te Topkapı Sarayı’nda Hürrem Haseki Sultan’dan doğdu. Çocukluğu İstanbul’da Eski Saray’da geçti. 27 Haziran 1530’da ağabeyleri Şehzade Mustafa ve Mehmed ile birlikte At Meydanı’nda bir hafta boyunca süren eşsiz bir eğlenti ve törenle sünnet edildi. On altı yaşına kadar sarayda kalıp derin bir saray eğitiminden geçirildi. 1542’de on altı yaşında iken Konya sancakbeyi olarak atandı. 1544’de Manisa sancakbeyi olarak tayin edildi ve 1558’e kadar görev yaptı. 1558’de tekrar Konya sancakbeyiliğine atandı ve 1562’ye kadar orada kaldı.
Şehzade Selim sancakbeyiliği yaptığı vilayetlerde tahsiline devam edip ilmini arttırdı. Bu süre zarfında özellikle ilim ve sohbet meclislerine devam etmeye gayret gösterdi. Kütahya’da iken yirmi civarında âlim, edip, şâir ve sanatkârı etrafında toplayarak onlarla yakından ilgilendi.
Kanunî Sultan Süleyman hayatta iken, özellikle 1553’den sonra, şehzadeleri arasında taht için çalışmalar görülmeye başlandı. Kanunî’nin şehzadelerinden Mahmud, Murad, Mehmed ve Abdullah kendi ecelleri ile ölmüşlerdi. Hürrem Sultan’ın kendi oğullarından Selim veya Bayezid’i taht için düşündüğü söylentisi yaygındı. Bu nedenle Şehzade Mustafa’nın ilk defa taht için bir takım faaliyetlere giriştiği duyuldu. Erzurum ve Diyarbekir beylerbeyilerine mektuplar gönderdiği ve kendi tarafına çekmek istediği yönünde bazı belgeler ortaya çıktı. Bu belgelerin bir kısmının Rüstem Paşa tarafından hazırlandığı iddia edilse de Mustafa’nın çevresindekilerin tesiriyle bazı hareketlere giriştiği açıktı. İşte bu söylenti veya gerçekler çok iyi bir eğitim almış geleceğin varisi olarak görülen Mustafa’nın sonunu hazırladı. Mustafa’nın idamına üzülen Cihangir’in de ani vefatı, anaları da aynı olan Selim ile Bayezid’i, saltanat yolunda yalnız bırakmıştı.
Hürrem Sultan’ın hayatta olduğu müddetçe iki şehzade arasında en küçük bir niza görülmemişti. Ancak Hürrem Sultan’ın vefatından sonra bu kez Bayezid’in saltanat mücadelesi için hazırlıkları ortaya çıktı. Aslında Mustafa’nın yanındaki bazı beylerin bu defa da hizmetine vardıkları Bayezid’i hareketlendirdikleri anlaşılıyordu.
Kanunî Sultan Süleyman’ın Bayezid’e gönderdiği nasihatçiler hiç fayda vermedi. Hatta Padişah Bayezid’e nasihatçiler yollarken dengeyi gözetmek adına hiçbir faaliyette bulunmadığı hâlde Selim’e göndermiş ve böylece Bayezid’e tarafsız kalacağı yönünde mesajlar da vermişti. Buna rağmen Bayezid yeni tayin edildiği sancağına gitmediği gibi etrafına topladığı büyük bir kuvvetle Selim üzerine yürüdü. Kanunî bu durum karşısında Anadolu beylerine Selim’in desteklenmesi için emirler yolladı.
