16 Şubat 1459 büyük âlim ve mutasavvıf Akşemseddin hazretlerinin vefat yıl dönümü idi. Kültür bakanlığının ruhu bile duymadı. MEB ne yaptı onu da bilmiyorum.
Akşemseddin, mutasavvıf kimliğinin yanı sıra din ve fen ilimlerinde ve tıpta üstattı. Fatih Sultan Mehmed Han’ın hocası olup, İstanbul’un fethinde onun en büyük destekçisi olmuştu.
Bu büyük âlimlerin hayatı gençlerimize ibret numuneleri ile doludur.
İstanbul’un fethiyle birlikte Fatih’in yanında en itibarlı kişi iken o Göynük’e çekilecek ve insanları irşatla meşgul olup eserler kaleme alacaktır.
Bu büyük âlimlerin hayatı hakkıyla film yapılmalıdır.
Maalesef son dönemlerde büyük mutasavvıflarımız Ahmed Yesevi ve Hacı Bayram Veli bozuk para gibi harcanmaktadır.
Ahmed Yesevi hazretleri kadın meclislerinde sazla cazla meşgul olurken Hacı Bayram Veli hazretleri dizisi de entrikalar yumağına dönüştü!.. Büyük veli kadınlarla kırıştırılıyor, yine kadınlar gladyatör gibi sahne alıyor.
Tarihî filmlerden sonra büyük mutasavvıflarımızın yalan yanlış bir şekilde gösterilmesi yapımcılarına TRT’ye ve destekçilerine en büyük ayıp olarak yeter.
Biz Akşemseddin hazretlerini tanıyalım. 1390’da Şam’da doğan Akşemseddin, Şehabeddin Sühreverdi’nin torunlarından Şeyh Hamza’nın oğludur. Asıl adı Şemseddin Muhammed’dir. Baba tarafından nesebi Hazreti Ebubekir’e kadar uzanır. Yedi yaşında iken babası ile birlikte Amasya’nın Kavak ilçesine yerleşmiştir. İlk tahsilini babasından gördü, Kur’ân-ı kerimi ezberledi ve dinî ilimlerde kendisini geliştirdi.
Daha sonra Osmancık Medresesi’ne müderris oldu. Bu arada hekimlerden tıp tahsil etti.
Ancak o sade ilimle yetinmiyor tasavvuf yolunda ilerlemek istiyordu. Bu maksatla Fars’a ve Maveraünnehir’e mürşit aramaya gitti. Ancak aradığını bulamadı ve geri döndü. Bazı dostlarının tavsiyesi üzerine Hacı Bayram Veli’ye intisap etmek üzere Ankara’ya gitti. Fakat onun dükkân dükkân gezip para istemesi hoşuna gitmedi. Zeynüddin el-Hâfi’ye intisap etmek üzere Haleb’in yolunu tuttu. Yolda iken gördüğü bir rüya onun yolunu yeniden Ankara’ya çevirmesine sebep oldu. Rüyasında boynuna takılı bir zincir yoluna devam etmesine mâni oluyordu. Geri baktığında zincirin Hacı Bayram’ın elinde olduğunu görmüştü. Hatasını anlamış ve derhal Hacı Bayram Veli’nin dergâhına koşmuştu.
Akşemseddin sıkı bir riyazet ve mücahededen sonra şeyhinden Bayrami hilafeti aldı. Onun bu kadar kısa zamanda hilafet alacak seviyeye ulaşmasını hocası Hacı Bayram hazretleri şöyle açıkladı:
“Akşemseddin gördüğü ve işittiği şeylere gönülden, bütün samimiyetiyle inandı. Hikmetini sormadan teslim oldu. Oysa dergâhımızda, kırk yıldan fazla kalan bir kısım dervişler, hemen gördükleri ve işittikleri her şeyin hikmetini sordular…”
Diğer insanlardaki manevi kir ve pasları temizlemekte çok başarılı, riyazet ehli, saçı ve yüzü beyaz bir kişi olduğundan hocası Hacı Bayram Veli tarafından Akşemseddin ya da Akşeyh unvanları verildi. Ayrıca az yeme, az uyuma ve az konuşma gibi özellikleri sebebiyle yüzünün beyazlaştığı da söylenir.
