Geçtiğimiz hafta sonu Viyana’da idim. Sakarya-Reşadiye Derneği’nin davetlisi olarak bulunduğum iki gün içinde gurbetçi kardeşlerimle sohbetin yanı sıra bol bol gezme imkânım da oldu. Viyana, Osmanlı düzenli ordularının Avrupa’da son varmış olduğu nokta idi.
Viyana’da bilhassa Osmanlı ordularının 1683 yılında bozgununa sebep olan Kalenberg Tepesi’ni merak ediyordum. Büyük ve kudretli komutan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın kuşatma öncesinde askerî stratejisinin mükemmel olduğu yazılıp çiziliyordu. Düşman birlikleri nasıl olmuştu da bu mühim noktayı aşabilmişlerdi? Gerçekten de Kalenberg ve Leopoldberg denilen noktalar incelendiğinde mesele anlaşılıyordu.
Tepeye çıktığınızda Tuna kenarında yer alan Viyana’nın ovaya serilmiş müthiş manzarasıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Viyana’nın bir tarafını boydan boya Tuna Nehri kesiyordu ki buradan yardım almaları imkânsızdı. Tuna’yı ancak kuzeyden, çok gerilerden aşarak gelecek yardımcı birliklerin ise, bu Kalenberg Tepesi’nden başka yol bulmalarının imkânı yoktu.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın başlangıçta ağırdan aldığı Viyana kuşatmasını, sonlandırmak üzere şiddetli hücumlarda bulunduğu sıralardı. Düşman ise kuşatmanın iki aya yakın sürmesinden yararlanmıştı. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen birlikler yanında bilhassa Lehistan Kralı Jan Sobieski kırk bin kişilik bir birlikle Viyana’nın imdadına koşmak üzere hareketlenmişti.
Düşman birliklerinin Viyana’ya yaklaştığı haberi Osmanlı ordugâhına zamanında ulaşmıştı. Elde edilen esirlerden imparatorla Lehistan Kralı‘nın ağırlıklarını, İskender (Hörelen) Köprüsü‘nden Tuna’nın sağ sahiline yani Osmanlı ordusunun bulunduğu tarafa geçireceği haberi alındığında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, buna mâni olmak için Kırım Hanı’nı görevlendirdi.
Kıymetimiz bilinsin!
Lakin kalabalık düşman birlikleri Tuna’yı geçerken Kırım Han’ı Murad Giray, mâni olmak bir tarafa yüksek bir yerde elini böğrüne koymuş olduğu hâlde at üzerinde düşmanın geçişini seyretmekle iktifa etmeye başladı. Bu hâl üzerine kendi imamı yanına vararak:
“Han’ım, şu bölük bölük geçen kâfirleri kırdırsanız gerisi kesilmez miydi?” demesi üzerine Han:
“Behey efendi! Sen bu Osmanlı’nın bize ettiği cevri bilmezsin! Bizi bir hâle kodular ki yanlarında Eflâk ve Boğdan keferesi kadar rağbetimiz kalmadı. Bu düşmanın cemiyet ve hareketini kaç defadır yazıp bildirdim. Düşman çok, mukavemet mümkün değil, askeri ve topları metristen çıkaralım, iktiza ederse saf cengi edelim ve illa selamet yere gidelim dedim. İnadından dönmeyip söz geçiremedim. Bu düşmanın def’i yanımda işten değildi ve bilürüm ki bu hâl dinimize de düşmez bir ihanettir! Lâkin gayret beni komadı, anlar da görsünler kendilerin; kaç akçelik adam imiş, Tatar kadrin bilsinler” diyerek atını sürüp kuvvetlerini alarak ordugâha döndü.
İşte Kırım Hanı’nın bu kararı ve davranışı Viyana’nın akıbetini belirleyecek bu tepeden grup grup aşan birlikler, artık Osmanlı birliklerine aman vermeyecekler ve neticede büyük bir felakete dönüşecektir.
Düşman, Tatar askerinin o gün kendilerine yaptığı bu yardımı unutmayacak ve dağa çıkarken gördüğüm bir heykel ile anıtlaştırmak suretiyle şükranlarını sunacaklardır.
Asırlardır bir ve beraber omuz omuza cihat eden ve asırlarca da etmeye devam edecek olan Kırım birlikleri, başındaki bir Han’ın kibri ve gururu uğruna İslam askerinin mahvına yol açacaktı. Aslında Murad Giray’ın kendisi de bu durumu biliyor ve “dinimize de düşmez bir ihanettir” diyerek belirtiyordu.
Murad Giray beraber yola çıktıkları, kardeş bildiği Osmanlı-İslam ordusu kırılırken ne düşündü acaba? Bu ihaneti yaparken on binlerce şehide ve milyonlarca kilometrekarelik vatan toprağına mal olacağını tahmin ediyor muydu? Bilinsin dediği Tatar’ın kıymetini bu noktada Nemçelilerden başkası bilmeyecekti. Sebep olduğu bu hareket, Türk ve Kırım tarihine ise en büyük ihanet olarak geçecekti.
