Son dönemlerde Türkiye, Mavi Vatan, Adalar Denizi, Enerji, Suriye, Musul ve Kerkük konularında haklarını sonuna kadar ve büyük bir kararlılıkla savunmaktadır. Yedi düvelin yeniden husumetini gösterdiği son yıllarda ülke muhalefetinin hükûmetin yanında birlik içinde olmaması çok acıdır. Oysa tarih bize birlik bütünlük içinde olduğumuzda başarının geldiğini haber veriyor.
Türk Kurtuluş Savaşı, Lozan Barış Antlaşmasıyla son bulmuştu. Fakat Lozan, üzerinden yıllar geçmesine ve hatta yüz yılı bulmasına rağmen hâlâ en çok konuşulan ve tartışılan bir antlaşma olarak karşımıza çıkmaktadır. Zira Lozan Antlaşmasıyla birlikte hâkimiyet haklarımızı ihlal eden birçok mesele de ortaya çıkmıştır.
Bunların başında hiç kuşkusuz Boğazlar meselesi geliyordu. Son dönemde meydana gelen Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte tekrar gündeme gelen Boğazların önemi her geçen gün artmaktadır. Lozan’ın Boğazlarla ilgili bölümü şu şekilde idi:
“Boğazlar’da barış ve savaş dönemlerinde denizden ve havadan serbest geçiş esası kabul edilmişti (md. 23). Bu maddeye ek protokole göre Boğazlar’dan geçişi kontrol etmek üzere bir Türk üyenin başkanlığında İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Rusya ve Sırbistan temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulacaktı. Amerika Birleşik Devletleri de isterse bu komisyona üye olabilecekti. Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının her iki yakasında belirli bir bölge silahtan arındırılacaktı. Türkiye bu bölgede sayısı 12.000’i geçmeyen bir kuvvet bulundurabilecekti.”
Görüldüğü üzere Çanakkale ve İstanbul Boğazları on üyenin bulunduğu bir komisyon tarafından idare edilecek ve bu bölgeler askerden arındırılacaktı. Göstermelik olarak da bu komisyonun başkanı Türk olacaktı…
Geçmişe bakıldığında ise yaklaşık 400 sene (1453-1841) Boğazlardan geçiş düzeni Osmanlı Devleti’nin mutlak hâkimiyeti altındaydı. 1841 yılında imzalanan Londra Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlarımız uluslararası bir statü kazandı. Böylece Osmanlı Devleti, Boğazlar üzerinde barış zamanındaki tam hakkını yitirmiş oldu. Daha sonra Paris (1856), Londra (1871) ve Berlin (1878) antlaşmalarına konu edilen Boğazlar, Birinci Dünya Savaşı’nın sonrasında Lozan Antlaşmasındaki düzene geçmiştir.
1. Dünya Savaşı sonrasında imzalanan sözde barış antlaşmaları II. Dünya Savaşına giden yolu hazırlarken Boğazların önemi bir kez daha ortaya çıkmıştı. Gelişmeler üzerine Türkiye ilk olarak Lozan Konferansı’na katılan devletlere bir nota verdi (11 Nisan 1936). Notada özetle Türkiye’nin isteği şöyle idi:
“Avrupa’da yaşanan gelişmeler, Lozan’da Boğazların güvenliği için verilmiş olan garantiyi işlemez hâle getirmiştir. Türkiye güvenliği, savunması ve hâkimiyet haklarının korunması bakımından bu statünün değiştirilip Boğazların askerîleştirilmesinden yanadır.”
İsteyince oluyor!
Demek ki arzu edince ve haklarını yerinde savununca oluyor. Bugünkü muhalefet o gün olsa, “aman Lozan’a dokunmayalım” diye çığlıklar atardı. Oysa Türkiye’nin isteği olumlu karşılandı ve İsviçre’nin Montrö (Montreux) şehrinde bir konferansın toplanmasına karar verildi (22 Haziran 1936). Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras başkanlığında bir heyetin temsil ettiği konferans Montrö Sözleşmesi adını alan yeni Boğazlar Sözleşmesi’yle sona erdi (20 Temmuz 1936). Türkiye, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği, Japonya, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Yugoslavya arasında imzalanan sözleşmeyi daha sonra İtalya da imzaladı (2 Mayıs 1938).
Montrö Boğazlar Sözleşmesi diye adlandırdığımız bu antlaşma yirmi dokuz maddeden oluşuyordu. Ayrıca dört ek madde ve bir de protokol bulunmakta idi. Sözleşme ile 1923 sözleşmesindeki Boğazların silâhsızlandırılması kayıtları kaldırılarak Türkiye’nin hâkimiyet hakları yeniden sağlandı.
Lozan’da olduğu gibi Boğazlar’dan ticaret veya savaş gemisi ayırımı gözetilmeden geçiş serbestliği ilkesi kabul edildi (md. 1).
Sözleşme yirmi yıl için imzalanmış olduğu hâlde (md. 28) şimdiye kadar hiçbir imzacı devlet tarafından feshedilmediğinden yürürlükte devam etmektedir.
Montrö’nün birinci bölümde ticaret gemilerinin geçiş rejimi düzenlenmiştir (md. 2-7). Buna göre barış zamanında ticaret gemileri, bayrağı ve yükü ne olursa olsun gündüz ve gece Boğazlar’dan geçiş serbestliğinden tam olarak yararlanacaktır. Transit geçiş yapanlar, sözleşmenin birinci ekinde öngörülen resim veya harçlar dışında para ödemeyecektir. Kılavuzluk ve römorkaj isteğe bağlıdır.
