Dûn perver felekâ sende mürüvvet yoğimiş
Ehl-i îmâna derûnunda adâvet çoğimiş
Sultan IV. Murad, Osmanlı sultanlarının on yedincisi ve İslam halifelerinin seksen ikincisi idi. Sultan I. Ahmed Han’ın oğlu olup 27 Temmuz 1612’de Mahpeyker Kösem Sultandan doğdu.
En mümtaz mürebbiyelerin nezaretinde terbiye edildi. Enderun mektebindeki hocalardan hususi dersler aldı. Kösem Sultan, oğlu Murad’ın diğer şehzadelerden her yönü ile üstün olması için çok gayret gösterdi.
Şehzade Murad da kendisine gösterilen alâkayı boşa çıkarmadı. İlim öğrenmekteki sürati, planlı yaşayışı, spor ve silah talimlerindeki başarısı, atik ve çevikliği, çabucak serpilip yetişmesi ile dikkati çekti. Hüsamzade, Sarı Solak ve Hacı Süleyman efendilerden ok satmayı, Cündî Halil Paşadan ata binmeyi öğrendi. Zekeriyazade Yahya Efendi gibi zamanın önde gelen âlimlerden fıkıh dersleri aldı
Babasının da hocası olan Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretlerini, küçük yaşta Üsküdar’daki dergâhında ziyaret etmeye başladı. Babası Sultan Ahmed Han’ın vefatıyla, memlekette devlet otoritesi sarsılmış, îslam düşmanları her taraftan hücuma geçmişti. Binlerce yeniçeri, başıbozuk bir güruh haline gelmişti.
Sultan Murad Han, çocuk denecek yaşta olmasına rağmen, saltanat işlerine yabancı kalmamak için her işi öğrenmek ve mahiyetini anlamak istiyordu. Çok zeki ve seri anlayışlı ve hafızası kuvvetli olduğundan, yaşı ilerledikçe devlet işlerine alâkası artıyordu. Diğer taraftan ilim öğreniyor, tarih kitaplarını okuyor, dedelerinin hal ve hareketlerini, çeşitli durumlar karşısında aldıkları tedbir ve tavırları tek tek inceliyordu.
Dedelerinden Yavuz Sultan Selim Han’a özeniyor, onun gibi olmak için her yönden kendisini yetiştiriyordu. Onun gibi bilgili, onun gibi güçlü kuvvetli, onun gibi korkusuz olmak için çırpınıyordu. Zaman zaman halkın içine girer, değişik kıyafetlerle onların sohbetlerini dinlerdi. Halkın derdini halktan bir kimse olarak yerinde incelerdi, insanların kimden nasıl zarar gördüğünü, zulüm merkezlerini tek tek tespit etti.
Sultan Murad, uzun boylu, geniş omuzlu, kalın kemikli, koyu kumral saçlı, kara gözlü, beyaz tenli, simaca heybetli ve mehabetli idi. Harikulade bir kuvvete malikti. Eşine az rastlanan sürat ve maharetle ok ve yay kullanırdı. Attığı ok ve harbelerle kalkanı böler, iki yüz okkalık gürzü sallayarak idman yapardı.
Sultan Murad Han’ın cesareti, her türlü zorluğa tahammülü, keskin zekâsı, hünerleri askerî dehası, atıcılık, binicilik, silahşörlükteki başarısı, askerleri ve tebaası tarafından çok takdir ediliyordu. İki yüz okkalık gürzleri kolayca kaldırır, hızla giden iki atın birinden diğerine atlar, attığı ok, tüfek mermisinden uzağa düşerdi. Eski saraydan attığı bir cirit, Sultan Bayezid Camii minaresinin dibine düşmüştür. Devrinin bütün silahlarım en iyi şekilde kullanırdı.
Kendisinin zekâsı kadar hafızasının da kuvvetli olduğu rivayet edilmiştir. Hafız Paşanın şahadetinde rolü olan bir adamı, Bağdad Seferinde bulunurken Konya’da teşhis etmiş ve hemen yakalanmasını emretmişti. Fakat zorba buradan kurtulmayı bilip gizlenmişti.
IV. Murad Han memleketin en karışık bir devresinde hükümdar olmuştu. Ağabeyi Sultan II. Osman bir isyan neticesi şehit edilmiş olup hem merkezde hem de taşrada zorbalar devlet idaresini ele geçirmişlerdi. İstedikleri gibi hareket ediyor, halka zulmediyorlardı. Bu itibarla Murad Han yirmi yaşına geldiğinde devlet dizginlerini ele alınca zorbalara karşı acımasız bir kıyım hareketi yaptı. Zorbalıkla devlet köşelerine gelenlerin hepsinin hakkından geldi. Osmanlı Devleti’ne yeniden hayatiyet kazandırdı.
