Bir dönem Avrupa’nın “ortak pazar”ına girebilmek için can atıyorduk. IMF kapılarında sürünüyorduk! “Yunan’la, Bulgar’la nasıl dostluk tesis edebiliriz, Avrupalıları kendimizden nasıl hoşnut kılabiliriz” diye projeler yapıyorduk.
Fakat ah şu tarihimiz bizi hiç bırakmıyordu! Ayağımıza pranga, yolumuza taş oluyordu. Güzel dinimize irtica, onu yaşayanlara mürteci deyip susturuyorduk. Fethe işgal deyip rahatlıyorduk. Buna rağmen bizi bir türlü kabul etmiyorlardı.
İşte böylesine ezik ve zelil bir hâlde Avrupa’nın kapısında beklerken rahmetli “Destan Şairi”miz Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Bey “Fatih Sultan Mehmed ile çağdaş bir hesaplaşma” diyerek müthiş bir ironi yapmıştı! Okuyalım!
Her delikanlının senin yaşında
Kavak yelleri eserken başında
Ta, bilmem nereden şu kadar yolu
Gelip, almak var mıydı İstanbul’u?
Bunca zahmet bunca şehit, bunca kan…
Neden yaptın bunu Sultan Mehmed Han?
Hatânı silmedi, hâlâ asırlar
Hele işlediğin öbür kusurlar…
Ayasofya’yı camiye çevirdin;
Bilmiş ol ki büyük bir çam devirdin.
Minareler diktin dört bir yanına
Kubbedeki Haç’ın kıydın canına…
Korkundan sustular güzelim çanlar
Sultanım! İrtica değil mi bunlar?..
Balkan’da gürledin çaktın Mora’da
Ne işiniz vardı beyim orada?
Yaptığın bu yanlış işler yüzünden
Bütün Avrupa’nın düştük gözünden.
Bulgar’ın elini sıkamaz olduk.
Yunan’ın yüzüne bakamaz olduk…
Neyse ki çağımız füze çağıdır
Ayasofya’nın da müze çağıdır.
Şol dört minareyi dört dikili taş
Gibi sessiz kılıp eyledik çağdaş
Eğer uğramazsak kem bir nazara
Belki korlar bizi ‘Ortak Pazar’a.
Adı, fiilini haber veriyor: Fâtih
Geçen cumartesi günü Sayın Kültür Bakanımız NTV’deki söyleşisinde İstanbul’un fethi için “işgal” tabirini kullanınca müthiş bir infial meydana geldi. Bakan Bey belki uyarıldı belki hatasını fark etti, söylemini değiştirdi ise de gerçekten bu üslup fethin anlamını bilen halkımızda büyük bir üzüntü meydana getirdi. Zira konuşan Kültür Bakanı idi. “Cimrilik fenadır ancak zenginlerde daha fenadır” düsturunca böyle bir meselede Kültür Bakanı’nın dil sürçmesi kolayca es geçilecek bir hadise değildir.
Aslında bu söylemin arka planını bilmek gerekir. Üniversitede bana okutulan tarih kitaplarında maalesef “fetih” tabiri geçmezdi. Ünlü Osmanlı tarihçisi İsmail Hakkı Uzunçarşılı dâhil hep “işgal” deyimini kullanırlardı.
Oysa İstanbul’u Türk’e kazandıran Sultan Mehmed bu zaferi ile “Fâtih” unvanına sahip olmuştu. Onun bu unvanı, yaptığı fiili anlamaya yetiyordu.
Şanlı Peygamber Efendimiz “Letüftehannel” derken onun fethini müjdeliyordu. Kur’ân-ı kerimde Müslümanların bu zaferleri “Feth-i Mübin” olarak anılıyordu.
Yahya kemal Yeniçeriye gazelinde:
Ey leşkeri müfettihu’l-ebvab vur bugün
Feth-i Mübin içindeki o tebşîr aşkına
Derken hem Sevgili Peygamberimizin hadisine ve hem de Osmanlı ordularının Cenab-ı Allah’ın sıfatı ile sıfatlandığına işaret ediyordu.
Fethin asıl anlamının kaleleri almak değil zapt ettikleri bölgedeki halka İslam’ı duyurmak, İslam’ın güzelliklerini yansıtmak ve onları iki cihan saadetine kavuşturmak olduğunu işaret ediyordu.
Karanlıktan aydınlığa açılan bu kapı ne yazık ki irtica yaygaraları ile köreltildi. Fetih kelimesi unutturuldu yerine işgal konuldu. Bu zihniyetle yetişen nesiller, “zulüm 1453’te başladı” zihniyetine geldiler. Lenin, Stalin, Mao diye haykırdılar, onlara methiyeler düzdüler. Artık fethi ve anlamını unutmuşlardı…
Şanına yakışır kutlama mı?
