Cumhurbaşkanımız 2021’i Türkçe ve Yunus Emre Yılı ilan etmişti. Buna kimin sahip çıkması gerekirdi? Öncelikle Kültür ve Millî Eğitim Bakanlığının değil mi? Peki Cumhurbaşkanlığı aktivitesine katılmaları dışında ne yaptılar söyler misiniz? Kocaman bir hiç… Gerçekten yazık! Yirmi yılda bu konuda neler yapılabilirdi. Fakat havanda su dövüldü…
KTB Yayınları “Türkçeye Suikast” adıyla muazzam bir eserin basılmasına önayak oldu. Kıymetli araştırmacı Numan Aydoğan Ünal’ın eseri ilk basımından bir ay sonra ikinci baskıya girdi. Bilhassa edebiyat tarihi bilim insanlarımız Türkçe üzerinde oynanan büyük kıyımın farkındadır.
Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın “2021 Yunus Emre Yılı” münasebetiyle yaptığı konuşmada Türkçemizin değerini şöyle belirtmişti:
“1071 Malazgirt Zaferi’nin hemen ardından, ecdadımızın bu topraklarda inşa ettiği camiler, medreseler, kütüphaneler, çeşmeler, köprüler, çarşılar, hanlar ve kervansaraylar, Anadolu’ya yepyeni bir kimlik kazandırmıştır. Bütün bu eserlerin yanı sıra Türk İslam mührünü bu topraklara vuran asıl müessese, dergâhlar olmuştur. Hoca Ahmed Yesevî’den aldıkları destur ile Türkistan’dan Anadolu’ya hicret eden dervişler, bu yeni vatanın dört bir yanında dergâhlar kurdular.
Bir taraftan gaziler eliyle şehirleri fetheden ecdadımız, diğer taraftan ilim, irfan ve hikmet ehli bilgeler marifetiyle gönüller kazandı. Fütuhat ile fütüvvetin el ele kök saldığı bu geniş coğrafyada, dünya tarihinin akışını değiştiren büyük bir medeniyet atılımı gerçekleşti. Asırlardır dilden dile aktarılan şiirleriyle gönüllerimizde taht kuran Yunus Emre de bu dergâhlardan birinde yetişmiş ve Âşık Yunus olmuştur.
Yunus Emre aynı zamanda güzel Türkçemizin de mimarıdır. O, Türkistan’da Ahmed Yesevî ve dervişlerinin hikmetleriyle başlayan çığırı, Anadolu’da daha da geliştirmiştir. O, Türkçenin aşk ve mânâ dili olmasını sağlamıştır. Onun bize bıraktığı en büyük miras, her bir mısraının kelime kelime, her bir kelimesinin hece hece, her bir hecesinin harf harf saçaklanarak 700 yıllık tarihimizi bizim kılan Türkçemizdir.
Peki bugün Yunus Emre’nin, Mehmet Akif’in, Ahmed Yesevi’nin hem de anlaması en kolay eserlerini liselerimizde kaç gencimiz okuduğunda anlayabiliyor acaba?
Evet Türkçeye kıyıldığını ve hatta korkunç bir suikasta uğrayacağını 1940’lardan itibaren mütefekkirler işaret etmeye başlamıştı. Zaten eserde bu 70-80 yıl içinde Türkçemize indirilen ağır darbeleri dertlenenlerin ifadesiyle okuyucuya sunuluyor.”
Rahmetli Erol Güngör Bey bu konuda şöyle demektedir:
“Türk dilinin bugünkü acıklı durumunun hangi sebeplerden ileri geldiği araştırılırken, çoğu zaman karşımızda bazı şahıslar, dernekler veya hükûmetler görüyoruz. Bütün bunların ortak tarafı, dil konusunda cahil olmaları ve dil değişikliği yoluyla birtakım siyasi neticeler elde etmeyi düşünmeleri olmuştur. Fakat Türk dilini ortadan kaldırıp yerine yeni bir dil kurmak isteyenlerin önemli ölçüde başarı kazanmış görünmeleri, onların şahsi kabiliyetlerinden daha başka sebeplere dayanmaktadır.
