2021 yılına Covid-19’un belirsizliği içerisinde girdik. Yaklaşık bir yıldır şiddetini devam ettiren pandemi süreci, ekonomi ve eğitim başta olmak üzere nice tahrip edici etkilerini sürdürürken biz ise kısır çekişmeleri devam ettirmekten başka bir şey yapmıyoruz.
Açıkçası şu bir yılımızı maske, mesafe, hijyen, lokantalar, düğünler, plajlar, kalabalıklar, yasaklamalar ve bilim kurulunun disipline edilmeyen konuşmaları ve kararları ile geçirdik ve neredeyse havanda su döğdük.
Oysa bilim adamları, “bir nesil bu hengâme içerisinde nasıl bir eğitimden geçiyor, hadisenin sosyal ve psikolojik etkileri ne oldu” noktasında analizler yapmalı, fikirler üretmeli, teklifler sunmalı bir anlamda yapılması gerekenlere odaklanmalıydı!
Bilim kurulu, yasakların ve kısıtlamaların adresi olmamalıydı.
Öyle görülüyor ki bilim kurulu kendisine başka bir vazife seçmiş durumda.
Hastalığa yakalananların oranı üzerinden hareketle sadece kısıtlama ve yasaklamalara dikkat çekmekten başka bir işlevi yok gibi duruyor.
Hâlbuki bu tedbirleri bakanlar kurulu, her konunun uzmanlarını da dikkate alarak yürütmesi gerekmektedir.
Biz sadece bu tartışmalarla gündemimizi meşgul ederken bakınız UNESCO 2021 yılına bambaşka bir pencereden baktı.
Onlar Yunus Emre’yi unutmadılar.
2021 yılını vefatının 700. yıl dönümü olması hasebiyle Yunus Emre’ye adadılar.
Yine 2021 yılı, bizim tarihimiz ve kültürümüz açısından iki önemli yıl dönümünü daha barındırmaktadır.
Bu sene İstiklal Marşı’mızın kabul edilişinin 100’üncü, Hacı Bektaş-ı Veli hazretlerinin ebediyete irtihalinin 750’nci yıl dönümleridir.
Bu itibarla Sayın Cumhurbaşkanımız UNESCO’nun dünya için kabul ettiği bu önemli kararı bir adım ileri taşıdı. Bu amaçla 2021 yılını Resmî Gazete’de ilan edilen hâliyle “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” olarak ilan etti. “Bizim Yunus ve Dünya dili Türkçe” temasıyla etkinliklerin gerçekleşeceğini duyurdu. İstiklal Marşı’mızı ve Hacı Bektaş-ı Veli’yi de bu etkinliklerin içerisine kattı.
Elbette bu kararların alınması çok çok önemli. Fakat görünüşte sadece birinci adım. Yani zarf. Şayet o zarfın içi doldurulmazsa sevgiliden gelen boş bir mektubun ötesine geçememektedir.
2019 yılını Fuat Sezgin Yılı ilan etmiştik.
Bir anda hatırınıza gelen hangi etkinlikleri sayabilirsiniz?
Bunlar da öyle geçerse yazık demekten başka bir şey diyemeyeceğiz.
Zira “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” ilan ettiğimiz şu günlerde senenin ilk üç ayı bitmek üzeredir.
Öyleyse yetkililer Covid-19 psikozundan çıkmak zorundalar.
Gece gündüz pandemiyi konuşmakla geçirecekleri yerde gerekli tedbirleri alarak hayatın normal akışını hızlandırmak zorundalar.
Bu pazarda mallar ücretsizdir!
İşte bu noktada başta Millî Eğitim ve Kültür Bakanlıkları olmak üzere Belediyelerimizin ve Valiliklerimizin kültür müdürlüklerine büyük vazifeler düşmektedir.
Ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız!
Gençlerimizi düşünmez ve eğitmezsek yarınlarda sadece yasını tutmak zorunda kalabiliriz.
İş yapmayan adama mazeret üretmek düşer. Covid-19 mazereti ile mezara gidersiniz!
Evet, talebe okula gelemiyorsa biz bir şekilde talebeye ulaşmayı mutlaka denemeliyiz.
Elinde tableti olan ile olmayanı, akıllı telefon kullanan ile kullanmayanı tespit etmek çok mu zor? İşte bunu tespit ettikten sonra gerisi kolay.
Millî Eğitim vasıtası ve iş birliğiyle kimine sosyal mecralardan kimine ise maske mesafe kuralları ile konferans salonlarında programlar yapılıp takip edilemez mi?
Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli ve güzel Türkçemizin değeri öğretilemez mi?
