Dünyanın kargaşası, dört şeye oldu bina,
Ben yiyeyim sen yeme, ben iyiyim sen fena…
Sanayileşmesini tamamlamış bulunan ülkeler dünyayı sömürme ve sadece kendisi yeme derdine düşmüşlerdi. Dolayısıyla I. Cihan Harbi’nin gerçek sebebi sanayileşmiş ülkeler arasında dünyadaki iktisadî ve siyasî hâkimiyeti ele geçirme mücadelesi olarak tarif edilmektedir.
O güne kadar neden cihan harpleri çıkmıyor ve milyonlarca insan ölmüyordu? Zira dünyaya beraber yemeyi ve paylaşmayı öğreten ve bunu uygulayan bir Osmanlı gücü vardı. Bu gücün zayıflaması ile birlikte sırtlanlar dişlerini göstermeye başlamışlardır.
Nitekim 28 Temmuz 1914′te Avusturya-Macaristan’ın, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ı bombardıman etmesiyle Cihan Harbi başladı. Bu durum Rusya’nın seferberlik ilanına, akabinde de Almanya’nın sırayla 1 Ağustos’ta Rusya’ya, 3 Ağustos’ta Fransa’ya, 4 Ağustos’ta Belçika’ya savaş ilan etmesine yol açtı. Yine 4 Ağustos 1914′te İngiltere anlaşmalar gereği Almanya’ya savaş ilan etti. Böylece tarihe I. Cihan Harbi olarak geçen mücadele başlamış oldu.
Rusya’da seferberlik süresinin yüzölçümlerinin genişliği nedeniyle uzun süreceğini hesaplayan Almanya planını buna göre hazırladı. Almanya asıl vurucu kuvvetiyle Fransa’ya yüklenecek, bu devleti altı haftada çökerttikten sonra Rusya’ya dönecek ve onu yere serecekti. Bu altı haftalık süre içinde Avusturya, Rusya’yı oyalayabilirdi. Plan gereği Alman orduları Belçika’ya girdikten sonra Fransa’ya sarktı. İlk anda çekilen Fransızlar, Marne Nehri üzerinde kuvvetli bir savunma hattı kurdular. Almanlar şiddetli taarruzlarına rağmen bu hattı kıramayıp Rus cephesine yöneldiler.
Almanya, ağustos ve eylül aylarında Rusya ile yaptığı iki muharebeyi de kazanırken müttefiki Avusturya’nın hâli iyi değildi. Avusturya ordusu başlangıçta Belgrad’ı ele geçirdi ise de fazla tutamadı ve yine Sırplara kaptırdı. Bu arada Galiçya cephesinde de Ruslara mağlup olarak çekildi.
Denizlerde ise Almanya ile İngiltere arasındaki mücadelenin galibi Falkland Muharebesi ile İngiltere olarak ortaya çıkmıştı.
1914 yılı sonunda görünen ve gelinen netice Almanya ve müttefiklerinin savaşı kaybedecekleriydi. Onları kurtaracak yegâne şart yeni müttefikler bulmak olacaktı. Bu ise son yıllardaki iyi münasebetleri ile Osmanlı Devleti olabilirdi. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesinin onlara çok büyük faydaları olacaktı. En önemlisi Osmanlı Devleti savaşa girerse Ruslar kuvvetlerinin büyük kısmını açılacak Kafkas cephesine kaydıracaklar, böylece Avusturya ve Almanya’nın yükü önemli ölçüde hafifleyecekti.
Almanlar ayağı yere basan bu düşünceler içerisinde hareket ederken Osmanlı’nın başındaki cunta ise Hindistan ve Turan hayalleri içerisinde idi. Dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin tarafsızlığını korumak ve savaşa girmekten uzak durmak yolundaki kararı, başta Harbiye Nazırı Enver Paşa olmak üzere kabinenin bazı savaş yanlısı üyelerinin tertibiyle bozuldu.
Devlet, bilindiği üzere Yavuz ve Midilli adı verilen iki Alman gemisinin 29-30 Ekim 1914 gecesi Türk karasularından çıkıp Odesa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını topa tutmasıyla fiilen savaşa girmiş oldu…
Çanakkale Harekâtı!
İngilizler gelişen bu duruma çok sevinmişlerdi. Zira Almanya’nın savaşı fazla devam ettiremeyeceği belli olmuştu. Osmanlıyı ise kısa sürede saf dışı bırakacak projeyi düşünmüşlerdi. Bu Çanakkale Boğazı Harekâtı olacaktı.
Boğazlar ve İstanbul müttefiklerin eline geçerse Osmanlı Devleti için barışı kabullenmekten başka çare kalmayacaktı. Bu takdirde Osmanlının kalbi ele geçirilmiş olacaktı. Yani bir anlamda devlet felç olmuş olacaktı.
Yine Boğazlar elde edilirse İtilaf Devletleri, Rusya ile yakın temas kurabilecekti. Böylece Rusya’ya silah ve malzeme sevki daha kolay yapılacak ve Rusya’nın da buğdayından istifade edilecekti.
Son olarak Osmanlı Devleti’nin savaştan çekilmesi henüz savaşa katılmamış Balkan ülkeleri üzerinde etkili olur ve bunlar merkezî devletler safında yer almaya cesaret edemezlerdi…
Görüldüğü gibi gerek sağlayacağı faydalar yönüyle, gerekse Osmanlıları kısa sürede saf dışı bırakabilme gayretiyle İtilaf Devletleri, Çanakkale Boğazı’na yönelik harekâta büyük önem verdiler.