Dil ve edebiyat durursa, mânevî hayat da biter!
Bu sebeplerden en önemlisi ve üzerinde en çok durulması gerekeni Türkiye’yi gitgide saran cahillik havasıdır. Memleketimizde yıllar geçtikçe okuma-yazma oranının arttığı ve böylece cahilliği yenmekte başarılı olduğumuz iddia edilir durur, ama Türkiye günden güne daha derin bir cehalet uçurumuna itilmektedir. Eğitim kurumlarımız kültür eğitimi bakımından hemen hemen iflas hâlindedir, her yıl bu okullardan mezun olanlar, daha önceki yıllarda mezun olanlardan daha az şey bilmektedirler.
Bugün gençlerimizden çoğunun bir kabile diline benzeyen fakir, köksüz, hattâ gülünç bir dil kullanmaları ve bunun dışında yazılmış hiçbir kültür eserini anlayamamaları işte bu cehaletten doğuyor.
‘Eski dil-yeni dil kavgası’ diye bir şey yoktur; böyle bir kavga ancak her iki dilin de mevcut ve meydanda olmasıyla mümkündür. Hâlbuki gençlerimize kendi babalarının konuştuğu dil bile öğretilmiyor ki, dil konusunda sıhhatli bir tercih yapabilsinler…”
Prof. Faruk Kadri Timurtaş ise; “Dil meselesi, çok yönlü bir meseledir. Türkçenin iyi konuşulup yazılması hususunun ne derece ehemmiyetli ve büyük olduğunu göstermektedir. İmlamızın istikrarlı bir hâle gelmeyişi, okullarda, sahne, sinema, radyo ve televizyon konuşmalarında, siyasi beyanat ve bildirilerde kötü ve yanlış telâffuzun yaygın olması, cümle bozuklukları, son derece dar bir kelime hazinesi hâlinde günlük konuşmaların birkaç yüz kelime içinde cereyan etmesi, devrik cümlelere yer verilmesi, kelime ve deyimlerin yerli yerinde kullanılmaması, ne idüğü belirsiz yeni kelimelere moda icabı merak gösterilmesi gibi hususlar dil meselesini meydana getirmektedir” diyerek yanlış gidişata dikkat çekmişti…
Yahya Kemal Beyatlı (v. 1958) ise hadiseyi çok çarpıcı bir biçimde şöyle izah etmiştir:
“Eski Türklerin mânevî bir hayatı varken bir edebiyatı vardı. Yeni Türklerin ancak mânevî bir hayatı olursa edebiyatı olur. Bizi ezelden ebede kadar bir millet hâlinde koruyan, birbirimize bağlayan bu Türkçedir, bu bağ öyle metin bir bağdır ki vatanın hudutları koptuğu zaman bile kopmaz, hudutlar aşırı yine bizi birbirimize bağlı tutar. Türkçenin çekilmediği yerler vatandır, ancak çekildiği yerler vatanlıktan çıkar, vatanın kendi gövde ve ruhu Türkçedir…”
Attilâ İlhan da bu hususta şöyle demektedir:
“Bir kelimeyi Arapça, Farsça diye, Osmanlıca diye, dilden çıkarmak neye benzer biliyor musunuz? Adı Ahmet olan bir insanı kelime Türk değildir diye Türk vatandaşlığından çıkarmak gibi bir şey. Büyük bir saçmalık bu, başka ifadesi yok!.. Hata baştan yapılmıştır. Osmanlıca kelimelerin dilimizden atılması Türkçeyi fakirleştirmiştir. Çok vahim bir şey bu! Bu kelimeler bizim kültürümüzün kelimeleridir, bu kelimeler Türkçedir, bu kelimeleri vatandaş her yerde kullanır…”
Türkçeyi kaybetmenin büyük üzüntüsü!