Hey meded ehl-i dile özge musibet oldu
Özge gam, özge bela, özge felaket oldu
Kimdir ol kim yakasın bu derd ile çâk etmez
Kimdir ol kim yerine şimdi ne eflâk etmez
Sultan IV. Murad Han, kendisinden elli dokuz yaş büyük olan Şeyhülislam Yahya Efendi’ye, “Baba” diye hitap eder, baba olarak bilir ve her türlü sözünü itirazsız kabul ederdi.
Dinin hükümlerini çok iyi bilirdi. Arapçaya ve Batı dillerine hâkim idi. Her türlü memleket meselesine vâkıftı.
İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Evliya Çelebi ve Kâtip Çelebi gibi âlimler, teşvik ettiği kimseler arasında idi.
IV. Murad Han’a, tarikat erbabı kötülenmiş ve onların bazı işlerinin yasaklanması istenmişti. Padişah zamanın tasavvuf ehli âlim ve faziletli kimselere de tarikatla ilgili hususları sorup, onlardan cevap talep etti. Bunlar arasında İsmail Ankaravî de vardı. O da üç gün içinde yirmi sayfalık bir risale yazıp arz etti. Cevaplar, Şeyhülislam Yahya Efendi ve diğer önde gelen âlimler tarafından incelenip uygun görüldü ve padişah tarafından da kabul edildi. Böylece onların vesilesi ile tasavvuf ehli sıkıntıdan kurtuldu. Devrin büyük
velilerinden Aziz Mahmud Hüdâyî de Ankaravî İsmail Efendinin cevaplarını beğenmiş ve onu medhetmiştir.
Sagredo onun, Machiavel’in Hükümdar adlı eserini bir mühtediye tercüme ettirip okuduğunu kaydetmektedir. Sultan Murad’ın yazısı güzel bir talik kırmasıdır. Kâtip İbrahim Efendi’ye hattatlık sanatına dair “Gülzâr-ı Savab” adlı bir risale yazdırmıştır.
Dünyada ilk defa olarak uçuş denemesi yine onun zamanında İstanbul’da yapılmış; rivayete göre Hezarfen namıyla maruf Ahmed Efendi, Galata Kulesi’nden Üsküdar’a kuvvetli bir lodos rüzgârıyla uçmuştur. Yine dünyada ilk defa olarak fişek usulü ile füze tecrübesi de Hasan Çelebi namındaki bir Türk sanatkârı tarafından tecrübe edilmiş ve barut macunu kullanılarak imal edilmiştir. Bu iptidai füzenin muharebelerde kullanılması kendisine teklif edilen padişahın, çok adam kırdıracağını, bunun ise zulüm ve günah olduğunu söyleyerek reddettiği rivayet edilir.
HER GECE BİR BAŞKA SOHBET
Kur’ân-ı Kerim okumayı ve ibadetlerini hiç ihmal etmezdi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i Saadet dairesinde Kur’ân-ı Kerim okurdu. Yaz ve kış her Cuma gecesi bilginleri, şeyhleri ve hafızları toplayarak ilmî tartışmalar yaptırırdı. Cumartesi geceleri ilahi okuyanları dinlerdi. Pazar geceleri Tıflî, Cevrî, Nef’î, Arzî, Nedim, Nisarî, Beyanî ve Uzletî gibi şâirlerle sohbet ederdi. Pazartesi gecesi damadı Muslî Çelebi, Mukallit Cifit Hasan, Akbaba, Sarı Çelebi, Çakman Çelebi ve Simitçizade gibi mukallit ve hazır cevap kişileri toplar ve eğlenirdi.
Salı gecesi güngörmüş ihtiyarlar ile sohbet ederek konuşmalarından faydalanırdı. Çarşamba gecesi halkın salihleri ve hayır sahipleriyle, Perşembe gecesi dervişler, macera sahibi ve maarif erbabı ile sohbet ederdi. Her sabah divana çıkar ve Müslümanların işlerini görmeye çalışırdı.
Evliya Çelebi, Osmanlı sülalesinde böyle zapt edici, bağlayıcı, adil, sert ve şiddetli, eşkıya düşmanı, Zaloğlu Rüstem gibi kuvvetli, yiğit ve cesaret örneği bir padişahın gelmediğini rivayet ederdi.