Millî Eğitim ve Kültür Bakanlarımıza soruyorum: Bunu da Sayın Cumhurbaşkanımız mı planlayacak?!.
Şayet şu gençliğimiz UNESCO’nun Yunus Emre’yi 700. yılında dünyaya duyurmak istiyorsa neden diye sorgulamaz mı? Dünya çapında bu büyük değerimiz layıkıyla tanınsa ve tanındığı kadar da hayatından ibret alınsa nice problemlerin çözüldüğü görülecektir.
Aile içi çekişmelerden tutun da birbirimize tahammülümüzün kalmadığı şu dönemde keşke Hazreti Yunus’un şu dizelerini idrak edebilseydik.
Benim bunda kararım yok,
Ben bunda gitmeğe geldim
Bezirgânem metaım çok,
Alana satmağa geldim
Ben gelmedim davi içün
Benim işim sevi içün
Dost’un evi gönüllerdir,
Gönüller yapmağa geldim
Yunus Emre bir taraftan bu dünyada dava sürmek değil sevgi için bulunduğunu ifade ederken Hakk’ın rızasının gönülden geçtiğini bu itibarla gönülleri mamur eylemek gerektiğini o kadar hoş vurgular ki…
İşte kendisini bu sevgi ve gönül kervanının bezirgânı olarak gören Yunus “alan yok mu?” diye seslenir. Üstelik bu pazardaki her mal ücretsizdir…
Kişi bile söz demini
Demeye sözün kemini
Şu cihan Cehennemini
Sekiz uçmağ ede bir söz.
Bırakın din kardeşini kırmayı, kötü bir söze asık bir surata dahi tahammülü olmaz Yunus’un. Ona göre güzel bir söz bu dünya cehennemini sekiz Cennete çevirir.
Yunus Emre’ye kulak ver!
Yunus Emre’ye göre kavgaların çoğu dünyanın malları, mülkleri mansıpları içindir. Onun için dünyaya değer vermemek, bağlanmamak onun en önemli nasihatleri arasında yer alır.
Şunlar ki çoktur malları,
Gör nice oldu hâlleri
Son ucu bir gömlek imiş,
Anın da yoktur yenleri.
İşte buyurun Yunus Emre’miz bu dizesinde dünyanın malı, mülkü, saltanatı ve sahip olunabilecek her şeyin dünyada kalacağını, ölümden sonra bedenler dışında kişi ile gidebilecek tek cismani şeyin kefen olduğunu ve “anın da yoktur yenleri” diyerek içine düşülen çaresizliği, boşluğu, bir ibret olması yönüyle vurgulamaktadır.
Ayrıca dünya varlığı elde edildiğine sevinilecek ona sonsuz güvenilecek bir meta’ da değildir, geçicidir. Geçici olan bir şey elde edilince sevinilmez. Çünkü bugün itibarıyla senin ise de yarın elinden çıkıp gidecektir. Bugün varlığına sevinmez isen, yarın elinden çıkıp gidince de üzülmezsin. Yunus Emre bu noktada dünya nimetlerinin Süleyman aleyhisselama bile kalmadığını ifade ederek şunları söyler:
Bu dünya kime kaldı, kimi berhudâr kıldı,
Süleyman’a olmadı, anın berhudarlığı.
Yunus Emre’nin bu sözleri boşuna değildir. Zira insanda bulunan nefis onu hep dünyaya bağlamaya ve dünya menfaatleri peşinde koşmaya sevk eder. İnsan bu tuzağa düşerse o mevki ve dünyalığı elde edebilmek için her türlü kötülüğü, uygunsuzluğu, haramı, günahı, mübah ve meşru görmeye başlar.
İşte insanı bu manevi hastalıktan kurtaracak olan da âlimler, veliler, hakikat yolcularıdır.
Öyleyse rehberini mürşidini dostunu iyi seç, der Yunus. Kendisi de erenlerin yolunda toprak olduğunu ve belki bu sayede “ölümsüzlük” menziline erdiğini ifade eder:
Erenlerin nazarı toprağı gevher eyler,
Erenler kademinde toprak olasım gelir.
Evet, Yunus Emre’yi hakkıyla tanırsak, tanıtırsak, sözlerinden, sohbetlerinden ibret alırsak nice maddi ve manevi hastalıklarımızın da çaresini bulmuş oluruz.
Bilene bir söz yeter sen de güher var ise!
TEFEKKÜR
Erenler gelüp geçdiler, dünyâyı koyup göçdüler
Havâya ağup uçdılar, bunlar hümâdur kaz değil
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
12.03.2021
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/617978.aspx