Akşemseddin, hocası Hacı Bayram’ın II. Murad Han’la görüşmeleri sırasında yanında bulundu. İstanbul’un fethinden önce Fatih Sultan Mehmed’i Edirne’de iki defa ziyaret etti. Tabip olan Akşemseddin, ilk ziyaretinde II. Murad’ın kazaskeri Candaroğlu Süleyman Çelebi’yi, ikincisinde de Fatih Sultan Mehmed’in kızlarından birisini tedavi etti.
Fetihteki rolü
Akşemseddin, 1453 baharında İstanbul’un fethi için sefere çıkan orduya muhasara esnasında yaptığı konuşmalarla gerek padişahın, gerekse ordunun maneviyatının yükseltilmesinde etkili oldu.
Baltaoğlu Süleyman Bey komutasındaki Osmanlı donanmasının yaşadığı bozgun neticesinde toplanan divanda muhasaranın durdurulması istendi. Muhasaranın kaldırılmasını teklif eden Çandarlı Halil Paşa’ya karşı, kuşatma taraftarı Zağanos Paşa’ya destek verdi ve bu maksatla Fatih Sultan Mehmed’e fethin yakın olduğunu, sabredip, gayret gösterilmesi gerektiğini ifade eden mektuplar yazarak manevi açıdan teşvik edici bir rol oynadı.
Kuşatmanın uzaması üzerine padişahın üzüntüsü artmış sabrı kalmamıştı. Vezir Ahmed Paşa’yı Akşemseddin’e göndererek “Git şeyhe sor düşmana üstün gelmek var mıdır?” dedi. Akşemseddin de vezire “Ümmeti Muhammed’in askeri ve gazileri, bir kâfir kalesine hücum ederse, inşallah Allah’ın izni ile fetih gerçekleşir” cevabını verdi. Bu cevapla tatmin olmayan padişah vezirini tekrar yollayarak “Fethin vaktini tayin eyleyip bize bildirsin” dedi. Akşemseddin hazretleri iç âlemine dalarak Allah’a yalvardı niyazda bulundu. Başını kaldırdığında mübarek yüzünün terlediği görülüyordu. Vezire;
“Bu senenin cemaziyel evvel ayının yirminci günü seher vaktinde, inançla ve gayretle surlara taarruz etsinler” dedi ve ekledi: “Feth-i Mübin, sizin elinizde tecelli edecektir…”
Vakit geceydi ordu uykudaydı. Akşemseddin hazretleri padişahı ziyaret etti ve ona muharebe esnasında sıkıştığı anda “Ya Fakih Ahmed, diyerek, himmet talep etmesini” söyledi ve çadırına kapandı…
Padişah 29 Mayıs sabahı surlara şiddetli hücum başlayınca Akşemseddin’i yanında görmek istedi. Haber gönderdi, Akşeyh gelmeyince çadırına gitti. Gördü ki çadırın her tarafı kapalı, hançerini çekerek çadırı biraz kesti ve içeri baktı. Akşeyh kuru toprak üzerinde secdeye kapanmış gözyaşı döktüğünü gördü. Padişah makamına gelip kaleye bakınca surlara tırmanan askerleri gördü, burçlara bayrak dikilmişti…
Fetihten sonra üç gün üç gece ziyafetler yapıldı, hediyeler bahşişler dağıtıldı. Akşemseddin askerlere ve burada hazır bulananlara;
“Ey gaziler bilin ki, hepiniz hakkında Peygamber Efendimiz, (ne güzel askerdir onlar) diye buyurmuştur. İnşallah hepimizin günahları affedilmiştir. Fakat savaş ganimetini israf etmeyip, İstanbul içinde hayır ve iyi işlere harcayıp, Padişaha itaat ve sevginizi gösteriniz” diye konuştu. Ardından padişahın başına iki çatal sorguç takarak “Padişahım bütün Âl-i Osman’ın yüz akı oldunuz. Hemen Allah uğruna mücahit olunuz” dedikten sonra namaz için ezan-ı Muhammediyi okudu…
Fetih sırasında ve sonrasında gördüğü kerametleri sebebiyle Fatih’in Akşemseddin’e olan sevgisi ve bağlılığı zirve yapmıştı. Neticede Padişah’ın tasavvufa meyli arttı. Akşemseddin hazretlerinden bu dersi almayı istedi. Akşeyh ise;
“Tasavvufta lezzet vardır o lezzeti tadarsan, ülkeyi idare edemezsin. Bu yüzden devletin bütün işleri karışır. Bunun da günahını Allah bizden sorar. Ayrıca adaleti icra etmek gerekir. Adaletli olmak, Padişah’ın veliliği ve kerametidir. Padişahlıkta nice bin perdeler vardır” diyerek bu arzusunu reddetmiştir.
