İbrahim Paşa, büyük ihtimalle 1493 yılında, bugün Yunanistan sınırlarına dâhil olan Parga yakınlarında bir köyde doğmuştur. Babasının bir balıkçı olduğu, İbrahim’in ise Türk korsanlar tarafından altı yaşında kaçırılarak Manisa yakınlarında dul bir hanıma köle olarak satıldığı rivayet edilir.
Tayyib Gökbilgin’e göre İbrahim altı yaşındayken, II. Bayezid devrinde, Bosna beylerbeyisi İskender Paşa tarafından, bir akın esnasında ele geçirilmiş, istidat ve kabiliyeti görülerek, o sıralarda Kefe sancakbeyiliğinde bulunan Şehzade Süleyman’a hediye edilerek onunla beraber büyümüştür.
Latîfî’nin sunduğu bilgilere bakılırsa, Şehzade Süleyman Manisa valisi iken, bir gün bir kemençe sesi duyar ve icracıyla tanışmak ister. Karşısına getirilen kişi köle İbrahim’dir. Şehzade, zeki, hazır cevap ve edep sahibi İbrahim’den son derece hoşlanmıştır. Zaman içerisinde meclisinin ayrılmaz bir parçası olarak gördüğü İbrahim’i, sarayına sık sık davet etmeye başlamıştır. Bunun üzerine, İbrahim’i yetiştiren dul hanım, kölesini azat etmiştir. Böylelikle İbrahim, Şehzade Süleyman’ın maiyetine girmiştir.
Sonuçta bu yakınlık, köle İbrahim’in, İbrahim Paşa olma serüveninin de başlangıcı olarak görülmektedir. Yetenekli, zeki ve eğitimli olduğu söylenen İbrahim, Osmanlı tarihinde, eski deyimiyle benzeri görülmemiş bir iltifata mazhar olmuştur. Pek çok ilim adamının yetiştiği ve önemli görevlerin kendini ispat edenlere verildiği bir imparatorlukta, birtakım üstün özelliklerin, İbrahim’in yükseldiği konuma gelmek için yeterli olmayacağı da apaçık ortadadır.
Bu itibarla İbrahim’in yükselişinde, Sultan Süleyman’a olan yakınlığı ve tâ şehzadelik zamanında başlayan yakın dostluğu muhakkak ki büyük rol oynamıştır. Ancak onun bir imparatorluk şehzadesi ve geleceğin muhteşem hükümdarı karşısında olduğunu hiçbir zaman unutmadığı, davranışlarını, meseleler karşısındaki yetenek ve becerilerini ve ciddiyetini ona göre ayarladığında da şüphe yoktur.
İbrahim Paşa’nın, birdenbire Hasodabaşılığından Veziriazamlığa yükselişi, Paşa’nın, Kanunî’nin gözündeki değerini belli ediyorsa da, kız kardeşi Hadice Sultan ile evlendirerek saraya damat yapması, muhakkak ki katındaki değerini daha da artırmıştır. İbrahim Paşa’nın düğünü, veziriazamlık makamına yükselişinden birkaç ay sonra gerçekleşmiştir. Kaynaklara 22 Mayıs 1524 şenliği olarak da geçen bu düğün, çok büyük bir şölen içinde geçmiştir. Düğün şenlikleri, Kanunî’nin, İbrahim Paşa için Atmeydanı’nda yaptırmış olduğu sarayın önünde yapılmıştır.
İbrahim Paşa’nın düğünü sırasında dönemin ünlü şairlerinden Hayâlî Bey, Zâtî ve Figânî’nin kaside sundukları bilinmektedir. Düğünle ilgili incelenen bütün kaynaklar, İbrahim Paşa’nın düğününe, zamanın hakanı Sultan Süleyman’ın konuk olmasından ve bu durumun verdiği ayrıcalıktan söz etmektedir. Kaynakların çoğunda Paşa’nın evlendiği kadının adı verilmez. Ancak Peçevi Tarihinde “Sultan” diye ifade olunur.
Tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, İbrahim Paşa’nın damat olmadığına dair bir makale yazmış ise de; “Osmanlı Padişahlarının Hanımları ve Kızları” üzerine bir eser vermiş bulunan Çağatay Uluçay, Uzunçarşılı’nın Yavuz Sultan Selim hanın kızları Hadice Sultan ile Hafsa Sultanı karıştırmış olmasından dolayı hataya düştüğünü izah etmiştir. Tarihçi Peçevi’nin isim vermeden İbrahim Paşa’nın sultanla evliliğini yazması, saraya damat olduğunun açık işaretidir. Zira Osmanlılarda Sultan tabiri Padişah kızlarına verilen bir unvandır Kesin olan şu ki İbrahim Paşa ile evlenen, Hadice Sultan olmasa bile hanedandan bir hanım sultandır. Sadrazam İbrahim Paşa ise artık Makbul İbrahim Paşa’dır.
Budin kalesinin fethinden sonra ise İbrahim Paşa’nın siyasal yetkileri gittikçe artacak, öte yandan kimi eylem ve kararları nedeniyle saygınlığı sarsılacaktır. Macar Kralı II. Layoş, Mohaç’ta tahtına bir mirasçı bırakmadan öldüğünden, krallık sahipsiz kalmış ve Budin üzerine yürüyen Kanunî’ye kentin anahtarı teslim edilmiştir. Buradan elde edilen ganimetler ise, İstanbul’a götürülmüştür. Bu ganimetlerin en önemlileri, Jan Hunyad’ın oğlu Kral Mathias Korvin’in kütüphanesi, Ayasofya mihrabının iki tarafına konulan tunç şamdanlar ve yine tunçtan olan üç adet heykeldir.
Budin’den getirilen heykeller, Herkül, Apollon ve Diyana figürleridir. İbrahim Paşa, bunları Atmeydanı’nda bulunan sarayının önüne koydurtmuştur. İbrahim Paşa’nın İslam geleneğine aykırı bir sanat biçimi olan bu insan figürlerini sarayının önüne diktirtmesi, halkın gözünde Paşa’nın itibarını ve güvenilirliğini sarsmıştır. Bir rivayete göre, “Frenk” lakabı, Paşa’ya bu eyleminden miras kalmıştır. İbrahim Paşa’nın söz konusu heykelleri sergilemesi üzerine, Figânî, meşhur bir Acem beyitinden esinlenerek, şöyle söyleyecektir:
Dü İbrahim âmed bedeyr-i cihan
Yeki put-şiken şüt, yeki put-nişan
Açıklaması:
Dünyaya iki İbrahim geldi. Biri putları yıktı, biri putlar dikti. Burada gönderme yapılan İbrahim’lerden biri, İbrahim Peygamber, diğeri de Makbul İbrahim Paşa’dır. Gerek bu hadise ve gerekse Molla Kabız meselesinde İbrahim Paşa’nın pasif gibi durması bir kısım batılı yazarlara koz vermiş olup İbrahim Paşa’yı gizli Hıristiyan gibi gösterme çabası içine girmişlerdir. Aslında bunlar Osmanlı müsamaha siyasetinin tezahürlerinden öte bir şey değildir. Nitekim İbrahim Paşa’nın konumunda en küçük bir değişiklik söz konusu değildir.
1527 yılında Anadolu’da baş gösteren Kalenderî isyanını bastırmak üzere beş bin kişilik bir kuvvetle yola çıkan İbrahim Paşa kısa sürede bu gaileyi bastırıp geri dönmüştür. Kanunî tarafından bir kez daha ödüllendirilen İbrahim Paşa’nın İmparatorluğun gerek iç, gerekse dış işlerinde yetkileri oldukça artmıştı. Pek çok konuda, kimsenin olmadığı kadar söz sahibi olmuştu.