Sayın Kültür Bakanı bu sürç-i lisanı telafi etmek isterken “Merak etmeyin fetih şanına yakışır bir anma programı ile kutlanacaktır” dedi.
Oysa müjde diyerek verdiği kutlamalar, her zaman yapılan bir hareketti.
Bakınız Osmanlı, fetih kutlaması hiç yapmadı. Fakat fethin anlamını bilen ve o ruhu taşıyan gençler yetiştirmeye gayret etti. Bakanımızın belirttiği “şanına yakışır kutlamalar” ise, İttihat ve Terakki ile bu milletin gündemine girdi. Yılda bir gün güya millete heyecan verilirken buna karşılık geri planda nesillerimizin ruhu köreltildi. Millî eğitim ve kültürde, gençlere Osmanlılar işgalci gibi tanıtıldı.
Şanlı kutlamaların hepsi göz boyama idi. Maksatları renk körlüğü meydana getirmek ve asıl meş’um faaliyetlerin farkına varılmasını önlemekti. Bu sebeple bu milletin değerlerini bozmak isteyenler, “cambaza bak” misali görülmemiş gösterilerle insanları kendinden geçirir fakat ruh namına hiçbir şey vermezler.
Son 30 senedir gençlerimizi ve milletimizi mankurt hâline getiren FETÖ faaliyetlerine dikkat edin. İçeride “Türkçe Olimpiyatları” ile yabancı gençlere Türkçe şarkı ve türkü söyleterek millete gözyaşı döktürdüler. Dışarıda ise İstiklal Marşı ve Gençliğe Hitabe ile zenginlerin ceplerini soydular.
Geri planda verilen ve vatanını Haçlılara peşkeş çekmeye kadar varacak kendi halkına polisimize, özel harekât mensuplarımıza kurşun sıkacak kadar aşağılatılan bir eğitimin verildiğini kimse göremedi.
2010 yılında Kadir Topbaş Beyefendi bir fetih kutlaması gerçekleştirmişti. Öyle bir kutlamayı gerçekleştirmeniz mümkün değildir sayın bakan!
Haliç’teki bu özel şov için 16 m X 68 m boyutlarında 1088 metrekarelik dev ekranda 8 adet projeksiyon cihazı ve watchout sistemi kullanılmıştı. 8w ile 40w arası güçlere sahip 6 tanesi çok renkli, 10 tanesi yeşil, 16 lazerle dev lazer gösterisi gerçekleştirilirken, 620 parça Pyro teknik malzeme ve alev efektleriyle filme ve lazer gösterilerine senkronize efekt görüntüler yapılmıştı. Yine 121 adet su pompası, 210 fıskiye ile 100 m genişliğinde 28 m yüksekliğe ulaşan, 45 adet LED su aydınlatma ile desteklenen 24 farklı efekt özelliği olan su gösterisi platformu yapıldı. Gösteriler için 8 ayrı sahra tipi jeneratörden 2200 kw elektrik kullanıldı. Deniz yüzeyinden üç farklı noktadan 8100 adet havai fişek ile gösteri yapıldı. Daha akıl almaz uygulamalara imza atıldı…
Sonuçta bütün bu görüntüler Haliç’in mavi sularında kaybolurken dile gelmeyen paralar kimin cebine gitti dersiniz! Hiç düşündünüz mü?
Kadir Topbaş, o zaman bu programa Brezilya’dan 23 saatlik bir yoldan gelerek yetişmişti…
Ne gariptir ki aynı Topbaş ülkesi işgale uğramak tehlikesiyle karşı karşıya kalmışken ABD’den üç günde gelemeyecektir. Eğitimin önemini kavradınız mı?
Onun için “şanına yakışır kutlamalar”ı artık bir kenara bırakın. İleride Kültür Bakanlığı’na kadar ulaşacak bir gencin sehven de olsa fethe “işgal” tabirini kullanmayacağı bir eğitim nasıl kazandırılır onu düşünelim.
Sahi Millî Eğitim Bakanımız da bu hadiseleri görüyor ve neler yapması gerektiğini düşünüyor mudur acaba?
Dünyaya meydan okuyan maddi ve manevi değerlerine tam bağlı bir Cumhurbaşkanımız varken, Millî Eğitim ve Kültürümüzdeki böyle bir ataleti hatta ataletten öte gafleti anlamak gerçekten zor!
TEFEKKÜR
Keleci bilen kişinin,
Yüzünü ağ ede bir söz!
Sözü pişirip diyenin,
İşini sağ ede bir söz!
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
22.05.2020
Türkiye Gazetesi