29 Mayıs 1559’da iki şehzade taraftarları ve kendi sancak orduları ile birlikte Konya yakınlarında bir muharebeye giriştiler. Babasının desteğini almış olan Şehzade Selim bu çarpışmadan galip çıktı. İran’a doğru çekilen Bayezid’i Hınıs’a kadar kovalayan Şehzade Selim Konya’ya geri döndü. Bayezid ise oğulları ile birlikte, iki bin kişilik kuvvetiyle İran’a Safevi Devleti’ne sığındı. Kanunî, Şah Tahmasb ile yapılan yazışmalarla isyankâr oğlunun geri verilmesini istedi. 25 Eylül 1561’de Şah Tahmasb elinde bulunan şehzadeleri Osmanlı heyetine teslim etti. Şehzade Bayezid’in boğdurulması sonucunda, Konya sancakbeyi bulunan Şehzade Selim, Kanunî’nin rakipsiz tek veliahdı olarak kaldı. Bu nedenle 1562’de devlet başkentine daha yakın olan Kütahya sancakbeyiliğine atandı. Artık saltanat yolu kendisine açıktı.
Aslında şehzadeler arasında saltanat mücadelesinin başladığı yıllarda II. Selim Han’ın musahibi Celal Bey’le bir mülakatı onun bu konudaki tevekkülünü göstermesi bakımından mühimdir. Zira Kanunî Sultan Süleyman’dan sonra yerine kimin geçeceği merak konusuydu. Şehzade Mustafa ve Şehzade Bayezid yıllar önce veliahtlık mücadelesine girişmişlerdi.
Şehzade Selim bir gün musahibi Celal Bey’e, bu meseleyi açmış ve şöyle sormuştu:
“Halk arasında bizim için ne derler, saltanatı kime tahmin ederler?” Celal Bey, ordunun Mustafa’yı tuttuğunu söyledi. Bayezid ise, babası, annesi ve veziriazam tarafından destekleniyordu. Bu durumda Şehzade Selim için bir ümit ışığı görülmüyordu. Ancak Şehzade tevekkülünü bozmamıştı: “Varsın Mustafa’yı en kuvvetlisi istesin. Bayezid’i ana ve babası talep etsin. Selim fakire de Mevlası rağbet etsin. Yarının sahibi var” dedi.
Gerçekten de önce Mustafa sonra da Bayezid hayatını kaybedecek ve saltanat Şehzade Selim’e nasip olacaktı.
II. Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, elâ gözlü ve sarışındı. Annesine çok benzediği rivayet edilmektedir. “Sarı Selim” diye de anılmaktadır. Avcılık ve yay çekmede fevkalâde maharetli olup, zamanında ondan daha kuvvetli yay çeken yoktu. Babası Kanunî Sultan Süleyman devrinde birçok savaşlara katılmakla beraber, tahta geçtikten sonra sefere çıkmadı. Çünkü devrindeki seferler umumiyetle büyük deniz seferleri olup bu seferlere de padişahın kumanda etmesi âdet değildi.
Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan Sokollu Mehmed Paşa’yı hükümet işlerinde tamamen serbest bırakmakla beraber, lüzumlu gördüğü meselelerde duruma müdahale ederdi. Âlimlere büyük hürmet göstermiş, çok sevdiği büyük âlim Ebussuud Efendi’yi vefatına kadar meşihat (şeyhülislamlık) makamında tutmuştur. Sırdaşı ve çok sevdiği Celâl Bey’i Ebussuud Efendi hakkında düşüncesiz birkaç söz söylemesinden dolayı Manastır’a sürmüştür. Cülûs bahşişinin ilmiye sınıfına da verilmesi âdetini ilk defa II. Selim Han çıkarmıştır.
Muhakkak ki Sultan II. Selim’in kendini geliştirmesinde dönemin âlimleri ile bir arada olması büyük rol oynamıştır. Onun belki en büyük şansı Kanunî devri âlimlerinin bir kısmının onun devrinde yaşıyor olmasıdır. Ayrıca Selim Han, Kanunî Sultan Süleyman devri uleması ve sanatkârlarının neredeyse tamamını tanıma fırsatını ve imkânını bulmuştur.Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin dışında devrin önde gelen isimlerinden biri Tarihçi Gelibolulu Mustafa Âli’dir. Künhü’l-Ahbar adıyla meşhur bir tarih eseri olan Âli, 16. asrın en büyük tarihçilerindendir. Yine büyük minyatür sanatçısı
Nakkaş Nigârî II. Selim Han’ın himayesini görmüştür. Şâir Baki, II. Selim Han zamanında Anadolu ve Rumeli kazaskerliği yapmış ancak olmayı çok istediği şeyhülislamlık mertebesine ulaşamamıştır.