Artık Osmanlı Devleti’nin dış politikası, büyük çoğunlukla İbrahim Paşa’nın arzu ve yönlendirmesi ile gerçekleşiyordu. Yabancı kaynaklar ve söz konusu dönemde yabancı elçilerin yazdığı raporlar da bunu ortaya koymaktadır. Yine bu vesile ile İbrahim Paşa’nın Seraskerlik unvanını almasıyla beraber, Paşa’nın yalnızca dış ilişkileri değil, neredeyse imparatorluğun kendisini yönettiği biçimindeki görüşleri çoğalmıştır. İbrahim Paşa’ya Seraskerlik beratının verilişi ve Seraskerlik beratına ek olarak, başka ayrıcalıklara da kavuştuğu, Celalzâde Nişancı Mustafa Bey’den aktarılmaktadır:
Bu berat ile birlikte beş kere yüz bin nakit akça, dokuz at ki birinin başında altın işlemeli gem takımı, bir altın işlemeli kılıç ve dört kıt’a çok süslü hil’at ile dokuz bohça kumaş ve altınla işlenmiş bir çelenk Yeniçeri Ağası ile gönderildi. Bu beratta yazılanların kıymetlerine bir had olmadığı gibi daha birtakım ihsanlarda bulunduktan sonra kendilerine evvelce tahsis edilmiş olan yirmi kere yüz bin akça, on kere yüz bin akça daha ilave edilmiş ve otuz kere yüz bin akça olmuştu.
Veziriazamlığı üzerine Seraskerlik dahi verilerek tuğ, davul ve bayrak gönderilmiş ve Osmanlı sultanlarının eskiden beri bayrakları dört iken bundan sonra yedi olması ferman edilmişti. Böylece İbrahim Paşa’nın kudreti bir kat daha yükseltilerek son dereceyi buldu.
Peçevî Tarihi’nden aktarılan bu gelişmelerin boyutu şaşırtıcıdır. “Osmanlı padişahlarının eskiden beri bayrakları dört iken bundan sonra yedi olması ferman edilmişti ” cümlesinin yansıttığı yeni düzenleme, Osmanlı Padişahının bundan sonra yedi tuğ taşıyacağı haberiyle sınırlı değildir. Bu yeni düzenleme Veziriazam İbrahim Paşa’nın bundan böyle altı tuğ taşıyacağı anlamına gelmektedir ki, bu, o güne değin Kanunî Sultan Süleyman da dâhil olmak üzere, tüm Osmanlı padişahlarının taşıdığı tuğ sayısından fazladır.
Ancak İbrahim Paşa’nın Kanunî’den fazla tuğa sahip olması mümkün olamayacağından, padişahların tuğ sayısı yediye çıkartılmıştır. Sonuçta Veziriazam İbrahim Paşa, saraya damat olmasının yanı sıra, hem Serasker, hem Rumeli Beylerbeyisi, hem de altı tuğ sahibi olmuştur.
Kurb-ı Sultan ateş-i Suzan
Bu çok büyük yetkiler ve ayrıcalıklar sonucunda, İbrahim Paşa’nın iktidar sarhoşluğuna kapıldığı pek çok kaynakta vurgulanmaktadır. İbrahim Paşa’nın genel karar ve eylemlerine bakılacak olursa, ölümüne neden olan tetikleyici unsurun bu olduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim Celalzade’nin nakline göre İbrahim Paşa, otuz kere yüz bin akçelik haslarını dahi az bularak:
“Rahmetli Fatih Sultan Mehmed Han, Sadrazamı Mahmud Paşa’ya kırk kere yüz bin akçe berat ihsan etmişti. Bu kulunuza da öylece ihsan buyurulsa padişahımın lütfundan ne eksilir” dedi. Bunun üzerine saadetli padişah:
“Onlar payitaht İstanbul’u fethetmeyi başarmışlardır. Daha fazlası verilse de yerinde olurdu” dediler. İbrahim Paşa da:
“Bağdat ki büyük halifelerin başkentidir. Budin ise eskiden beri krallar tahtı yeridir. Her ne kadar bunlar İstanbul’dan üstün tutulamazsa da daha aşağı da sayılamazlar” deyince Padişah şu karşılığı verdi:
“İstanbul bizim başkentimizdir. Onlar İstanbul’a nasıl tercih edilebilir? Hele hele o büyük padişahla boy ölçüşmek bizim haddimiz değildir”.
1532 Almanya seferinde büyük başarılara imza atan 1533’de İstanbul antlaşmasıyla Şarlken’e ve Ferdinand’a boyun eğdiren İbrahim Paşa’nın parlak başarıları devam ediyor, kudreti ve şevketi de hızla yükseliyordu.
Bir taraftan da “Kurb-ı Sultan ateş-i suzan”, dizesine uygun olarak İbrahim Paşa her gün bir miktar daha ateşe yakınlaşıyordu.
