Her mekânın bir maksadı, bir işlevi ve bir ruhu vardır. Orada onu icra eder ve ondan maddeten ve manen istifade edersiniz!
Saray, devlet başkanlarının karargâhıdır. Devlet işlerini yürüttükleri yerdir. Milletin de derdine derman aradığı müracaat noktasıdır. Orayı han, hamam gibi kullanamazsınız.
Hamamlar insanların yıkandıkları, temizlendikleri yerdir. Müderrisler, hocalar, öğretmenler dersi hamamda işleyeceğiz diyemez. Oraya davet edemez.
Çarşı ve pazarlar alışveriş merkezleridir. Ticaret oralarda yürütülür. Manen de helal rızık temin yeridir. Kimse futbol maçımızı pazarda yapacağız demez. Stadyumlar futbol maçlarının alanıdır. Basketbol maçı oynanmaz. Kabine orada toplanmaz.
Dolayısıyla binalar bir maksada yönelik olarak ve aynı zamanda o maksada uygun bir tarzda inşa edilir. Ona göre de kullanılır.
Camiler de Allah’ın evleridir. Namaz ibadeti içindir. İbadet mekânı olduğu için, namaz vakitleri dışında ana maksadına ters düşmeyecek işler de orada görülebilir. Misal olarak çocuklarımıza Kur’ân-ı kerim dersleri verilebilir. Dinî sohbetler yapılabilir.
Ancak orası ne çarşı pazar alışveriş yeri, ne maddi temizlik mekânı, ne oyun ve eğlence salonu ve ne de futbol sahasıdır.
Maalesef son dönemlerde gün geçmiyor ki camilerimizde aslına uygun düşmeyen işler olmasın!..
Geçenlerde bir camide nikâh kıyılmıştı. Evet, nikâh hiçbir şekilde kıyılamaz demeyeceğim amma nikâh içindeki hareketler dinimize asla uygun değildi. Pasta kesmeler, kadın erkek karışık muhabbetler gırla gidiyordu.
Kusura bakmayın ama camiler haram işlenecek bir mekân değildir. Gidiniz bunu müftülük makamında yapınız. Müftüler arzu ederse nikâhı merkezlerinde kıyabilir. Pastalarını da hangi düğün salonlarında keseceklerse kessinler ve yesinler.
Nasıl ki belediye görevlisi düğün salonuna gelip nikâhı kıyıyorsa, imamlar ve müftüler de oraya gidip görevi icra etsinler. Yoksa belediye görevlisinin camiye gelmesi haram değil yarın o da gelebilir ve illa burada kıyacağım derse ne olacak?
Dolayısıyla uzak olmayan bir zamanda camiler nikâh ve dans gösterileri merkezi hâline gelebilir!.. Bunun sorumlusu bugün gelişmeleri gözlerini kapayarak izleyen din görevlileri, diyanet sorumluları ve hükûmet yetkilileri olacaktır.
Açmayın bu kapıyı kardeşim! Allahü teâlânın evlerini haramlarla kirletmeyin.
Geçtiğimiz günlerde de deprem sonrası çocukları neşelendirmek adına bir camide tabiri caizse sirk gösterisine şahit olduk!
Tabii camide sadece bebeler ve çocuklar yoktu. Kadınlar, erkekler, genç kızlar, açığı, kapalısı camiyi doldurmuşlardı. Palyaçolar ve güldürü ustaları müzik eşliğinde genç kızların da katılımıyla hoplayıp zıplıyorlardı. Erkekler de onları izlemekte ve çekim yapmakta idiler. Kadın erkek diyanet görevlileri de alkış tutuyordu. Cami yine bir haram yuvası hâline getirilmişti.
Kardeşim senin neyi nasıl yapacağın, haram veya helal ne işler icra edeceğin beni ilgilendirmez. Fakat orayı yani camiyi bu iş için kullanma!
Git bu müsamereyi bir okulda yap. Git bunu bir belediye kültür merkezinde işle. Git düğün salonunda zıpla! Statta oyna. Ama camide lütfen bunu yapma!
Cemaatle namaz için stadyuma, kültür merkezlerine okullara gidilmeyeceği gibi o işler de camide olamaz. İçkini git meyhanede iç, camiye sokma!
Ayrıca çocuklara terapi yapmak ve onları deprem afetini unutturmak için diyorsan onun camide nasıl yapılacağı da bellidir.
Şayet bunu hocalar bilmiyorsa davet ediniz size bunun yollarını öğreteyim. Fakat Kur’ân-ı kerimi sorgulayan, Peygamber efendimizi hadislerini sabah akşam tartışma konusu yapan DİYK üyeleri bunu yapmazlar! Galiba onlar için cami âdâbı da bir hikâyeden ibaret olmuştur…
Zira bütün bu gönülleri inciten, can acıtıcı manzara karşısında suspus durumda kalmışlardır. Ayasofya’da bir kadın ahlaksız gösteri yapınca ayağa kalkanlar, bugün kendilerinin aynı noktaya doğru gittiklerini görüyorlar mı acaba?
Naz makamı!
Sekiz sene Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı ve sekiz sene de Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Prof. Dr. Mehmet Görmez depremzedeler için değerlendirmede bulunurken konuyu son derece tehlikeli bir noktaya doğru taşıdı.
Görmez, sohbetinde depremzedelerin gönüllerinin naz makamı olduğunu ifade ederken “Onlar şimdi naz makamındadır. Üzüntülüdür. Onların gönülleri Rabbe karşı kırık, devlete karşı buruk, hatta biraz da öfkeli olabilir. Ancak bu kırıklığı, bu burukluğu, yüreklerine dokunarak, hayatlarına rahmetle, şefkatle dokunarak gidermek bizim görevimizdir. Milletimizin görevidir” diyerek bazılarının -ki bunlar muhtemelen idarecilerdi- dikkatini çekti.
Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış birisinin “naz makamı”nın ne demek olduğunu bilmemesi olamaz. Çarpıtmak ise ancak bu kadar olur.
Bir defa “naz makamı”nın kırgınlık, küskünlük ve dargınlıkla ilgisi yoktur. Sevilenin sevildiğini anlayınca naz etmesi ve hatta daha çok sevilmesini arzulaması gibi bir durumdur. Daha çok evliyaullahta görülen bir durumdur.
Görmez’in belirttiği hâşâ “Allah’a karşı gönülleri kırık” sözü İslam itikadına göre başlı başına küfre götürecek bir durumdur. Çünkü Cenab-ı Hakk’ın irade-i külliyesine yani kadere rızasızlıktır.
Öte yandan günlerce depremzedeler ile yapılan söyleşilerde böyle tek bir ifade duymadık. Bölge halkımızın son derece metanetli duruşlarını, Hakk’tan gelene teslimiyet sahibi olduklarını ve tövbe ettiklerini gördük. İmanlarının daha da güçlendiğini anladık. Bu hâllerini o günlerde bölgeden yayın yapan birçok kişi de özellikle belirtti…
Şunu anlıyoruz ki, onların “kocakarı imanı”, ılımlı İslamcı sahte hocaların içyüzüyle mukayese edilemeyecek kadar net ve açıktı. Zira müminin şiarı, Yunus Emre hazretlerinin dediği gibi:
Hoşdur bana senden gelen
Ya hil’atü yahut kefen
Ya gonca gül yahut diken
Kahrın da hoş lütfun da hoş
Dizesine tam manasıyla uygundur.
Ne gariptir ki başına derd ü bela gelenler değil de Rabbe karşı kırgınlık hâli bir Diyanet İşleri Başkanının aklına gelip, o kişileri küfre düşürebilecek bir noktaya doğru yönlendirme yapıyor!.. Bazıları da onun bu tehlikeli söylemlerine karşı sosyal medyada “ne güzel ifade” diyerek güzelleme çekiyor. İnsanı küfre sevk edecek bir ifadeyi hararetle benimsemek gibi bir bedbahtlık olamaz. Ya Rabbi muhafaza eyle!
Keza Görmez’in devletin ilk günden itibaren yaraları sarmak yolunda müthiş çabalarına karşı, bölge halkını, buruk ve öfkeli tavır içinde göstermek istemesini anlamak da mümkün değildir. Galiba Görmez, hâlâ Diyanet İşleri Başkanlığından alınmış olmanın burukluğunu ve devletine olan öfkesini atamamış gibidir. Bunu da depremzedeler üzerinden kullanmaktadır. Gerçekten yazık!
Peki ya mucize!
Bir kelimeyi anlamı dışında kullansanız sizi derhal ti’ye alaya alırlar, dalga geçerler. Bunu defalarca tekrar ederseniz artık ne derler bilemiyorum.
Depremde muhabirlerin, yorumcuların, habercilerin en fazla kullandığı kelimelerden biri “mucize” kavramı oldu. Yani bir bakıma bunlar “mucize” kelimesini tamamen yanlış yerde kullanarak cehaletlerini bıkmadan usanmadan tekrar tekrar sergilediler.
Bazılarının zaten İslâmî değerleri bilmek öğrenmek gibi bir dertleri yoktur. Onları bir bakıma anlayabiliriz. Fakat ezan, sala, tekbir gibi kavramlara düşmanlıklarını bildiğimiz kişilerin de mucize kelimesini sakız gibi dillerine dolamalarını elbette anlamak zordur! Demek ki bazıları onun dinî bir tabir olduğunu anlamaktan uzaklar. Anlarlarsa onun da karşısına dikilebilirler.
Elbette mesele bu değil.
Asıl olan şu ki hemen herkesin, “yaratmak” ve “mucize” ibarelerinin özel olduğunu ve sadece ait oldukları yerde kullanılabileceğini bilmesi elzemdir. Şayet bilmiyorsa her defasında cehaletini serdetmiş olmaktadır.
Mûcize; terim olarak, Yüce Allah’ın, insanlara dinini tebliğ için seçtiği ve gönderdiği peygamberini doğrulamak ve desteklemek için yarattığı, insanların benzerini getirmekten aciz kaldığı “olağanüstü olay”lara denilir.
Tabiat kanunlarının geçerliliğini ve etkilerini kısa ve geçici olarak bir süre durduran mucizenin mahiyeti bilinemez. Yine mucize, şanlı peygamberlerin akılların alamayacağı bir olayı Allah’ın kudreti ile göstermeyi başarmasıdır.
Dolayısıyla, mucizeler sadece peygamberler içindir ve sadece onlar için kullanılır…
Peki dinî bir terimi böylesine yanlış ve hoyratça kullanan bir kitleyi uyandıracak tek bir ilahiyatçı veya Diyanet’ten bir yetkili neden çıkmadı?
Onların ilgi alanı dışında mı dediniz? Duyamadım!
TEFEKKÜR
Belâya merd olanlar sabreder nâ-merd sabretmez
Tamâm olsa ayârı etmez altuna ziyân âteş
Yeniceli Hayâlî
(Belaya yürekliler direnir, ödlekler direnemez,
Altının ayarı tam olursa, ateş ona zarar veremez.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
10.03.2023
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/mekanin-ruhu-637226