Vefasızlık veya ihanetin o esnada nelere mal olacağı bilinmez. Sonradan ortaya çıkan neticelerine kahrolsanız da geri dönüşü olmayan bir yoldur…
İhanete götüren vefasızlık!
Ahdinde durma Müslümanın en önemli hasletlerinden biridir. Fakat devlet adamları için daha mühimdir. Yusuf Has Hacib’in devlet idaresi konusunda mühim bilgiler içeren “Kutadgu Bilig” isimli eseri ülke idarecilerinin yanında keşke bir el kitabı olarak bulundurulabilseydi! Gençlerimize okutulup öğretilebilseydi! Son dönemlerde Cumhurbaşkanlığı yapan Abdullah Gül ile Başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu Bey keşke ondan hissedar olabilselerdi. Bakınız Yusuf Has Hacib, asırlar öncesinden bugünlere nasıl canlı bir dille hitap ediyordu:
Kalkayım gideyim dünyayı gezeyim
Vefalı kim acep dünyada bileyim
İnsan ender oldu nerde bulmalı
Eğer bulunursa arayıp göreyim
Vefa pek kıt oldu, cefa doldu dünya
Vefa kimde acep azıcık isteyeyim
Eğer bulursam ben, vefalı cömert er
Sırtta taşıyayım, gözüme süreyim
Eğer bulamazsam vefalı bir insan
Dağda geyiklerle hayat geçireyim
Ben, Viyanalıların, bize ihanet, onlara ise kurtuluş olan Kırım Hanı’nın davranışına şükranlarını dile getirdikleri abideyi incelerken ülkemizde ise Abdullah Gül üzerinden Tayyib Bey’e karşı büyük bir cephe oluşturulmaya çalışılıyordu.
Gül’e bu vefasızlığı yaptırtan yeniden Cumhurbaşkanlığı makamına geçme sevdası olabilir miydi? Asla zannetmiyorum.
Gül ile Cumhurbaşkanımızın neredeyse kırk yıla varan dava arkadaşlığı vardı. Tayyib Bey’in Gül’ü Cumhurbaşkanlığına getirtirken ne zorluklar çektiği de herkesin malumudur. Gül, Başbakan iken hanımının başını açtırmaya zorlandığı günleri hatırlıyor muydu? Buna karşılık bir gecede kızların kadınların başlarını açtırtan FETÖ’nün kimin emrine çalıştığını hâlâ anlamadı mı?
Devlet idaresinde vefanın çeşitli dereceleri vardır. Parti içi mücadele verirsiniz. Ecevit ile İnönü’nün kapışması gibi. Normaldir belki bir yarıştır der geçersiniz. Fakat bazen yarışı kimlerin yaptırdığına bakarsınız! Şayet işin gerisinde yabancı mihraklar varsa siz artık, siz değilsinizdir! Birileri adına yarışta bulunuyorsunuzdur. İşte bu noktada vefasızlık sadece şahsa karşı olmaz. Tıpkı Viyana’da görüldüğü gibi vatana, millete, devlete, bayrağa, ezana ihanete kadar dönüşen bir vefasızlık hareketi ortaya çıkar.
FETÖ işgal girişimini hâlâ anlayamayanlar, bu işgal girişiminden bugüne kadar geçen süreci okuyamayanlar, kimlerin hesabına çalıştıklarını asla bilemeyeceklerdir. Anladıklarında ve öğrendiklerinde ise iş işten çoktan geçecektir. Gül, Kılıçdaroğlu, Karamollaoğlu, Akşener ve HDP’nin sözcüleri asla bir araya gelemeyecek, bir koalisyon oluşturamayacak, bir yolculuğa beraber çıkamayacak ve bir ortaklık kuramayacak şahsiyetlerdir. Öyleyse onları kim, ne uğruna birleştirebilmektedir. Sadece Erdoğan düşmanlığı ile birleşen şahıslar yarın ortaya çıkacak vahim tabloda, sadece suçu birbirlerine atma yarışına girişeceklerdir.
Buna karşılık Murad Giray gibi birileri onların büstünü dikebilir. Fakat millet tarafından başka türlü anılacaklardır. Ancak bu noktada iş de millete düşmektedir. Şayet millet, ülkenin varlığına kastetmiş olanların projelerini sezemez ve sağlam bir duruş gösteremezse onun da sızlanacak bir sebebi bulunmayacaktır…
TEFEKKÜR
Ya vefa kalmadı bu âlemde
Ya cihanda kimse kılmadı onu
Benden ok atmayı öğrenip giden
Sonunda etti nişangâh beni
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
06.05.2018
Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/602094.aspx