ÖNSÖZ
Yıl 1989. Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü birinci sınıfındayım. Ünlü Selçuklu tarihçilerimizden M. Altay Köymen Ankara’dan bize ders vermeye gelmekteydi. Bir aylık dersi bir haftada anlatıp üniversitesine geri dönüyordu. İlk dersinde söylemiş olduğu şu sözler hafızamdan bir daha silinmeyecekti:
“Allah’tan tek bir dileğim olsa Timur’un cennet yüzü görmemesini isterim.”
Bu nasıl bir istek, nasıl bir husumetti? Anlaşılması zordu. O zaman liselerde Topal Timur, Timurlenk, Aksak Timur algısının neden yerleştirildiğini de anlamış oldum.
Evet, Osmanlı hakanı Yıldırım Bayezid ile girmiş olduğu Ankara Muharebesi sebebiyle Osmanlı tarihçileri tarafından karalanmış ve haksız eleştirilere uğramıştı. Neyse ki Hoca Sadeddin Efendi gibi sonraki tarihçiler Emir Timur’u daha hakkaniyetli bir tarzda ele almışlar ve gerçekleri gün yüzüne çıkarmışlardı.
Buna rağmen asırlar sonra Timur, bize neden yanlış tanıtılıyordu? Bizim nesillere yanlış anlatılan, bir tek Timur da değildi. Osmanlı doğru mu anlatılıyordu? Fatih, Yavuz, Kanuni ve II. Abdülhamid Han iftiraların odağından kurtulabiliyor muydu?
Nitekim Emir Timur’a düşmanlık sadece Türkiye’de değildi. Bütün Türk Cumhuriyetleri, hatta dünya bu çarpık ve düşmanca bakıştan nasibini alıyordu.
Emir Timur, Rusların baskı ve zulüm dönemlerinde Türk Cumhuriyetlerinde sadece vahşi, hunhar (kan dökücü) bir kişilik olarak aksettirildi. Rus tarihçiler ve roman yazarları kitaplarında Emir Timur’u acımasız bir gaddar olarak tanımlarken, Rus ressamlar da yaptıkları portrelerde bilhassa böyle bir simayı zihinlere nakşetmeye gayret sarf ettiler.
Emir Timur’a, 1941 yılında, Stalin’in emriyle bir başka saygısızlık daha yapıldı. Özbeklerin yalvarmalarına ve gözyaşlarına rağmen mezarı açılarak kemikleri incelenmek üzere Moskova’ya götürüldü. Bir taraftan kafatası antropologlar tarafından incelenirken bir taraftan da temsili kabartması yapıldı. Bu temsili heykelde Emir Timur korkunç bir görünümde, vahşi ve barbar bir surette gösterildi. Ne yazık ki Türkiye’de de birçok tarihi kitap, roman ve ansiklopedilerde bu resim kullanıldı. Aynı yıllarda benzer bir saygısızlığın büyük Türk mimarı Mimar Sinan’a da yapıldığı ve kafatasının kaybedildiği unutulmamalıdır.
Sovyetlerin baskısı sadece bedenleri değil, ruhları da kapsıyor ve büyük Türk cihangiri Sahipkıran Emir Timur, kendi ülkesinde dahi layıkıyla anlaşılamıyordu. Böylece Özbekler tarihlerinden, kültürlerinden, geleneklerinden uzaklaştırılmaya çalışılıyordu. Ancak 1991 yılında Özbekistan’ın müstakil devlet statüsünü kazanması ile birlikte Emir Timur’un ismi, zengin mirası, hatırası ve tarihi kişiliği yeni bir hüviyet kazanacaktı.
Elbette ki Türk’ün bilhassa son yüzyıllarda etkili olmuş bu şahsiyetlerine yönelen bütün bu düşmanlıkların açık gizli birçok sebebi vardı. Burada bu sebepler üzerinde durmayacağım. Zira kitap okunduğu zaman Timur’a duyulan bu anlaşılmaz kinin nereden geldiği kolaylıkla anlaşılacaktır.
Tarihlerin şaşmaz bir gerçeğidir ki Emir Timur bugün dünyanın en büyük dört cihangirinden biri olarak kabul edilmektedir.
O, yaptığı hiçbir savaşı kaybetmeyen büyük bir mareşaldi.
Moğolların mahvettiği Türkistan âlemini yeniden güçlü ve müreffeh bir hale getirdi. Yanmış, yakılmış Orta Asya şehirlerini Keş’ten Semerkand’a, Buhara’dan Tirmiz’e abidevi eserlerle tekrar canlandırdı. Medreseler, mescitler, camiler, köprüler, kervansaraylar ve su kanalları ile yeryüzünü süsledi.
Sahipkıran bir ülke ve milletin ancak ilim ehli, güçlü nesillerle devam edeceğinin idrakindeydi. Bu itibarla en fazla seyyidlere, şeyhlere, dervişlere, âlimlere ve şairlere değer verirdi. Devrinde ülkesi, “ilim ve hikmet sahiplerinin yurdu” denmeye layık olmuştu.