Nitekim 1534 yılında, kudretli Osmanlı ordusunun başında çıktığı Irakeyn seferi sonun başlangıcı olacaktı. Kanuni Sultan Süleyman sefere çıkarken, kendisine kethüda ve müşavir tayin ettiği defterdar İskender Çelebi için:
“İşbilir ve işgörür adamdır; reyine muhalefet eyleme” diye tavsiyede bulunmuştu.
Kudretli veziriazam acaba başında bir müşaviri kabullenebilecek mi idi? Akabinde Padişahın da katılması ile seferde geçen hadiseler iki dostun arasını açmaya başlayacaktı. Zira İbrahim Paşa kin bağlayacağı İskender çelebi’yi padişaha öldürtmüş ve çeşitli uygulamaları ile Padişahın ilk kez şüphelerini çekmişti.
Nihayet sefer dönüşü Fransızlara verilen ahitnamenin hazırlıkları ile uğraşan İbrahim Paşa, iftar için saraya çağrıldığı 21-22 Ramazan 942 (14-15 Mart 1536) gecesi hiçbir sebep gösterilmeden ansızın boğularak idam edildi. Görevi Cellât Ali yerine getirmişti. Saraydan çıkarılan cesedi Galata’da Tersane ardındaki Canfeda Zaviyesi yanına defnedildi. Sade bir cenaze töreni düzenlendiği Nakkaş Osman’ın minyatürlerinde görülmektedir.
Paşa’nın idamı bile ayrıcalıklı olmuştu. Kanunî’yle birlikte iftar yaptıktan ve teravih kılındıktan sonra Paşa, kendisi için sarayın Enderun bölümünde hazırlatılmış olan odada uyurken, âdet olduğu üzere başı vurularak değil, Padişah soyundan olanlara uygulanan biçimde boğularak öldürülmüştür. Cellâtlar tarafından öldürüldüğü, başının kesildiği, ağzından kanların fışkırdığı gibi ifadeler batılı romancıların uydurma rivayetleri olup hiçbir kaynakta yoktur.
İbrahim Paşa’nın çöküşüne ortam hazırlayacak dört temel unsurdan söz etmek mümkündür. Bunların ilki Paşa’nın iktidar hırsıdır. İkincisi Kanunî’nin eşi Hurrem Sultan’ın İbrahim’i bir tehdit olarak görmesi, üçüncüsü Defterdar İskender Çelebi’nin idam edilmesi, dördüncüsü ise İbrahim Paşa’nın Bağdat’ta görevi esnasında Serasker Sultan sıfatıyla ferman imzalamasıdır.
İbrahim Paşa’nın gücünü ve sınırsız kudretini çeşitli vesilelerle pek çok örnek sunmak mümkündür. Kendisini sonsuz bir yetkiyle donatan Padişahın adına yaptığı görüşmelerde İbrahim Paşa, bu iktidar hırsını açıkça ortaya koymaktadır. Farklı yabancı elçilerin raporlarında bu duruma pek çok örnek bulunmaktadır. Buna en çarpıcı örnek, İbrahim Paşa’nın Ferdinand’ın elçilerine söyledikleridir:
“Bu büyük devleti idare eden benim. Her ne yaparsam yapılmış olarak kalır. Zira bütün kudret benim elimdedir. Memuriyetleri ben veririm. Eyaletleri ben tevzî ederim. Verdiğim verilmiş ve reddettiğim reddedilmiştir. Büyük Padişah bir şey ihsan etmek istediği veya ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam gayr-i vâki gibi kılınır. Çünkü her şey harp, sulh, servet ve kuvvet benim elimdedir”.
İbrahim Paşa’nın kendisine, resmen sahip olduğu yetkilerin ötesinde bir konum biçtiği ortadadır. İbrahim Paşa, Osmanlı toprakları çerçevesindeki yetkisine ek olarak, Avusturya ile barış antlaşmaları sürecinde, Batı üzerinde de söz sahibi olmuştur. Barış görüşmelerinin İbrahim Paşa açısından en önemli gelişmesi, bundan böyle Kral Ferdinand’ın Kanunî’ye baba ve kendisine de kardeş sıfatıyla boyun eğmesidir.
