Ne efsûnkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esaretten
Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi’ndeki bu beytinde hürriyetin insanı esaretten kurtaran fakat sonunda kendine esir eden bir güzel olduğunu vurgulamakta idi.
Ancak kimden ve neden kurtuluyorlardı ve bu yeni esaret onlara ne sonuçlar hazırlıyordu, biliyorlar mıydı acaba?
Zira hürriyet, müsavat, eşitlik, adalet bir zamanların parlak fikirleri idi. Bu parlak sloganlarla avladılar bizimkileri. Hürriyet diye nara atanlar, bir anlamda balık yakalamakta olanların solucanlarından farksız idiler.
Nitekim temel ideali dinine ve padişahına karşı durmak olan Jön-Türklerin gerekçeleri de hürriyet olmuştu. Dağa çıkmak, naralar atmak hoşlarına gidiyordu. Mevcut düzene istibdat, padişahlarına da müstebit adını vermişler, onu yıkarak hürriyetlerine kavuşmanın mukaddes mücadelesine girişmişlerdi.
Neticede azılı İslam düşmanları o sihirli, tılsımlı, cezbedici kelimelerle bizden olan gençlerimizi avlayarak koskoca bir imparatorluğumuzu yediler. Fakat suç onlarda değildi(!) Suç istibdatta, suç müstebidde idi(!) Bu itibarla Jön-Türkler ve İttihatçı kadrolar altı asırlık yüce devletimizi birilerinin maşası olarak toprağa gömerken asla pişman da olmayacaklardı!
Batılılar ise bu tılsımlı kelimeyi (hürriyet) asla bırakmayacaktı. Zira bu kelime ile elde ettikleri mankurtlar sayesinde Osmanlı Devleti’ni yok etmiş iseler de, yerine daha kudretli yeni devletler gelebilirdi. Asıl olan onlara bu kudreti kazandıran İslam’ı yok etmek onu değiştirmekti!
Bu itibarla sihirli kelimelerin saltanatı devam etmeliydi.
Bu arada Osmanlı Türklerine söylenecek sözü de bulmuşlardı. Onlar sürü psikolojisi ile hareket eden insanlardı. Onları sürü psikolojisinden kurtarmak gerekti!
Bunun için dinleri hususunda da hürriyetten yana olmalıydılar. Akıllarına fikirlerine hudut tanımaz bir özgürlük tanımak gerekti.
İmana saldıran şövalye!
Nitekim İman Sempozyumu’nun Prof. şövalyesi de, son yazılarından birinde bu hususu yaldızlı kelimelerle süsleyerek öyle bir sunum yapıyor ki şaşarsınız! Putunu kendi yapar kendi tapar misali!
Zira hürriyet birileri için puttu artık. Bunu her alanda kullanmalı idiler. Batılılardaki gibi şövalye ruhlu olmalı idiniz! Aksi hâlde sürü olursunuz! Herkesin söylediğini söylerseniz sürüye dâhil olmuş olursunuz. Hâlbuki siz farklı olacaksınız, sürü psikolojisi ile hareket etmeyeceksiniz!
Şövalye ruhluluğun vasıflarını da kendisi belirleyen Prof., yazısında şöyle nakletmektedir:
“Şövalye ruhluluk onur ve ilkeli yaşamdır. Asil ve anlamlı bir hayat sürmektir. Tek başınalık tevazu, şükran, onur, dostluk, sadakat dürüstlük, cesaret, adalet, cömertlik, disiplin, adanmışlık, inanç, şükran sevgi… İşte bütün bunlar şövalye ruhluluğun temel vasıflarıdır.”
Şövalye ruhlu yazar ardından cemaat, tarikat vs. oluşumları ele alıp bütün kötü sıfatları da giydirip vur abalıya misali saydırıyor.
Dilerseniz konuya önce şövalyeden başlayalım!
Bu Prof., parlak cümlelerle övdüğü ve muazzam vasıflarla yücelttiği şövalyelerin, haçlı sürüleri hâlinde Kudüs ve Anadolu saldırılarından hiç haberdar olmadı mı acaba? İslam’ı ortadan kaldırma hevesiyle yollara düşen ve Anadolu’yu kan gölüne çeviren milyonlarca şövalyeyi nasıl duymaz!
Evet, sözünü ettiği şövalye ruhlular bu topraklara çok kez saldırdı. O şövalyelerin haçlı seferleri sırasında yaptıkları zulümleri kendi dindaşları dahi yazmaktan bıktı.
Biraz tarih kitaplarını aç ve bir karıştır. Anadolu’nun gazi ruhlu evlatlarının, bu şövalyelerle şanlı mücadelesini bir gör!
Yine o, asil, erdemli ve sürü olmayan diye övdüğün şövalyelerin Papa’nın ayağını nasıl öptüğünü de yaz! Bu arada FETÖ’nün de “eşlerinizi, kızlarınızı ana bacılarınızı o haçlı şövalyelerine teslim ediniz” sözünü de hatırından çıkarma. Yoksa siz de aynı düşüncede misiniz?
Yiğitliğin olgun şekli!
İkinci olarak bu Şövalye ruhlu Prof.’un milletimizi sürü diyerek aşağıladığı cemaat ve birlik vasfını değerlendirelim. Millet de büyük bir cemaat değil midir? Millî birlik ve beraberlik derken, milleti sürü psikozuna mı sokuyoruz? Mesela 15 Temmuz birlikteliği sürü hareketi mi idi?
Müslümanlar kardeştir buyurup, kardeş birlikteliği içinde hareket etmemizi isteyen Peygamber-i muhtar değil midir? Yine Peygamber efendimiz, “küfür tek millettir” buyurarak düşmanın her zaman bize karşı birlik olacağı ikazını yapmadı mı?
“El-cemaatü rahmetün ve’l-fırkatü azabün” (Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap vardır) hadis-i şerifini de şövalye ruhluluğu ile yok mu saydınız? Malumunuz bunu Anadolu insanı, ârif özelliğiyle, “sürüden ayrılanı kurt kapar” deyimi ile darb-ı mesel hâline getirdi.
Bakınız Hazreti Mevlana da bu hasleti şöyle tanımladı:
“Her işin başı birliktir. Birliğe bağlanıp inanmak yiğitliğin en olgun şeklidir.
Birliğe inananlar hedefine ulaştı maksadına erdi. İkilikten maraz oldu, hastalıklar ortaya çıktı.
Birlik içinde olanlar üzüntüden uzaktır. Böyle kimseler dünyaya sultan olmuşlardır. Nitekim şanlı Peygamberimiz bu yolu birlik sayesinde açtı. Böylece İslamiyet dünyaya baştan ayağa hükmetti.”
İbadetler dahi birlik içinde yapılmıyor mu? Namazda imama uymakla sürü mü olunmuş oluyor? Hacda, teravihde, iftar sofralarında birlikteliğin muazzam atmosferine erişilmiyor mu? Muhabbetin yolu açılmıyor mu?
İbadetleri insan yalnız da yapabilir. Fakat emir birlikte yapmaları içindir. Birlikte Allahü teâlanın lütfuna ve ihsanına kavuşulur.
Birikenler rahmete doydular, nimetlerin, toplanmaktan ileri geldiğini bildiler.
Körler çarşısında ayna satma!
Peygamber efendimiz kurtuluş fırkasını ifade ederken; “Benim ve eshabımın yolunda gidenlerdir, onlara uyanlardır” buyurmakla insanları sürü zihniyetine mi davet ediyordu? Peygamber efendimizin bu işareti üzere asırlardır “Ehl-i sünnet ve’l cemaat akidesi” içinde hareket eden Müslümanlar sizin saydığınız sözde şövalyelik hasletlerinden mahrum mu bulunuyor?
İşte Ehl-i sünnet ve’l cemaatten ayrılanı da şeytan kapıveriyor! Onları şövalye ruhlu kılıp, atına bindirip, kılıcını, tabancasını eline verip kovboyculuk oyununun figüranı hâline getiriveriyor.
Bu şövalyeler de, âlimlere, velilere, tasavvuf erbabına kurşun yağdırıyor, Peygambere ok atıyor ve Cenab-ı Hak ile savaşa tutuşuyor. Kur’ân-ı kerimdeki âyetleri ayıklamaya çalışıyor.
Şövalye ruhlular şunu bilmeli ki; Müslümanlık, yetenekleri yok etmez. Birlik, beraberlik ve cemaat ruhu ile hareket etmek, hünerleri gidermez.
Nitekim Hazreti Ebubekir efendimiz fedakârlık ve sadakatin, Hazreti Ömer, adalet ve cesaretin, Hazreti Osman hayâ ve hilmin ve Hazreti Ali efendimiz de yiğitlik ve kahramanlığın sembolü olarak Peygamber efendimizin yanında yer almışlardı. Hepsi farklı meziyetlerini bir arada toplayarak büyük ve güçlü oldular.
Ancak hepsinin ortak özelliği, İslami yaşayışta şanlı peygamberimize tam tabi olmaktı. Ona uymaktı. Onu “Anam, babam, malım mülküm sana feda olsun ya Resulallah” diyerek severlerdi. Sözünden taşra (dışarı) çıkmazlardı.
“Cenab-ı Hak Kur’ân’da çelişki içinde” ve “Kur’ân’daki kıssalar masaldır, çıkarılmalıdır”diyen bazı ilahiyatçıları kastederek, “Onların imanı benim imanımdan daha üstündür” diyen şövalye, güya bütün iyi sıfatları takınmış gidiyor. Peki, nereye gidiyor farkında mı acaba? Farkında değillerse yine Hazreti Mevlana’ya kulak versinler:
“Ey insan! Haddini bil…
Ticaret ehli değilsen dükkânı açma,
Hâl ehli değilsen ağzını açma,
Büyüklerin olduğu mecliste ahkam kesme,
Körler çarşısında ayna satma,
Ehil olamıyorsan bari edepli ol…”
Edep, nefsini tanıyıp haddini bilmektir. Fani dünyayı anlayıp boş davaları bırakmaktır. Tevazu sahibi olmaktır. Sonu pişmanlık olacak işleri yapmamaktır. Garbın şövalye ruhuna özenip peygamberine ve Rabbine asi gelmemektir!
TEFEKKÜR
Pes bilin yalnız kişi güçsüz olur
Birikenler devleti uçsuz olur
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
30.11.2018
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/605367.aspx