İkinci Selim aynı zamanda imarcı bir padişahtır. Kısa süren saltanat döneminde Türk ve dünya sanatının şaheseri sayılan Edirne Selimiye Camii’ni inşa ettirmiştir. Tamire muhtaç olan Ayasofya Camii’ni yaptırdığı istinat duvarlarıyla tahkim ettirerek günümüze kadar gelmesini sağladığı gibi, iki minare eklemiş, yanına iki de medrese yaptırarak külliye hâline getirmiştir. Bunlardan başka Mekke-i Mükerreme’nin su yollarının tamiri, Mescid-i Haram’ın mermer kubbeler ile tezyini, Lefkoşe Selimiye Camii, Aziz Efendi Tekkesi, Navarin Limanı’na hâkim bir mevkiye yaptırdığı kule diğer önemli hayratı arasındadır.
II. Selim Han âlimlere büyük hürmet ve saygı gösterirdi. İlmini takdir ettiği Ebussuud Efendi’yi yaşının ilerlemesine rağmen vefatına kadar görevinden almamıştı. Ünlü mutasavvıf Yahya Efendi’ye hürmeti yüksekti. Tahta çıktığı sırada yaşadığı bir hadise ona derin bir muhabbet duymasına yol açmıştı. Bir gün saltanat kayığı ile Boğaz’ı gezmek için çıkmıştı. Giderken Boğaz’daki bazı yerleri yanındakilere soruyordu. Beşiktaş’a geldiklerinde, kendisine; “Efendim burası Beşiktaş’tır ve Yahya Efendi hazretleri oturur. Buralarını o ihyâ etmiştir” dediler. O zaman Sultan Selim Han; “Yahya Efendi’yi nasıl bilirsiniz?” diye sordu. Ona; “Sultanım! Yahya Efendi, babanız cennetmekân hazretlerinin süt kardeşi idi. Babanızla çok iyi görüşürlerdi” dediler. Selim Han: “Evet, babamla olan yakınlığını ve dostluğunu bilirim. O babama her ne derse babam şüphesiz yerine getirirdi. Yahya Efendi saraya bir defa olsun gelmemişti. Lâkin babam hep onun ayağına giderdi. Babam ona çok iltifat ettiğine göre görelim nasıl zattır. Evliyalığı nicedir. İmtihan için onu bir yere davet edelim” dedi. Kale bahçesi denilen güzel bir yere geldi. Sultan bir adamıyla Yahya Efendiyi buraya davet etti.
Yahya Efendi geldiğinde ona iltifat etmemeyi gönlünden geçirdi. Çok geçmeden Yahya Efendi kayığıyla çıkageldi. Sultan Selim Han, Yahya Efendi’yi görünce tahtından inip hürmetle onu karşıladı ve iltifat etti. Yahya Efendi ona: “Sultanım! Niçin tahtınızdan indiniz. Bu ne iltifat” buyurdu. Sultan, el öpmek isteyince, Yahya Efendi, “Sultanım abdestiniz var mı?” Diye sordu. Sultan; “Abdest alayım” deyince Yahya Efendi: “Dediğim namaz abdesti değildir. Söylediğim tövbe abdestidir” buyurdu. Sultan Selim Han mahçup oldu ve Yahya Efendi’nin ellerinden öpüp, hürmet gösterdi. Onun büyük bir velî olduğuna iyice inandı.