Emir Külal, Şemseddin Külal, Ebubekir Tayabâdî, Mir Seyyid Bereke gibi şeyhler, Taftazanî, Seyyid Şerif Cürcanî, Kadızade Rûmî gibi âlimler ülkede güçlü bir nesil oluşturulmasına vesile oldular.
Askerlik sanatında yetişmiş çok ünlü komutanları vardı. O, hayrü’l-halefler de bıraktı. Evlatlarından Şahruh, İslamiyet’e büyük hizmetlerde bulundu. Herat’ı baş şehir yaparak dünyanın merkezi gibi kıldı. Torunu Uluğ Beg ise binden fazla yıldızın hareketini ölçen âlim bir sultan oldu.
Nitekim Timur’un bu altın nesli devamında Ali Kuşçu, Ali Şîr Nevâî, Hüseyin Baykara ve Babür gibi İslam’ın yücelmesine, akli ve nakli ilimlerin gelişmesine ve Türk dilinin yeniden yeşermesine sebep olan güçlü devlet adamları, âlimler, şairler, edipler yetiştirmeye devam edecekti.
Onun en çarpıcı düsturu parmağındaki yüzüğe hakkedilmişti. “Rasti rusti/Kudret adalettedir” ifadesi bu büyük Türk cihangirinin her işinde adil olmayı şiar edindiğini ve buna uygun hareket ettiğini, onun için dünyayı avuçları arasında tuttuğunu gösteren en büyük vesika gibiydi. Oğullarına da hep bunu ihtar ederdi: Adil olun!
Türk’ün Cihan Hâkimiyeti mefkûresini; Oğuz Kağan’da olduğu gibi “Allah nasıl gökte bir tane ise sultan da yerde bir tane olmalıdır. Dünya iki hükümdara yetecek kadar geniş değildir” diyerek Türk âleminin gördüğü en büyük Türk Birliğini kurmayı başarmıştır. Nihayet Emir Timur, ülkesini en karanlık bir devreden, zulmün acı girdabından çekip çıkarmıştır. Bölünmenin, parçalanmanın ülkeyi nerelere sürükleyeceğini iyi bilirdi. Bu itibarla tecrübelerini bizzat kendisi “Timur Tüzükleri” olarak adlandırılan bir eser ile ölümsüzleştirdi. Gelecek nesillere, bütün devlet ve idare reislerine ders olacak bir kitap bıraktı. Bu eserin uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi bölümlerinde ders kitabı olarak okutulması gerekmektedir. Bazı bölümleri ise liselerimizde gençlerimize ezberletilecek altın değerinde nasihat ve öğütlerle doludur.
Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş 1996 yılında Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Vakfı’nın düzenlediği “Türkistan Emiri Timur’un Türk ve Dünya Tarihindeki Yeri” başlıklı panelinde yaptığı konuşmada Timur’un bu eşsiz liderlik özelliklerinden bahsederek şöyle demişti:
“Timur gibi büyük bir cihangiri yetiştirmiş olan bir millete mensup olduğumuzdan dolayı övünç duyarak Emir Timur’la övünmeliyiz. Onun eserlerini incelemeliyiz. Onun öğretilerinden faydalanmalıyız. Tüzükat’ı bütün Türk aydınlarına tavsiye ederim. Türk aydınları hem Emir Timur’un tarihi kişiliğini incelemeli, hem de Tüzükat’ı incelemeli, çok alınacak dersler vardır.”
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Bey ise 18 Kasım 2016 tarihinde Emir Timur’un kabrini ziyaret ettiğinde duygularını şöyle ifade etmişti:
“Bugün Türk ve İslam dünyasının çektiği sıkıntıları görenler Emir Timur’un büyük mücadelesinin ne anlama geldiğini daha iyi anlayacaklardır. O Türk-İslam dünyasının birlik ve beraberliği için gözüne uyku girmeyen, her türlü meşakkate katlanan, cihat yolunda can veren bir büyük sahipkırandı. Onun düsturlarına sahip çıkmaya bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.”
İnşallah elinizdeki eser, Sahipkıran Emir Timur’un en doğru bir şekilde anlaşılmasına hizmet edecektir.
Eser hazırlanırken Özbek, Arap ve Osmanlı kaynaklarından istifade edildi. Bilhassa Özbekistan’a giderek aylarca orada kalan ve Özbek kaynaklarını bulup çeviren kıymetli dostum Avukat İrfan Hattatoğlu Bey’in bu eserin hazırlanışında büyük emeği vardır. Kendisine teşekkürü bir borç bilirim.
Tarihinden habersiz milletler boyun eğmeye, etek öpmeye mahkûmdurlar. Bu mahkûmiyet onu kendi ecdadının değil, yabancıları uşağı haline getirecek bir köleliktir. Timur’un hayatından alınacak o kadar çok ibretler var ki…
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
Nisan 2017