IV. Murad devlet erkânına ve hatta ulemaya karşı sert davranmasına rağmen adil davranmayı da kendisine şiar edinmişti. Mesela, seferler sırasında halka zulmedenlere göz açtırmadığı gibi, halktan parasız bir şey alınmamasını da emretmiştir. Ayrıca kadıların hakkaniyet üzere hüküm vermelerini de öğütlemiştir. Güçlü bir iradeye ve hafızaya sahipti. Her şeyi öğrenmek ister, devlet işlerine tam manasıyla hâkim olmak için her şeyden şüphe ederdi.
Onun suçlulara merhametsiz davranması ve çok kan dökmesi dikkatleri çekmiştir. Ancak gerek Anadolu’da gerekse İstanbul’da türeyen zorbaların devlet otoritesini hiçe sayarak halka zulmetmesi padişahı bu şekilde hareket etmeye zorlamıştır. Bu yüzden her vilayetten raporlar alınıp asayiş gözetilirdi. İç huzura bu kadar önem vermesinden dolayı halk, onun zamanında rahatlık ve emniyet içinde yaşamıştır. Bu onun en müspet icraatlarından biri olmuştur. Peçevi bu durumu şu şekilde yazmıştır, “… Dünyada onun isteğine karşı çıkabilecek kimse kalmadı. Belki birinin ektiğinden başka bir kimse bir dane bile alamadı.”
Birçok tarihçinin Kanunî sonrası en büyük Osmanlı padişahı olarak kabul ettikleri IV. Murad Han, hep dedesi Yavuz Sultan Selim Han’a benzemeye çalışırdı. Gerçekten de birçok vasıfları onunla uyuşurdu. Fakat Yavuz’un sahip olduğu kıymetli devlet adamlarına ve tecrübeye malik değildi. Tahta geçtiğinde hazine bomboştu. Vefatında ise on beş milyon altın olup gümüş paranın hesabı yoktu.
Avrupa baştanbaşa istihbarat ağı ile örülmüştü. Avrupalıların en gizli sırları, Osmanlı sarayına günlük ulaşıyor, yabancı diyarlarda âdeta kuş uçurtulmuyordu. Tahta çıktığında neye yaradığı belli olmayan yüz bin yeniçeri varken, vefatında itaat altına alınmış otuz beş bin yeniçeri bulunuyordu.
IV. Murad Han, bozulmuş devlet nizamını yoluna koymak için mülazımlıkları kaldırdı. Tımar sistemini yeniden düzene koydu. İsrafın önüne geçmek için kanunlar çıkarttı. Sipahilerden zorbalıkla ele geçirdikleri evkaf idaresini ve diğer hükümet hizmetlerini aldı. Sipahileri intizam ve itaat altına alarak, bunların ve birtakım bozguncuların toplandığı yerler olan kahvehaneleri kapatarak asayişi temin etti. Yeniçerilik tahsisatının şuna buna yemlik olması suistimalini kaldırarak, yeniçeriliği ıslah etti.
Asayişin tamamen bozulduğu, kudretin zorbaların elinde bulunduğu bir zamanda başa geçen IV. Murad Han, vefatında, içte ve dışta huzurlu ve itibarlı bir devlet bırakmıştı. Avrupa’ya hiç sefer yapmadığı halde, masumları katletmekle meşhur olan Avrupa devletleri bu Muhteşem Sultan’a itaat etmek için birbirleriyle âdeta yarıştılar.
En küçük suçları bile memleketin selameti için cezalandırmaktan çekinmeyen sultan IV. Murad Han’ın merhameti çoktu. Savaş esnasında otağının yanına kurdurduğu seyyar hastanelerdeki yaralı ve hastaları bizzat ziyaret eder, onlarla yakından ilgilenirdi. Memleketin her tarafındaki imarethanelerin vakıf şartlarına uygun şekilde çalışması, fakir ve yetimlerin aç ve açıkta kalmaması için gayret gösterir, emrine uymayanları şiddetle cezalandırırdı.
Askeri kendisinden ne kadar çekinirse, o kadar sever ve takdir ederdi. Bütün sefer meşakkatlerine askerle beraber katlanmış, onların yediği gibi yemiş, yattığı gibi yatmıştır. Bu suretle büyük kumandanlar gibi, önce onların kalbini teshir etmiştir. Kudreti ve kuvveti, tavırları ve atılganlığı, ordusu tarafından daima takdir edilmiş ve hayranlıkla müşahede edilmiştir. Nitekim vefat ettiği zaman, saray ve devlet erkânıyla birlikte, ahali ve asker de ardından pek çok gözyaşı dökmüştür.
