İki gün önce çok kıymetli bir dostumu ebedi yolculuğuna uğurladık. Hak Teâlâ rahmetler eylesin. Rahmetli Mustafa Kuzu (Burhan Kuzu Bey’in kardeşi).
Kendisiyle 1989-1997 yılları arasında birlikte ortak bazı projeler yürütmüştük. Bu çok kıymetli ama uzun zamandır pek bir araya gelemediğim dostumun vefatını işittiğimde o projelerden canımızı çok sıkan ve bizi derin üzüntülere sevk eden biri hatırıma geldi. Yanılmıyorsam 1992-93 yıllarında idi. Birkaç arkadaş, liseliler için Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi kitabı yazmaya karar vermiştik.
Bendeniz bu vesile ile o güne kadar sadece adını işittiğim Talim ve Terbiye Kurulu’nun maksadını, gayesini, hedefini hakiki veçhesiyle anlayacaktım.
Hazırlayacağımız lise kitabındaki “Türkler ve İslamiyet” bölümünü ben üzerime almıştım. Kitabı tamamladıktan sonra Talim ve Terbiye Kurulu’na gönderdik.
Ancak kitap, nokta ve virgüller bir tarafa bırakılarsa pek çok çizik yemişti. “Şuralar fazla bilgi çıkarın, buralar eksik bilgi ilave edin…” cinsinden ikazlar çoktu. Kitap yeniden kurula gitti. Ama aynı istekler devamdı. Tekrar gitti geldi. Bu defa önce düzelttikleri yerleri kendileri bozuyordu. Tersini yapmamızı istiyorlardı… Beşinci defada rahmetli Ankara’ya, Talim ve Terbiye Kurulu’na bizzat götürmüş ve çelişkilerini sıralamıştı. Neredeyse on defa Türk Dil Kurumu’nun yazım kılavuzları değişmiş olup bir onu bir bunu referans alınca bir türlü kitap netlik kazanmıyordu.
Fakat işin garibi şu ki, “bu cümle fazla at, bu cümle eksik ilave et” derken kitap bizim olmaktan çıkmıştı. Sanki Talim ve Terbiye Kurulu istediği gibi bir kitabı bize dikte ettirmişti. Doçent birinin yazdığı bölümü orada kim hangi gerekçeyle başka bir şekle koyuyordu? Bir türlü anlayamamıştım.
O zaman Mustafa Kuzu Bey’e ve diğer arkadaşlara, “Çekildim izzet ü ikbal ile bâb-ı heyetten” diyerek gruba veda etmiştim. “Ne adım eserde bulunsun ne de çalışmamın maddi karşılığını istiyorum” demiştim. Zira zamanında bütün şikâyet ettiğimiz hususlar kitaba aynıyla yazdırılmış bulunuyordu.
Rahmetli Oktay Sinanoğlu Bey’in, “Bizim eğitim sistemimizi İngiliz Muhipleri dizayn ediyor”, sözünün manasını da bu vesile ile ilme’l-yakin anlamış bulunuyorduk…
O günlerden bugünlere kadar Millî Eğitim müfredatlarında ne değişti bilemiyorum. Çeşitli vesilelerle ilgilenenleri dinlediğimde daha kötüye gittiğini de maalesef duymaktayım. Demek ki eski tas eski hamam devam ediyor. Şimdiki Millî Eğitim Bakanımız talim ve terbiyeden gelme. Fakat müfredatla ilgili zerrece bir faaliyetini duymamaktayım.
Hiç olmazsa birkaç ay önce Sayın Başkanımız Erdoğan Bey’in dile getirdiği, “Eğitim sistemimiz, hain yetiştiriyor”, yakınmasının gereğini düşünse ve bazı adımlar atsa ne güzel olurdu…
Mustafa Necati Özfatura
13 Şubat 2019 günü de yine bir ulu çınarı Mustafa Necati Özfatura Abi’mizi ebediyete uğurlamıştık. Ta liseli yıllarımda Türkiye gazetesinde kendisinin dış politika üzerine makalelerini okurdum. Üniversite dönemimde Erzurum’da oğlu kıymetli dostum İrfan Özfatura ile aynı evde yıllarım geçti. Hiç unutmam oğlunu görmek üzere bir gece evimize misafir olmuştu. Gece yarısına kadar yaptığımız sohbeti bizim için unutulmaz anılar listesine girmişti. Bir albayın bu kadar mütevazı oluşu belki de beni mest eden vasfı idi.
O zamanlar Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve Kızıl Ordu’su dünyanın süper gücü olup girdiği ülkeleri buldozer gibi ezer geçerdi. Bizim Mustafa Necati Abi’mizle o muhabbeti yaptığımız sırada ise tanklar Müslüman Afganları ezmekle meşguldü. Mücahidler, Rus tanklarına karşı inanılmaz bir savaş veriyorlardı. Türkiye’de belki de yeni doğan çocuklara en fazla Mücahid isminin verildiği yıllardı.
Mustafa Necati Bey o günlerde hiç kimsenin değil aklına, hayaline bile gelmeyen yazılar yazıyordu.