“Sen seni sair halk gibi zannetmeyesin,
Memleketin ıslahından başka bir şeye meyletmeyesin”
Lokman-ı sani
Akşemseddin hazretleri fetihten sonra Zeyrek Camii civarında ikamet etti ve burada ders verdi. Bu arada mensubu olduğu Bayramîliğin şehir hayatına girmesi için uygun bir ortam hazırladı.
Bu arada padişahın tarikat yolunu öğrenmekte ısrarlı olması karşısında Göynük’e yerleşti. Padişahın, gönlünü almak üzere gönderdiği hediyeleri geri çevirdi. Kendisi adına yapılacak cami ve tekkeyi de reddetti, sadece bir çeşme yapılmasına izin verdi. Hayatının son yıllarını burada geçirdi.
16 Şubat 1459’da vefat eden Şeyh’in naaşı Göynük’te kendi yaptırdığı mescidin haziresine defnedildi.
Tıp tarihinde önemli bir yeri bulunan Akşemseddin hazretleri devrinin en meşhur hekimlerindendir. Bazı mühim kişiler yanında pek çok kimsenin tedavisiyle bizzat ilgilenmiştir. Tıp tarihinde ilk defa mikrop ve bulaşma meselesini o söylemiştir. Böylece onun Pastör adlı İtalyan hekimden en az yüz yıl önce bu konuya ilk temas eden tabip olduğu kabul edilir…
İlaçlar konusunda da geniş bilgi sahibi idi. Özellikle bitkilerden ilaç hazırlayarak tedavide kullanırdı. “Mâ-i kibrit-i şerif” adını verdiği ilacın pek çok hastalığa iyi geldiği ve bundan dolayı kendisine “Lokman-ı sâni” denildiği belirtilmektedir.
Akşemseddin aynı zamanda şairdi. Şiirlerinde Şems, Şemsî ve Şemseddin gibi mahlaslar kullanmıştır. Şiirleri onun Sünni akideye kuvvetle bağlılığı yanında ilahi sırlara ve hakikatlere eriştiğini açıkça göstermektedir. Bazı şiirleri eda ve ifade mükemmelliği bakımından ilahi türünün en büyük siması Yunus Emre’yi andırmaktadır. Şu şiiri buna örnektir:
Cihan akrep ejderha dolu deryâyımış,
Bu cihan hem işleri gavgâyımış
Dünyada rahat bulunmaz kimseye,
Terk iden rahatı evliyâyımış
Ol gönül mimarı mamur eyleme,
Bu cihanı kıl nazar gör neyimiş
Cîfedir yahut acûz-ı bî-vefâ,
Bî-vefayı terk iden purnâyımıs
Gönlünü mamur idendir zinde-dil,
Mürde-diller düşmeni Mevlâ’yımış
Sırça gibi sınsa gönül bitmez ol,
Gönülü âkil niçin sıyayımış
‘Âşık-ı dünya’ deni câhil deli,
Hak muhibbi âkil-i dânâyımış
Şemsiya ger sözlerinde mert isen,
Merde lâyık işlemek zibâyımış
TEFEKKÜR
Mâsivâyı terk idüben buldular ma’şukların
Pes anunla bâki kalup itdi cevlân sufiler
Akşemseddin
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
18.02.2022
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/623415.aspx