Ortak bir İngiliz-Fransız donanması 19 Şubat’tan 18 Mart 1915′e kadar Çanakkale Boğazı’nın iki tarafındaki Türk tabyalarını bombardıman ettiler. 18 Mart’ta müttefik donanmasının Boğaz’ı geçme teşebbüsü tam bir felaketle neticelendi. Bir gece önce Nusret Mayın Gemisi’nin, Karanlık Liman bölgesini mayınlaması deniz harekâtının gidişatını değiştirmişti.
Gerek Çanakkale Boğazı’nın iki yakasındaki mevzilerden açılan yoğun ateş ve gerekse Karanlık Liman’a dökülen mayınların etkisiyle mevcutlarının %35′ini kaybedip geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu başarılı savunmayı idare eden Çanakkale Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa “18 Mart Kahramanı” unvanı ile anıldı.
18 Mart bozgunu İtilaf Devletleri’ne karadan destek almaksızın yalnız deniz kuvvetleriyle Boğaz’ın geçilemeyeceğini göstermişti. General Hamilton’un emrinde bir çıkarma ordusu hazırlanmaya başladı. Nihayet 25 Nisan 1915 günü sabaha karşı İngiliz Generali Hamilton ve Fransız Generali Amadeu idaresinde Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerine çıkarma harekâtı gerçekleştirildi.
Peki, 18 Mart Deniz Savaşı’nı idare eden Albay Cevat Çobanlı Paşa müthiş bir başarı göstermiş iken kara harekâtını önleme görevi kime verildi dersiniz! Maalesef İttihatçılar buradaki idareyi Alman Liman Von Sanders’e bırakmışlardı. Üç bin yıllık savaş tarihiyle meşhur Türk ordusunda komutan mı tükenmişti? Yoksa savaş Türklerin yabancı olduğu bir coğrafyada mı vuku buluyordu? Hayır bu durum sadece İttihatçıların Almanlara teslimiyetinin simgesi idi.
Alman komutan ise birliklerimizi yanlış noktalarda konuşlandırarak müttefiklerin rahatça karaya çıkıp yerleşmelerini sağlayacaktı. Zira onun düşüncesi karada uzun süren bir savaşın yolunu açarak, Rus cephesinde bulunan askerlerine rahat bir nefes almayı başarmaktı. Bunda da başarılı oldu…
Anka avlanılmaz!
İşte bu noktada Anadolu insanının iman dolu göğsü devreye girecek ve çelik mermileri eritecekti. Yaklaşık on ay süren kara savaşları, iki yüz elli iki bin şehidimize mâl oldu. Düşman sonunda perişan bir hâlde Yarımada’yı terk etti. Fakat bu terk etme sırasında da neredeyse tek bir kayıp vermemişlerdi. Alman komutanlar kendilerine bir kez daha ‘kıyak’ geçmişlerdi! Hâlbuki kuşatmanın başlangıcında İtilaf Devletleri ve Batılıların gurur ve kibirleri üst derecede idi. İngiltere Başvekili Sir David Lloyd George “Türk Milletini” sadece birinci sınıf dövüşen bir kalabalık olarak tanımlıyordu. Bahriye Nazırı Churchill ise “Türkler mi? Bir elimizi arkamıza bağlar, diğer elimizle ezer geçeriz o milleti” diyerek küçümsüyordu. Batılı gazeteler ise bu beyanatlarla coşuyor ve asırların kinini şu şekilde ifade ediyorlardı:
“Son Haçlı Seferlerinden beri ilk defadır ki Batı, Doğu’ya yönelmiş bulunuyor. Hristiyanlık âlemi, Fatih Sultan Mehmed’in 29 Mayıs 1453 meşum tarihinde Bizans İmparatorluğu’na indirmiş olduğu şiddetli darbenin öcünü almak için toptan harekete geçmiş bulunuyor.”
Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanı General Hamilton ise hedeflerini maddi gücünün verdiği rahatlıkla günlüğüne şöyle yazmıştı: “Ümitlerimiz çok çok artmıştı. Kurtarılacak Kudüs mü yoksa İstanbul muydu? Ne farkı var? Askerin başarısının sınırı yoktur.”
Savaşın sonunda “Türkleri, bir elimizi arkaya bağlar, diğer elimizle yener geçeriz” diyen Bahriye Nazırı Churchill’e durumu sorduklarında “Türklerin tek elle yenik düşürülmesinin imkânsızlığını gördüm” diyerek acı bir itirafta bulunmuştur.
Öyle zannediyorum ki İngilizlerin diğer eli hile, desise ve entrika siyasetidir. Nitekim savaştan sonra bu ellerini yeniden işletmeye başlayacaklardır.
Bugünlerde Taksim’de ezanı ıslıklayanların İngilizlerin bu eliyle dizayn edildikleri ve haçlı propagandalarının esiri oldukları net bir biçimde görülmektedir. Dedeleri ezan susmasın diye can verenlerin torunlarını bu hâlde görmek ne kadar utanç vericidir!..
TEFEKKÜR
Anka avlanılmaz tuzağını topla,
Tuzağa giren olur berhava!..
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
22.03.2019
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/607132.aspx