Nitekim huzura kabul edilen Avusturya elçileri Jerome de Zara ile Cornelius Schepper, krallarının ağabeyi olarak kabullendiği Veziriazam İbrahim Paşa’nın Osmanlı Devleti meclislerinde Ferdinand’ı temsil etmesi ricasında bulunmuşlardır. Anlaşılacağı üzere İbrahim Paşa bir anlamda Hıristiyan âleminin büyük çoğunluğunun lider kabul ettiği Ferdinand’ı yönlendirebilmektedir. Hammer Osmanlı Devleti Tarihi’nde bu gelişmeyi, Batılı bir kralın bir Osmanlı vezirinin seviyesine inmesi olarak yorumlamaktadır.
Gerçekten de İbrahim Paşa, Manisa’da başlayan arkadaşlık yılları; yıllarca birlikteliğin verdiği rahatlık; ardından beraberce bir büyük imparatorluğun idaresine geçiş; üç yıl sonra bu haşmetli devletin veziriazamı olması dolayısı ile efendisinin kendine tanıdığı yetkileri sonuna dek kullandı. Haşmet ve kudretini gayr-i Müslim devletlere ezercesine hissettirdi. Batılı yazarlar biraz da bu sebeple onun kendisine, sanki saltanata doğru giden bir yol açtığını ifade etmişlerdir.
İbrahim Paşa, Kanunî’nin tahtının mirasçısının seçimi konusunda taraf tutmuş olması da araştırmalara yansıyan bir husus olmuştur. Çeşitli yazarlar “İbrahim Paşa, Kanunî’nin Hurrem’den olma çocuklarından birinin değil, Padişahın ilk erkek çocuğu olan Mustafa’nın tahta geçmesini daha uygun görmekte ve onu açıkça desteklemekteydi. Bu nedenle İbrahim Paşa, Kanunî’nin eşi Hurrem Sultan tarafından bir tehdit olarak görülmüştür”, diyerek ölümünde Hurrem’in parmağı olduğu tezini ortaya atmışlardır. Oysa henüz Hurrem’in çocuklarının küçük olması ve Kanunî’nin daha kırk yaşında bulunması nedeniyle bu ihtimal, zincirin en zayıf halkası olarak görünmektedir. Ayrıca ana kaynakların hiçbirinde bu tezi destekleyecek malumat yer almamaktadır.
Aslında İbrahim Paşa’nın Efendisine bağlılığı her şeyin üzerindeydi. Yaptığı her işi onun adına yaptığının bilinci içindeydi. Irakeyn seferinde fetihlerde bulunarak ilerlediği sırada Padişaha gönderdiği mektupta, Semerkand ve Horasan’dan kızılbaşı tard ettiklerini bildirirken “inayet-i Padişahî ve himmet-i hakanîyi” şu ifadelerle diliyordu.
Destgirim, dâmen-i lütfundurur hânım benim,
Hasm-ı bî-insaf elinden al, giribânım benim,
Ger Süleyman-ı zamandan cem’a himmet olmaya
Ebter oldu defterim, dağıldı divânım benim.
İşte İbrahim Paşa’nın biraz da bu güven ve itimat içinde sonsuz bildiği gücü ve yetkisi, belki de sonunu hazırlayan en ciddi sebep olacaktır. Zira bu gurur ve azamet sonrasında Irakeyn Seferi sırasında İskender Çelebi’yi idam ettirmesi ve Bağdat’ta bulunduğu sırada Serasker Sultan sıfatıyla ferman imzalaması muhtemelen kendi idamına yol açacaktır.
Temelde, Bağdat’ın fethini esas alan Irakeyn seferi sırasında, İbrahim Paşa, Diyarbakır ve Musul üzerinden Bağdat’a girmeyi tasarlamıştı. Fakat bundan vazgeçilmiş ve doğrudan Tebriz kenti üzerine hareket edilmiştir. Çoğu tarihi kaynağın ortak noktası, İbrahim Paşa ile Defterdar İskender Çelebi arasındaki çekişmenin bu noktadan başlayarak belirginleştiği yönündedir.
