Emîr Timur, Osmanlı Devleti’ne ağır bir darbe indirmişti. Anadolu beylikleri yeniden ihya olurken Osmanlı Devleti de dört parçaya bölünmüştü.
Kurt puslu havayı sever demişler.
Bid’at ehilleri de işte öyle bir dönemde Osmanlı milletinin temiz itikadını bozmak için harekete geçmiş bulunuyorlardı.
Nitekim bunlardan birisi de Osmanlı Devleti’nin kalbi Bursa’da ortaya çıkmıştı.
Fetret döneminin karışıklığı içerisindeki bir cuma günü Ulucami’de İranlı bir vaiz kürsüden Bakara suresinin 285. âyetini tefsir eden bir sohbet yapıyormuş. Bu ayette, “O’nun elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırt etmeyiz!” buyurulmakta idi…
Bu ifade, peygamberin ve müminlerin ağzından verilmektedir. Yani müminler peygamberler arasında ayrım yapmazlar. Peygamberlere imanın temel ilkesi de budur.
İranlı vaiz, bu âyeti tefsir ederken, “Ben Muhammed Mustafa’yı İsa aleyhisselamdan üstün tutmam” demişti.
Bu sözleri işiten cami cemaatinden bilge ve âlim bir kişi gayrete gelerek İranlı vaize karşı:
Hoca efendi! Bakınız aynı surenin 253. âyetinde, “İşte, o elçilerden kimini kiminden üstün kıldık. Allah onlardan kimine konuştu, kimini de derecelerle yükseltti…” buyurulmaktadır. Bakara suresinin 285. âyetinde, “(Peygamberler arasında fark yoktur) buyurulmasından maksat, resullük ve nebilik hususunda bir farkın olmadığıdır; yoksa fazilet ve kemâlât bakımından değildir” diyerek kendisini susturmuştu.
Ulucami’de, ortaya çıkan tartışmaya ahali de dâhil olmuş ve İranlı vaizden yana tavır alanlar da görülmüştü.
İlmî bir mübahasenin geldiği bu nokta ve tartışmanın büyümesi Ulucami’nin o zamanki imamı Süleyman Çelebi’yi derinden sarsmıştı.
O, işte bunun için asırlardır okunan “Mevlid-i şerif”i kaleme alacaktı.
Her eser, dönemine ayna tutar. Bir anlamda sanatkâr, döneminin sosyal ve kültürel tarihi içinde eser verir. Dolayısıyla Mevlid’in nasıl bir dönemde yazıldığını da unutmamak lazımdır.
Nitekim Osmanlı Devleti’nin karışıklık ortamında bid’at sahiplerinin ve onların destekçisi Bizans’ın da meseleye müdahil olmasıyla bütün bir Osmanlı coğrafyası dinî açıdan da sıkıntılı hadiselere sahne oluyordu. Her zaman olduğu gibi böyle zamanlarda bir kısım fırsatçılar, dini kullanarak bozuk fikirlerini kalabalıklara sunuyordu. En fazla da Mehdilik ve Mesihlik konusu işlenir oluyordu.
Zira gayrimüslim tebaayı da etkilemek bakımından Mesih/İsa severlik akımını zirveye çıkardı. İşte Ulucami’de konuşan İranlı vaiz, “İsâ severlik” akımının tam tesiri ile “dinler arası diyalog”un sinsi bir mümessili sıfatı ile hareket diyordu.
Yine bu dönemde Musa Çelebi’nin kazaskeri makamına kadar gelmiş bulunan Şeyh Bedreddin’in (v. 1416) dervişleri dahi Mehdilik iddiasını dillendirmekte idiler. Nitekim Çelebi Mehmed idare dizginlerini eline aldığı dönemde devleti derinden sarsacak büyük bir isyanı dahi başlatacaklardı.
Şeyh Bedreddin, Ehl-i Sünnet ilim meclislerinde yetişmiş çok büyük bir fakih ve muktedir bir âlimdi. Fakat siyasi bakımdan nüfuz sahibi olmak istemesi hem Osmanlı düşmanlarının onu kullanmasına hem de onun din düşmanlarına ram olmasına sebebiyet verecekti.
Aynı dönemde İran’da Fazlullah Hurûfî de (v.1394) kendisini velayet yolunun son noktası “hatmü’l-evliya” ve “Mehdi” olduğunu ileri sürüyordu.
Belli ki İslam dünyasının hemen her tarafında sevgili Peygamberimizin temiz yolunu bulandıracak bir adım atılmıştı. Adı konmamış “Dinler arası diyalog” projeleri asırlar öncesinde de devrede idi…
Süleyman Çelebi Türbesi / Bursa
Zehre panzehir!
İşte büyük âlim ve mütefekkir tasavvuf erbabı Süleyman Çelebi yazmış olduğu “Mevlid” ile bütün bu hücumları hâk ile yeksan edecekti. Nitekim eserin daha adından onun bu niyetini anlamak mümkündür.
“Vesîletü’n-Necât”. Yani Kurtuluş vesilesi… Bu isim neden seçilmişti. Maddi manevi içine düşülen bir fetret dönemi vardı. Süleyman Çelebi’ye göre bu fetret devrinden çıkış ancak Şanlı Peygamber Efendimize muhabbet ve O’nun izinden yürümekle, sünneti seniyyesine uymakla sağlanabilecektir. Bu itibarla Mevlid eseri yani Vesîletü’n-Necât, müminlerin Hazreti Peygamber Efendimize bağlılıklarını ve muhabbetini perçinleyen ve kuvvetlendiren bir metindir.
Süleyman Çelebi, mevlidinde bilhassa İranlı vaize cevap olmak üzere şanlı Peygamber efendimizin diğer peygamberlere karşı fazilet ve kemâlât bakımından üstünlüğünü de yansıtacaktı. Şöyle ki:
Andan oldu her nihân ü âşikâr
Arş ü ferş ü yerde gökde ne ki var
Ger Muhammed olmaya idi ayân
Olmayıserdi zemin ü âsumân
Hem vesile olduğıyçün ol Rasûl
Âdem’in Hak tövbesin kıldı kabûl
Ger Muhammed gelmeseydi âleme
Tâc-ı izzet irmez idi Âdem’e
Nûh anınçün garkdan buldu necât
Dahi doğmadan göründü mu’cizât
Cümle anın dostluğına adına
Bunca izzet kıldı Hak ecdâdına
Ceddi olduğıyçün anın hem Halîl
Nârı cennet kıldı ana Ol Celîl
Hem dahi Musa elindeki asa
Oldu anın hürmetine ejderha
Ölmeyüp İsa göğe bulduğu yol
Ümmetinden olmak içün idi ol
Çok temenni kıldılar Hak’dan bunlar
Kim Muhammed ümmetinden olalar
Gerçi kim bunlar dahi mürseldürür
Lîk Ahmed ekmel ü efdaldurur
Zira efdalliğe ol elyak-durur
Bunu böyle bilmeyen ahmak-durur
Süleyman Çelebi’nin mevlidi öyle bir aşkla kaleme alınmıştı ki sadece Bursa’da okunmayacaktı. Resulullah Efendimize saldırıların yapıldığı bütün coğrafyaları kısa bir süre içerisinde bir hâle gibi saracak ve tesiri altına alacaktı.
İnşallah haftaya devam ederiz…
TEFEKKÜR
Şer’ini tut ümmeti ol ümmeti
Tâ nasib ola sana Hak rahmeti
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
22.10.2021
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/621146.aspx