Kızıl Ordu’nun başarısız olacağını söylese belki inanırsınız. Ama o, SSCB’nin son bulacağını haykırıyordu. O günlerde kaç kişi buna ihtimal verirdi bilemiyorum. Ama gece yarısına kadar yaptığı sohbette biz on genci inandırmış bulunuyordu.
Belki fazla soru sorduğumdan olacak tarih okuduğumu öğrendiğinden beş bin yıllık siyasi tarihteki devletleri ve imparatorlukları sayıp sayamayacağımı sormuştu. Bırakın dünyadaki devletleri Türklerin kurduklarını hemen sayabilir miydik? Bunun üzerine şöyle anlatmıştı:
“Dünya, devletler ve hanedanlar mezarlığıdır. Devamlılık Allahü teâlâya aittir. İnsanlar gibi devletlerin de başlangıcı, gelişmesi ve çöküşü vardır… Devletlerin çökmesinin en önemli sebebi zulümdür. Zulümle büyüyen ve gelişen devletler asla payidar olamazlar. ‘Zalime imhal ederim ihmalim yok dedi Yezdan’ sözünün gereği olarak zalim, sonunda kaçınılmaz akıbetine düçar olur…”
Necati Bey yıl da veriyordu. “On seneye varmaz Sovyetler dağılır” diyordu. Gerçekten de bu öngörüsü gerçek olacaktı.
Zira o hadiseleri günübirlik değerlendirmiyordu. Tarihî tecrübelerden, ilahi nizamdan, devletlerin tavır, davranış ve uygulamalarından hareketle on yıl, yirmi yıl ötesini görmeye çalışıyordu…
Biz gülerken birileri plan yapıyordu!
Şayet Mustafa Necati Bey’in bu değerlendirmelerini bizim devlet adamlarımız ciddiye alsalar ve on yıl ötesine yönelik politikalar üretseler bugün “beka mücadelesi” denilen bir savaşın içerisinde olur muyduk?
Evet, bizim o dönemki idarecilerimiz bu sözlere belki de gülüyorlardı. Bunun için de gülmeyip politikalar üretenlerin neler yaptıklarına kör kalacaklardı. On yıl sonra SSCB dağılma sürecine girdiğinde Türk Cumhuriyetleri ile nasıl bir siyaset yürüteceğimizi bilemez bir hâlde şaşkındık. Hâlbuki ülkemize Türk Cumhuriyetlerinden binlerce talebe geliyordu. Zira hepsinin gözü Türkiye’de, ağabeylerinde idi. Bizi “Ağabey” olarak biliyor ve gözümüzün içine bakıyorlardı.
Şimdi soruyorum oradan gelen binlerce genci ne yapmıştık söyler misiniz? Bugünkü gibi devlet yurtlarımız var mıydı? O gelen gençlere, bin yıl önce yine o bölgelerden gelen bizler ortak Türk-İslam değerlerini vermeye hazır mıydık?
Bakınız, size kimin hazır olduğunu söyleyeyim. Sovyetlerin parçalanma sürecine girdiği sırada ABD ise FETÖ eliyle ülkemizde yurtlar açtırıyor, daireler kiralatıyordu. Nitekim Türk Cumhuriyetlerinden gelen talebelerin neredeyse hemen hepsini bu yurtlara yerleştiriyorlardı. 1983’ten itibaren idarecilerimiz de FETÖ’ye, Hoca Efendi(!) diye övgüler düzerek gençleri oraya yönlendiriyordu. Netice, 35 sene sonra karşımıza “beka mücadelesi” olarak çıkıyordu.
Rahmetli Mustafa Necati Bey, Irak işgalinden beri de ABD’nin dağılacağını, o süper gücünün biteceğini ısrarla yazmaktaydı. O, bunu göremedi. Ama ben bugün yaşayan gençlerin göreceğine adım gibi inanıyorum. Zira devletlerin hayatında elli yıl bir hiç gibidir…
ABD’yi kendi ülkesiyle kıyas ederek bu değerlendirmelere gülenlerin tam bir ahmak olduğunu düşünüyorum. Sanki dünyada sadece bir Türkiye vardır. Cenab-ı Hakk’ın bir millete gadap ettiği zaman darbeyi nereden vuracağı belli olmaz. ABD’nin sonu da SSCB gibi olacaktır. Şüpheniz olmasın!
Ben sadece şunu sorayım: Biz nesillerimizi koruyabiliyor muyuz? Yarınlara hazırlayabiliyor muyuz? Yoksa birileri bizim ülkemizde nesillerimizi elimizden alıp istediği gibi yoğurmaya devam mı etmektedir? Beka mücadelesine bu noktadan da bakmazsak kaybederiz!
Bu vesile ile rahmetli Mustafa Necati Özfatura Abi’me ve sevgili dostum Mustafa Kuzu Bey’in ruhu için okurlarımdan bir Fatiha yollamalarını rica ederim…
TEFEKKÜR
Ey gönül eyleme gel dünya-yı gaddâra heves
Paklar eylemedi çünkü bu murdara heves
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
15.03.2019
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/607022.aspx