Savaş zamanında Türkiye savaşan değilse ticaret gemileri aynı şekilde serbest geçiş hakkından yararlanacaktır. Türkiye savaş hâlinde veya yakın savaş tehdidi altında ise sadece düşman olmayan ülkelerin ticaret gemileri düşmana yardım etmemek şartıyla serbestçe geçebilecektir. Bu gemiler Boğazlar’a gündüz girecek ve geçiş Türk makamlarının göstereceği yoldan olacaktır. Kılavuzluk bu durumda zorunlu kılınabilecek, fakat ücret alınmayacaktır.
İkinci bölümde savaş gemilerinin barışta ve savaşta geçiş rejimi, Karadeniz’de kıyısı bulunan devletlerle bulunmayanlara göre değişiklik gösterecek şekilde düzenlenmiştir (md. 8-22). Buna göre barış zamanında hafif su üstü gemileri, küçük savaş gemileri ve yardımcı gemiler, bayrakları ne olursa olsun hiçbir resim ve yükleme bağlı tutulmadan Boğazlar’dan serbestçe geçebilecektir. Ancak Boğazlar’a gündüz ve öngörülen şartlara uygun biçimde girmeleri şarttır. Karadeniz’de kıyısı olan devletlerin savaş gemileri, önceden haber vermek şartıyla tonilatoları ne olursa olsun Boğazlar’dan her zaman geçebilecektir.
Gülünç geçiş ücreti ve düzenleme!
Türkiye, Montrö ile birlikte İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından girip çıkan gemilerden fener, tahlisiye ve sağlık rüsumu ücreti talep etme hakkını elinde bulunduruyor. Bu ücretlendirme o dönemde Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ortak para birimi “Germinal Frank” üzerinden yapılmasına karar verilmişti.
1936’da 1 Frank 0,29 gram saf altına karşılık gelirken, Germinal Frank’ın artık tedavülde olmadığı dönemlerde ödemeler dolar üzerinden Türk lirası ile yapıldı ancak güncel kurlar dikkate alınmaksızın 1 Frank’ın değeri yine 0.29 gram saf altın karşılığı olarak korundu.
1983 yılında ise Türkiye o günkü geçiş ücretleri haklarından yaklaşık %75 feragat ederek 1 Altın Frank’ı indirimli değeriyle 0.80 dolara sabitledi. Bugüne kadar da geçiş ücretleri, güncel döviz alış kurunun altın/frankın indirimli değeri 0.80 dolarla çarpılması suretiyle uygulandı.
39 yıldır uygulanan bu sistemle Boğazlarımızdan elde edilen yıllık gelir yaklaşık olarak 40 milyon dolar seviyelerinde kalmıştır. Son günlerde Ulaştırma Bakanlığı yetkilileri tarafından duyurulan ve 7 Ekim 2022 tarihinde yürürlüğe girmesi planlanan yeni düzenlemeye göre 0.80 dolar olan tonaj başına alınan ücret 5 kat artırılarak dört dolara çıkarılmıştır. Böylece yıllık gelirin 200 milyon dolar olması öngörülmüştür. Buna rağmen dünyadaki diğer kanalların gelirleriyle kıyaslama yaptığımızda ortaya komik rakamlar çıkmaktadır. Akdeniz’i Kızıldeniz üzerinden Hint Okyanusuna bağlayan Süveyş Kanalının 2021 senesi verilerine göre yıllık geliri tam altı milyar dolar seviyesindedir. Yine Atlantik Okyanusunu Pasifik Okyanusuna bağlayan Panama Kanalının yıllık geliri 1,5 milyar dolar civarındadır. Hâl böyle olunca yeni düzenlemenin bile yeterli olmadığı ortaya çıkmaktadır…
Bugün artık daha da iyi anlaşıldığı üzere Lozan Antlaşmasındaki 1936 Montrö düzenlemesi de yeterli değildir. Son yıllarda ortaya koyulan Mavi Vatan anlayışına uygun olarak Çanakkale ve İstanbul Boğazlarımız millî çıkarlarımıza hizmet eder hâle getirilmelidir. Özellikle Montrö’de yer alan “Kılavuzluk ve Römorkaj” hizmetleri isteğe bağlı değil, zorunlu tutulmalıdır. Her yıl gündeme gelen İstanbul Boğazı’ndaki gemi kazaları bu düzenlemeyi zorunlu kılmaktadır. Yine Boğazlardan bir gün içinde geçecek askerî gemilerin kıyıdaş olsun ya da olmasın toplam tonajının 15 bin tonu aşmaması gerekiyor. Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin burada aynı anda bulundurabileceği gemilerin toplam tonajı 45 bin tonu; kıyıdaş olmayan tek bir ülkenin ise 30 bin tonu aşamıyor.
Görüldüğü üzere Türkiye’nin millî menfaatlerini zaafa uğratan bu tarz kısıtlamalar, “acaba Montrö bugün de revize edilir mi?” sorularını beraberinde getiriyor.
TEFEKKÜR
Leb-â-lebdir zemîn ü âsmân esrâr-ı hikmetten
Ve lîkin keşf ü tahkîke sezâ çeşm ü dehen yoktur.
Nâbî
(Yer ve gök hikmet sırlarıyla dopdoludur
Görmeye ve açıklamaya uygun göz ve ağız yoktur.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
09.09.2022
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/632208.aspx