İbrahim Paşa ile İskender Çelebi arasındaki çekişme, İbrahim Paşa’nın kıskançlığına dayandırılmaktadırlar. İbrahim Paşa’nın dört yüz kölesi olduğu halde İskender Çelebi’nin tepeden tırnağa kadar sırmalar içinde altı yüz ve ayrıca altı bin iki yüz kölesi bulunuyordu. Bu arada İbrahim Paşa, İskender Çelebi’den kendisine maiyyetinden yüz on kişi bağışlamasını isteyip de, İskender Çelebi yalnızca otuz kişi yollayınca, aralarındaki haset ve çekememezlik iyice belirginleşmişti. Bu arada İskender Çelebi’nin makamına göz diken, Halep Defterdarı Nakkaş Ali Bey’in de İbrahim Paşa’yla birlik olarak, İskender Çelebi’nin ortadan kaldırılması için planlar tertiplediği belirtilmektedir.
Öte yandan Irakeyn seferine çıkılırken Padişahın, İskender Çelebi’yi kendisine müşavir ve kethüda tayin etmesi de İbrahim Paşa’yı rahatsız etmiştir. Nitekim İbrahim Paşa Tebriz yolu üzerindeki çekilen sıkıntılardan ve verilen kayıplardan İskender Çelebi’yi sorumlu tutarak aradığı bahaneyi bulmuştur. Oysa netice itibariyle Tebriz alınmış ve Azerbaycan’daverilen kayıplar bir ölçüde karşılanmıştı. Ancak İbrahim Paşa Bağdat’ın fethinden hemen sonra Padişaha bunu bahane ederek İskender Çelebi’yi idam ettirmiştir.
Peçevî Tarihi’nde de Azerbaycan’da verilen kayıplar ve İskender Çelebi’nin idamı İbrahim Paşa’nın en önemli hatalarından sayılmaktadır. Ayrıca dönemin bütün kaynaklarında da İbrahim Paşa’nın söz konusu suçlamayla İskender Çelebi’yi idam ettirmesi, haksız bir infaz olarak gösterilmektedir. Rivayete göre, Kanunî rüyasında İskender Çelebi’nin kendisinin üzerine yürüyerek, haksız yere niçin idam edildiğinin hesabını sorduğunu görmüş ve Padişah bundan sonra İbrahim Paşa’ya kinlenmiştir.
Bu rivayet bir kenara, İbrahim Paşa’nın gözden düşmesine neden, Paşa’nın Serasker Sultan sıfatını benimsemesidir. Sefer sırasında ilanları “Serasker Sultan” diyerek yaptıran Paşa’yı ikaz eden İskender Çelebi, “biz de bir tek sultan vardır” diyerek mani olmuştu. Tarihçi Peçevi, bu sıfatı Kızılbaş takımının Paşa’ya uygun gördüklerini ve kendisine kabul ettirdiklerini vurgularken, İskender Çelebi’nin buna karşı çıkmış olmasının, Paşa’yla aralarında bir düşmanlık doğurmuş olabileceğine değinmektedir. Neticede kaynaklarda söz edilen ve ayrıntılarıyla yorumlanan bu nedenler paşanın sonunu hazırlamıştır.
İbrahim Paşa’nın bütün hayatı, hâmisi olan Kanunî Sultan Süleyman tarafından şekillendirilmiştir. Basit bir köle olan İbrahim, hâmisinin desteği sayesinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun en yetkili kişisi olmuştur. İdamına sebep olan bazı hataları onun başarılarını ve Osmanlı’nın belli bir dönem dâhilindeki gelişimine yaptığı önemli katkıları unutturmamalıdır.
Divan değerinde bir beyit!
Özellikle sanat ve edebiyat alanlarının gelişimine büyük katkıda bulunduğu bilinen İbrahim Paşa, hâmisi Kanunî’nin izini takip ederek, kendisi de dönemin en büyük hâmilerinden olmuştur. Hayali Bey, Zati, Yahya Bey ve daha nice şair onun himayesi ile eserler vücuda getirmişlerdir. Kendisi de şairdir. Latîfî, cümle beyitlerine mukabil, bir divan değerindedir diyerek şu beytini örnek göstermektedir.
Okuman şimden giru Ferhad u Mecnun kıssasın
Aşk yolunda zene meyleylemez merdaneler
Peçevi İbrahim Efendi, onun padişahın emirleri ve kanunların tatbikine çok büyük önem verip her işi adaletle yerine getirdiğini, son derece dindar olduğunu, fakat Bağdat’ın fethinden sonra ahlâkının değiştiğini belirtmektedir.