ÂTEŞ KESİLÜR
Sultan II. Selim, daha Kütahya’da şehzade iken Samî, Hatemi, Merdümî, Ulvî, Fıraki, Ferdi, Nigârî, Nihanî, Şeyhzâde Mehmed Çelebi, Memi Gülâbî Çelebi gibi yirmi civarında sanat ve bilim adamı toplayıp ve ayrıca önem vermekle kalmamış ve onları çevresine toplayıp korumuştur. “Selîmî” ve “Tâlibî” mahlaslarıyla bilinen Selim’in manzumeleri bulunmaktadır. Az sayıda söylediği şiirlerinden bazısı klasik edebiyatın en güzel mısraları arasında yerini almıştır. Bunlardan en meşhuru şudur:
Biz bülbül-i muhrik-dem-i şekvây-ı firâkız
Âteş kesilür geçse sabâ gülşenimizden
Yahya Kemal Beyatlı, yukarıda geçen beyti harikulâde bulduğu için tanzim etmiş, üzerine dört beyit daha eklemek suretiyle yeni bir gazel meydana getirmiştir. Şiirin ilk mısraları da şu şekildedir:
Kan aktığı günden beri cân-u tenimizden
Yâkut fer almış denilir madenimizden
Yine Beyatlı, “Selîm-i Sâni’ye Gazel, Sene 982 “ (m. 1574) adlı isimli bir gazel kaleme alarak, Sultan Selim Han’ın tahlilini yapar. Şiirin sonunda
Bir beyti bir de câmi-i ma’mûru var Kemâl
Yağsın türâb-ı kabrine gufrân-ı müşk-bû
Mısralarıyla padişahın “Biz bülbül-i muhrik…” şeklinde başlayan beytinin en az Selimiye Camii kadar görkemli ve ihtişamlı olduğunu belirtir. 1568 senesinde temelleri atılan mabed, 1575’te son şeklini almış; fakat ne yazık ki Sultan Selim Han, caminin tamamlanışını göremeden vefat etmiştir.
Bugüne ulaşan manzumelerine bakıldığında Hazreti Peygamber için yazılmış bir naata tesadüf edilir. Üzerinde oturduğu tahtın yalnız Allah’ın bir lütfu olduğunu dile getiren padişah, bu yüksek devlete kendi çabalarıyla erişmediğine inanmaktadır. Muhatabı olan yüce Peygambere bu duygularını arz ederken her satırda kendisinden merhamet dilemesi, O’na olan bağlılığının ve sevgisinin ne derece olduğunu gösterir:
Yâ resûl-ı müctebâ eyle şefaatle rehâ
Abd-i âciz bir günehkâram gönülde yok sivâ
Eylemiş Allah bu tahtı nasîb ümmetine
Ben günehkâra değil lâyık bu ihsân u atâ
Âcizem pür-asem ü zenb ü pür-ma asidir kulun
Merhamet kılmazsan ey şâh-ı rusûl hâlim fenâ
Lutf ü ihsânından ümmîd kesmezem kim şefkatün
Bu Selimî elbet eyler mevsûl-ı râh-ı Hüdâ
(Ya Resulallah bana şefaat eyle. Aciz ve günahkar bir kulum. Gönlümde başka şeylerin muhabbeti yoktur. Cenabı Hak hiç layık olmadığım halde saltanatı bu günahkar kuluna ihsan eyledi. Oysa ben hatalı, kusurlu baştanbaşa asi günahkar bir kulum. Ey resuller şahı sen merhamet kılmazsan halim fenadır. Senin lütf u ihsanından hiçbir zaman ümidimi kesmem. Selimi’yi (II. Selim Han) Huda’nın yoluna kavuşturacak olan senin şefkatin olacaktır).
Sultan Selim Han, sekiz senelik saltanatı boyunca, devletine ve milletine zarar vermek isteyenlere karşı sağlam bir duvar gibiydi. Bununla beraber uzuna yakın boyuyla, ela gözleriyle ve sarı saçlarıyla her zaman sevenlerine karşı ince ve merhametli davranmıştır. Kısacası bu zamanlarda kendi ismi gibi selim bir çizgi çizmiştir. Nitekim günümüze ulaşan nâdide şiirleri arasında onun bu hususiyetine ışık tutan mısra şu şekildedir:
Tab-ı latîfimiz bizim ey dil Selîm’dir
Yok kimseye adavetimiz Hakk Alîm’dir
(Ey gönül! Bizim latif tabiatımız yumuşaktır. Allahü teâlâ bilir ki, hiç kimseye karşı sebepsiz bir düşmanlığımız yoktur.)