Büyük bilim adamı Prof. Dr. Hasan Seçen Bey, eserin yazarı Numan Aydoğan Bey’i takdir ederek kendisine teşekkür sadedinde şu kıymetli yazıyı göndermiştir:
“Türkçe üzerine yazdığınız Türkçe’ye Suikast kitabınız hakkında bilgilendirdiğiniz için teşekkür eder, emekleriniz için ayrıca tebrik ederim. Kitabın tanıtımını dün Türkiye gazetesi Kültür Sanat sayfasında da okudum. Güzel bir tanıtım yazısı olmuş. Yıllık izinde olduğum için henüz kitaba ulaşamadım. Erzurum’a döner dönmez internet kitapçılarından temin edeceğim. Üniversite kütüphanesine de kaynak kitap olarak satın alınması için tavsiyede bulunacağım.
Dil meselesi, üniversitede de önemli bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü bilim, yalnız başına laboratuvarda çalışmak, ‘veri’ toplamak anlamına gelmiyor. Bunun yanında, veriyi ‘bilgi’ye dönüştürmek; oluşturduğumuz ‘bilgi’nin ‘bilgi kütüphanesi’ içinde hangi boşluğu doldurduğunu izah edebilmek, o ‘bilgi’yi bir ‘teori’ye dönüştürebilmek; ve bu ‘bilgi’nin ileride nerelerde kullanılabileceği hususunda ‘öngörüler’de bulunabilmek de gerekiyor. Bu yönüyle ‘bilim’, ‘entelektüel’ bir faaliyet alanı olarak ortaya çıkıyor ve dili iyi kullanmak da iyi bir ‘entelektüel’ olabilmenin temel şartlarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Peki gerçekten ülkemizde üniversitede dil iyi kullanılabiliyor mu? ‘Maatteessüf’ Hayır!… Doktora tezlerinde bile, Türkçe duyarlılığı olan bir jüri üyesi, tezi okurken Türkçe yazım hatalarından kurtulup da ‘ilmî’ hataları incelemeye yoğunlaşamıyor.
Ben şahsen, kazara, güzel bir Türkçe ile yazılmış bir doktora teziyle karşılaştığımda, hemen öğrenciye soruyorum: Bu kabiliyeti nasıl kazandın?.. Bazı öğrenciler, öğretmenleri vesilesiyle kazandıklarını ifade ediyorlar. Fakat çoğunluğu edebiyat kitapları okuduklarını; edebiyat okumalarının kendilerine -farkında olmadan- dili iyi kullanma ve güzel yazma melekesi kazandırdığını ifade ediyorlar.
‘Edebiyat okumaları’ dediğimizde ise, işin en büyük zorluğunun da burada toplandığını belirtmek gerekiyor. Çünkü ‘Z kuşağı’ dediğimiz çocuklar, çoğunluk olarak sadece Türkiye’de değil dünyanın başka taraflarında da derin okuma yapmıyorlar. Sonuçta okuma ve yazma becerileri son derece kısıtlı bir nesil karşımıza çıkıyor…”
Güzel Türkçemizin adım adım bitirilişini görmek, bunun niçin yapıldığını anlamak ve nihayet dilimizin tarihteki muazzam değerini bilmek isteyenler için “Türkçeye Suikast” kitabı bir başucu eseridir. Mutlaka her evde bulunmalı, daraldığımızda bir sığınak olmalı ve gençlerimiz edebiyat okumalarının önemini anlamalıdır.
TEFEKKÜR
Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim.
Ya bunlar Türkçe değil, yahut ben Türk değilim.
Oysa hâlis Türk benim, bunlar işgalcilerim.
Allah Türk’ü korusun, yalnız bunu dilerim.
N.F.K.
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
02.09.2022
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/631890.aspx