İbrahim Paşa’nın çağdaşı olan şair ve tezkire sahibi Latîfî onun ani yükselişini, sadrazamlığı sırasındaki davranışlarını, haşmetini, büyük yetkilerini, bundan gurura kapılmasını, şöhret ve ziynet düşkünü haline gelmesini anlatıp böyle büyük bir şana sahipken bir gün birden idam edildiğini ve bundan ibret alınması gerektiğini belirtmektedir. Yine Latîfî “Evsâf-ı İbrahim Paşa” adlı risalesinde İbrahim Paşa’nın cömertliğini, şair ve edipleri koruduğunu yazarak övücü ifadelere yer vermektedir. Latifi ondan sonra gelenlerin şair, edip ve sanatçılara önem vermediklerini, hatta bunların hazineden almakta oldukları in’âm ve caizelerinin kesildiğini de söyler. Daha da ileri giderek halkın İbrahim Paşa’nın kıymetini ancak ölümünden sonra anladığını yazar.
Siyasetname konusunda bir eser yazan Kanunî dönemi devlet adamlarından Lütfî Paşa da veziriazamların padişaha çok yakın olmamaları ve kendi azametine kapılmamaları gerektiğini belirtirken örnek olarak İbrahim Paşa’yı gösterir. Padişahın bizzat onun sarayına ve bahçesine bile gittiğini, bu yakınlığın “herkesin gözüne batan diken” gibi olduğunu ve neticede çeşitli isnatlarla hayatını kaybettiğini ifade etmiştir.
On üç sene veziriazamlık makamında kalan, o zamana kadar rastlanmayan ölçüde şan ve şerefe nail olan ve döneminin siyasî hadiselerinin gelişmesinde önemli roller üstlenen İbrahim Paşa, Venedik elçisinin raporuna göre birkaç dil bilen, tarihe son derece meraklı aynı zamanda sanat ve hayır ehli bir devlet adamıdır.
Galata’da Perşembepazarı içinde Haliç kıyısında bulunan Eski Yağkapanı Mescidi’nden başka Mekke, Selanik, Hezargrad (Razgrad) ve Kavala’da cami, mektep, medrese, hamam, çeşme ve yine bazı kasabalarda mescit ve zaviyeleri bulunmakta olup bunlara çeşitli vakıflar tahsis etmiştir. Niğbolu Sancağının Yeniceköy’ünde bir cami ve medresesi olduğu ve idamesi için beş köyü vakfettiği belirtilmektedir.
Hanımı Hadice Sultan’dan Mehmedşah isimli bir oğlu oldu ise de küçük yaşta vefat etmiştir. Yine bu evlilikten ismi bilinmeyen bir kızının olduğu ve Aksaray’da bir cami yaptırdığı ifade olunmaktadır. Paşa’nın diğer bir hanımı Muhsine hanımdan da söz edilir. Bu hanımla Hadice Sultandan önce evli olmalıdır. Hakkında hiçbir bilgi yoktur. Sadece Kumkapı Camii ile yakınındaki tekkeyi beyinin hatırasına inşa ettirdiği bilinmektedir.
Ahirü’l-emr o vezir makbul
İdi makbul iken oldu maktul
İbrahim Paşa’nın uzun süre görevde kalması, Padişahın katındaki değeri ve bazı uygulamaları aleyhinde bir cereyanın doğmasına yol açmış bulunuyordu. Gayr-ı Müslim devlet adamlarına gösterdiği yüksek ve tepeden bakış, elçilere uyguladığı ezici davranış onları da Paşa hakkında olumsuz düşüncelere itiyordu. Neticede sonunun böyle hazin bir şekilde noktalanması, hasımlarına aradığı fırsatı vermiş olup çeşitli dedikoduların ortaya atılmasına zemin hazırlamıştır. Padişahın abdest suyunu içerdi, hanımı Hadice Sultan ile ilgilenmezdi gibi ifadeler romanlarda yazılı olup hiçbir değeri yoktur. Bu itibarla İbrahim Paşa hakkındaki çeşitli söylentileri ve dedikoduları dikkatle incelemek ve değerlendirmek gerekmektedir.
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil