Cuma Divanı köşemdeki son iki yazımdan dolayı okuyucularımdan ve takipçilerimden yoğun tebrik mesajları aldım. Cenab-ı Hak razı olsun. Her birisi bilhassa günümüzdeki bid’at sahiplerini ve bozuk fikirlerini anlattığımız ve onları uyardığımız için teşekkür ettiler. Hatta artık kimin doğru yolda olup olmadığını ve kimi kabul edecekleri konusunda şaşırdıkları beyanında bulundular.
Aslında mayası tertemiz olan Anadolu halkı, bozuk kimseleri derhal fark ediyor veya o kişi hakkında kafasında soru işaretleri oluşuyor. Fakat cevabını bulamadığı hususlar olunca veya sevdiği insanların onları övmesi ve desteklemesi karşısında bocalıyor, acabaları çoğalıyor neticede tesir altında kalabiliyor.
Şunu açıkça ifade edeyim ki, din-i İslam’a ve tarihimize bakışı bozuk kimseleri tanımak çok zor değil. Bunları anlamak için sağlam ölçüleri bilmek yetiyor. Onun içindir ki milletimize ilk olarak örnek alabilecekleri şahsiyetleri unutturdular. Milletin ismen büyük muhabbet duyduğu şahsiyetlerin eserleri unutuldu, hayatı unutuldu, sözleri unutuldu.
Bakınız bunlardan bir tanesi de Şemseddin Sivasî hazretleridir.
Türbesi Sivas’ta bulunan ve geçen mayıs ayında bir kez daha ziyaret ettiğim bu büyük mutasavvıf, âlim ve şair şahsiyet sadece Sivaslıların değil bütün Müslümanların baş tacıdır. Peki, eserleri tanıtılıyor mu? İmam hatiplerde biliniyor mu? Eserleri ilahiyat fakültelerinde gösteriliyor, okutuluyor mu? Elbette hayır.
Zira tanıtılsa bugün ilahiyat fakültelerinde “Prof.” unvanıyla başı havada kibirli bir şekilde dolaşan, yanına yaklaşılamayan İslam’ı 1400 yıl sonra sadece kendisinin anladığı vehmine kapılan birtakım hoca müsveddelerinin foyası meydana çıkacak, kimse onlara itibar etmeyecektir!
1520 yılında Tokat’ın Zile kazasında doğan Şemseddin Sivasî, Horasan’dan Zile’ye göç eden Ebü’l-Berekât Muhammed Efendi’nin oğludur. Adı Ahmed olup esmer olduğundan “Kara Şems” diye de tanınmıştır.
Manzum ve mensur pek çok eseri bulunan Şemseddin Sivasî hazretlerinin çok önemli bir eseri de “Menâkıb-ı İmam-ı Azam” isimli mesnevisidir. Eser, İmam-ı Azam’ın hayatından kesitler sunan biyografik türden bir çalışma mahsulüdür. Ancak eserde bilhassa dinin temel esaslarına da değinilmiş olup şu konular işlenmiştir:
“Esma-i hüsna, rü’yet, nübüvvet, Peygamber Efendimizin faziletleri, miraç, fiillerin yaratılması, kaza ve kader, kabir sorgusu, haşr, ölülerin dirilmesi, amel defterlerinin verilmesi, mizan, sırat köprüsü, cennet ve cehennemin yaratıldığı ve hâlen var olduğu, meleklerin varlığı, evliyanın kerametinin hak olduğu, dört büyük halifenin övgüsü, sadakanın ölülere faydası ve kıyametin büyük alametleri (dabbetü’l-arz’ın çıkışı, İsa aleyhisselam’ın nüzûlü, Güneş’in Batıdan doğması, Yecüc ve Mecüc’ün ortaya çıkışı Yemen’den bir ateşin çıkması gibi” ana başlıklar hâlinde anlatılmıştır.
Böylece Şemseddin Sivasî, öncelikle insanların bozuk itikatlı kimselere kapılmasını önleyecek sağlam ölçüleri, İslam’ın temel kaynaklarını referans alarak delilleriyle ortaya koymuştur.
Bunu yaparken de İslam dininin dört fıkıh mezhebinden birisi olan Hanefî mezhebinin kurucusu ve Sünnî fıkhının en büyük üstadı sayılan İmam-ı Azam Ebû Hanife’yi seçmiştir. İmam-ı âzam, akâid ve kelâma dair görüşleriyle Ehl-i Sünnet akidesinin kurucu şahsiyetidir. Kendi döneminde yoğun olarak devam eden ehl-i bid’at fırka, mezhep ve zümrelerine karşı çetin bir mücadele vermiştir.
Görülüyor ki Şemseddin Sivasî de aynı yolu takip ederek, “Menâkıb-ı İmam-ı Azam” adlı eseriyle İslam’a aykırı bulduğu itikadî anlayışlara, bağlı olduğu mezhebin imamı ve kurucu şahsiyeti üzerinden cevap vermiştir.
Bugün Ehl-i Sünnet kelimesini ağzına almaya korkan hatta neredeyse bölücülük gibi göstermeye çalışan bid’at ehilleri Şemseddin Sivasî’yi nasıl değerlendireceklerdir acaba?..
Yetmiş üç fırka var amma…
Büyük veli Şemseddin Sivasî hazretlerinin Ehl-i Sünneti anlatışına bakalım:
O yolun nâmıdır Sünnet Cemâat
Gerekdür gireler bu yola ümmet
Bu söze muhkem eyle itikâdı
Ki budur din-i İslâm’ın imâdı
Kabul itdük şehâ Sünnet Cemaat
Yolun kim ol imiş râh-ı hidâyet
Şemseddin Sivasî, eserinde kaleme aldığı bunun gibi nice beyitte ümmetin tabi olup girmesi gereken asıl yolun Ehl-i Sünnet olduğunu belirtmiştir. Hicri I. yüzyılın sonunda ortaya çıkmaya başlayan ve IV. yüzyılda teşekkülünü tamamlayan Ehl-i Sünnet, Kur’an’a ve Sünnete uyulması gerektiğini kabul edip aklı nakle tabi kılmakla diğer mezheplere göre isabetli yolu tercih eden ana mezheptir. Ehl-i Sünnet akaidinin oluşmasına tesir eden âlimlerin en önemlisi Ebu Hanife’dir. Ehl-i Sünnet yolunun karşısında ise ehl-i bid’at adıyla tarif edilen zümre yer almaktadır. Bu terimin ortaya çıkışındaki temel nokta, sünnetin terk edilmesidir. Buna göre ehl-i bid’at, aklı esas alıp nasları tevil etmek suretiyle Peygamber Efendimizden sonra sünnete aykırı bazı inanç ve davranışları benimseyen kişi veya zümreler anlamında kullanılmıştır.
Şemseddin Sivasî, şanlı Peygamber Efendimiz Muhammed aleyhisselamın hidayet yolunun rehberi ve ümmetin önderi olduğunu beyan eder. Kişinin dinî inancının sağlam ve doğru olması gerektiğini, aksi hâlde bütün amellerinin reddedileceğini ve boşa gideceğini belirtir. Ümmetin tabi olması gereken yolun adının ise Ehl-i sünnet ve’l-cemaat olduğunu kaydeder. Doğru yoldan ayrılmadan ve bozuk yollara sapmadan İslam dininin inanç esaslarına bağlı kalmak gerektiğini önemle belirtir.
Bu arada o, nice fırkanın doğru yoldan saptığını belirterek Ehl-i Sünnet dairesinin dışında gördüğü zümrelerin bir kısmını ismen sayar. Bu zümrelerin başında Mutezile, Cebriyye, İbâhiyye, Râfiziyye gelmektedir. Bu zümrelerin ortak vasfı, ehl-i bidat tarifine dâhil olmalarıdır.
Büyük veli, batıl inanışa sahip fırkalardan bahsederken özellikle “teberrâ” kelimesini kullanır. Böylece bid’at ehlinden uzak durmayı, onlar ile ilgi ve alakayı kesmeyi hassaten tavsiye eder. Şöyle ki:
Veli sünnet-cemaat yolu yârâ
Bu işlerden kamu eyler teberrâ
Şemseddin Sivasî hazretleri bazı beyitlerinde, Peygamber Efendimizin ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacağı ve bunlardan yalnızca birinin kurtuluşa ereceğini ve cehenneme girmeyeceğini bildiren hadis-i şerife de işaret etmiştir. O, Allah yoluna girmiş olanlara Ehl-i Sünnet yolunu doğru ve tek adres olarak gösterir. Peygamber Efendimizin tebliğ̆ ettiği İslam dinine yapışan ve kendisini Kur’ân’ın ipine teslim edenlerin kurtuluşa erebileceğini ifade eder. Şöyle ki:
Ki ümmet yetmiş üç fırka olusar
Kamusı dûzaha lâyık geliser
Velî bu cümleden bir fırka ancak
Onlara olmaya dûzahda mülhak
Velî bunlar ki şer’a yapışupdı
Özün Kur’ân ipine ṭapışupdı
Gel imdi sâlikâ Sünnet Cemaat
Yolun elden koma eyle riayet
Günümüzde Ehl-i Sünnet yolunu savunan ve bid’at ehline reddiye yapanları “Sizin Cennetinizde kimseye yer yok” diyerek saldıranlar, Şemseddin Sivasî ve onunla mülakatı sırasında elini öpen Aziz Mahmud Hüdai hazretleri döneminde yaşasalar, hiç şüpheniz olmasın aynı düşünceler içerisinde onlara da hakaret ve iftiralarda bulunarak saldırıya geçerlerdi.
Bid’at ehlini överken onların da adını anıyorlarsa bu suret-i haktan görünmek ve gençleri aldatmaktan başka bir şey değildir.
Evet her zaman belirttiğimiz gibi bid’at ehline kapılmamak için uyanık olunmalı ve Ehl-i Sünnet âlimleri iyi tanınmalıdır!
TEFEKKÜR
Husûsa fitne eyyâmıdır elân
Cehalet galip oldu kaldı meydân
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
21.10.2022
Türkiye Gazetesi
Saygıdeğer hocam kaleminize yüreğinize sağlık varolun