Din ve devlet menfaatine iş yapanı hemen mükâfatlandıran Sultan Murad Han, pek çok hayırlı işin yarımda, Topkapı Sarayında Revan ve Bağdad Köşkü gibi nadide eserler, köprüler, kervansaraylar, hanlar ve benzeri hayır eserlerini de inşa ettirdi. Boğazda bir saray yaptırıp, oğlu Muhammed’in doğumunda yedi gece kandiller asılıp şenlikler yapıldığından, buraya Kandilli denildi. Kavaklar’daki kaleleri yaptırdığı gibi, pek çok şehrin de surlarını tamir ettirdi. Bağdad’ı fethedince, İmam-ı A’zam ve Abdülkadir-i Geylânî Hazretleri’nin türbelerinin tamirini yaptırdı. Kâbe-i Muazzama’yı su basması üzerine, Ankaralı Mehmed ile Rıdvan Ağayı Kâbe-i Muazzama’yı ‘tamirle vazifelendirdi.
Din ve devletin menfaatine ters düşen en küçük hataları bile affetmeyen bilhassa zulüm ve hıyaneti, emre itaatsizliği şiddetle cezalandıran Sultan Murad Han, hassas ve ince bir kalbe sahipti. Çok güzel şiirler yazdı ve şâirleri koruyup himaye etti.
IV. Murad Han devrinde kazanılan zaferlerin yanında pek çok âlim, şâir, tarihçi ve sanatkâr yetişerek kıymetli eserler meydana getirmişlerdir. Bunlardan bibliyografya, tarih, coğrafya sahasında Katib Çelebi ve Vekayiname sahibi Topçular Kâtibi Abdülkadir, Ravdatü’l-Ebrar ve Zafername sahibi Karaçelebizade Abdülaziz, Tarih-i Gılmanî sahibi Mehmed Halife, teşkilat ve idare sahasında Koçi Bey, şâirlerden Nef’î, Azimzade Haletî Efendi başkalarıdır.
Nef’î bir beytinde IV. Murad Han’dan şu şekilde bahsetmektedir:
Nice benzer sana tarz-t padişah-t selef
Bir midir pervaz-ı anka ile pervazı cerad
(Geçmiş padişahların tarzları sana nasıl benzer.
Anka’nın uçuşu ile Çekirge’nin uçuşu bir midir?)
MURADÎ
IV. Murad Han, sanata ilgi duyan ve bu yoldakileri teşvik eden kültürlü bir padişahtı. Muradî mahlasıyla şiirler yazardı. Manzu melerinin toplu halde bulunduğu bir divanı yoksa da şiirler yazdı. Bu şiirleri muhtelif tezkire ve mecmualarda yer almaktadır.
Bugün için bilmece olarak adlandırabileceğimiz ve devir için muamma ismi verilen türde devrin şâirlerinden Nef’î ile IV. Murad Han arasında şöyle bir hadise yaşanmıştır. Bir meclis sonrasında padişah etrafa bakarak orada bulunanlara, “Bir güneşin üzerinde beş adet hilali parlarken gördüm,” mealinde şöyle der:
Dırahşân oldu gördüm beş hilâl üstünde bir hurşîd
Mısrada geçen “gördüm” fiilinden yola çıkarak Nef’î çevresinde bulunanlara şöyle bir göz gezdirir. Bu esnada dizini dirseğine destek ederek beş parmağıyla alnını kavrayıp düşünmekte olan bir veziri hemen şu mısraı söyler:
Meğer kim pençe-i sîmîne ol meh-pâre yaslanmış
(Meğerse o ay parçası gümüşten bir pençeye yaslanmış)
Sultan Murad Han, Nef’înin bu sürat-i intikaline hayran olarak ihsanlarda bulundu.
Padişaha ait olan bir diğer muamma ise şöyledir:
Bir kal’a-i muallak içinde oldu derya
Ol kalanın içinde bir balık eylemiş câ
Tutar ağızda balık bir gevher-i yegâne
Durdukça gevher anda balığı eyler ifnâ
Attı Murad bu nazmı meydân-ı şâirâna
Her kim dilerse mansıb feth ide bunu ra’nâ
(Asılı bir kalenin içinde bir deniz vardır ve o kalede de bir balık yer almaktadır. Balık, ağzında tek bir parça mücevher tutmaktadır ve böyle kaldığı müddetçe balık yol almaktadır. Sultan Murad bu namı şâirler meydanına attı. Her kim kendisi için bir ihsan dilerse bunu güzelce çözmesi gerekir.)