Cihangir Padişah Fatih Sultan Mehmed Han’ın tuğları 1481 yılı baharının girişinde Üsküdar’da dalgalanmaya başlamıştı. Padişah, Anadolu birliklerinin Konya ovasında toplanmasını emretmişti. Ayrıca Karaman Valisi Şehzade Cem’i de bir miktar birlikle Suriye hududuna göndermişti.
Aslında son beş yıldır sefere çıkmamış bulunan Cihangir Sultan için bu durum şaşırtıcı idi. Zira nikristen dolayı rahatsızlığı belli idi. Uzun bir aradan sonra ilk kez ordularının başına geçecekti.
Nihayet Fatih, 27 Nisan 1481 Cuma günü bizzat ordusunun başında Anadolu tarafına, Üsküdar’a geçti.
Ancak Gazi Hünkar, daha Boğaz’ı karşıya geçerken hastalığının verdiği ıstırap ile:
Ah min azmetin bi-gayrı iyâb
Ah min hasretin ale’l-ahbâb
(Feryat dönüşü olmayan bu gidişten. Ahbapların hasretinden feryat) demişti.
O, muhtemelen bu seferin “ahiret seferi” olduğunu hissetmişti.
Bir kapıdır kabir kim her nefs giriser ana
Bir kadehtir mevt kim her can içiserdir anı
Üsküdar’a geçen Padişah, rahatsızlığı sebebiyle orada birkaç gün konakladı. Buna rağmen ordularını durdurmadı. Fatih, atla gidemeyecek kadar dermansız olduğundan at arabası ile harekete geçti. Doğuya doğru ilerlemeye başlamıştı. Bitkin bir hâlde Gebze’ye yakın Maltepe’de Tekfur Çayırı veya Hünkâr Çayırı denilen yerde kurulan ordugâhına indi.
Hâli iyice sarsılmış, ağrıları da epeyce artmış bulunuyordu. Doktorlar çaresizlik içinde son bir çare arar gibiydiler. Padişah hayattan kalan son ve kısa an içinde kandildeki yağ tükenmek üzere iken, Kelime-i şahadet getirmekle zamanını geçiriyordu.
Nihayet 3 Mayıs 1481 Perşembe günü akşama yakın otuz yıl saltanat sürdükten sonra kırk dokuz yaşında iken hayata gözlerini yumdu.
Ölmedi şah Mehemmed İbn Murad
Belki bağ-ı cinâne kıldı seyr
İşi hayr olduğu için halka
Oldu tarih ana “dua-i hayr” (886/1481)
İstanbul’dan çıkışı ile ölümü arasında yedi gün geçmişti. Onun nereye gittiğini kimse bilmiyordu. Zira o, ne zaman bir sefere çıkacak olsa maksadını en yakınlarından dahi gizler varılacak yere yaklaşmadıkça tasarılarını açıklamazdı. Hiç kimseyi gizli düşüncelerinden haberdar etmez, sırdaş eylemezdi.
Bu itibarla onun nereye gittiğini kimse bilmiyordu. Hazırlıklar uzak bir sefer için yapılmıştı. Ordunun yönü Anadolu olduğu malum ise de Arap mı yoksa Acem mi belli değildi. Giderken Rodos’u vurma ihtimali de vardı. Onun bir yılda birkaç devlete sefer ettiği çok görülmüştü. Gerek ordunun yönü gerekse başlatılan seferin başarılı devam etmekte oluşu yüzünden şimdilik İtalya’nın olmadığı kesin gibiydi. Şayet ölüm hadisesi on beş veya yirmi gün sonra meydana gelmiş olsaydı, seferin nereye olduğu kesin anlaşılmış olacaktı. Ancak son olaylar ve güzergâh mutlak olmasa da Mısır’ı işaret ediyordu. Zaten Arap ve Acem’in casusları da çoktan menzile varmış padişahın yer götürmez ordu ile yola koyulduğunu haber vermişlerdi.
Vefat sebebi
Günümüzde Fatih Sultan Mehmed Han’ın Venedikliler tarafından zehirlettirilerek öldürüldüğü iddia ediliyor ise de kaynaklar öyle söylememektedir.
Fatih Sultan Mehmed’in vefat nedeni kaynaklarda oldukça açıktır. O, 1464 yılından beri yakalanmış olduğu nikris hastalığından muzdaripti. Son seferlerinde ızdırabı daha da artmış ve bazı seferlere katılamamıştı. Ağrıboz Seferinde ise yorgunluğun ve rahatsızlığının had safhaya çıktığı bir deminde; “iş bilir bir vezirim yok ki işlerimi göre”, diyerek hâlini ortaya koymuştu.
Dolayısıyla devrinin kaynakları ve ciddi Batılı eserler Fatih’in eceliyle vefat ettiğinde ittifak hâlindedirler.
Nitekim meşhur tarihçi Kemalpaşazade; Amma dest-i takdir pençe-i tedbirin bozmuş ve ayak zahmetiyle huzurun uçurmuştu; ol sebepten uzak yere azm idemezdi. Nikris zahmeti ki atalarından intikal (genetik) bir hastalıktı. Son demlerinde kendisini ciddi olarak rahatsız kılmağa başlamıştı, demektedir.
Aşıkpaşazade de; Ölümüne sebep ayağında zahmeti vardı. Doktorlar tedaviden aciz kaldılar. Nihayet doktorlar bir araya toplandılar. İttifak ettiler, ayağından kan aldılar. Zahmet daha ziyade oldu. Sonra şarab-ı fâriğ (bir çeşit rahatlatıcı, kay ettirici şurup) verdiler. Nihayet rahmet-i Rahman’a kavuştu, diyerek olayı nakleder.
Tursun Bey ise öncelikle padişahın rahatsızlığından bahseder: Karşıya göçmek ve denizi geçmek esnasında eski marazın depreşmesi sebebi ile incinip ansızın bir ah çekti, diyerek eski hastalığının daha sefere çıkarken nüksettiğini belirtir. Daha sonra da ölümünü şu şekilde anlatır:
“Otağ-ı hümayûnu geldi. Tekfur Çayı adı verilen yere kuruldu. Padişahın bünyesinin zayıflığı dini bütün kavi Müslümanlarda olduğu gibi ona vaktinin geldiğini hatırlattı. Bunca zamandır hükümdarlığını, olgunlukla, yiğitlikle ve cebren hâkim kılmış olan Sultan’ı, Allah’ın takdiri kaderinden ayrı kılmayıp; Beyt:
Çü zaaf oldu kamu azasına bast
Melek rûh-ı latiften eyledi kabz
Dünya malını ve saltanatını bırakarak, mübarek ruhu Allah’a kavuştu…”
Ünlü tarihçi ve âlim Hoca Sadeddin Efendi, sefer için Üsküdar yakasına geçen Fatih’in o günlerde vücudunda bir kırgınlık olduğunu, fakat buna rağmen sefere koyulduğunu söyledikten sonra son anlarını şöyle anlatır:
“Ömründen kalan son ve kısa an içinde kandildeki yağ tükenmek üzere iken, Kelime-i şehâdet getirmekle zamanını geçiriyordu. Böylece Allah’ın hoşnutluğuna ulaşmak umudunda olup, cihan saltanatından göz yumup değeri ölçülemeyen o tatlı can kuşu, illiyîn makamlarını seyre dalmış, kutluluk bahçelerinde kanat açmakla irci’î -bana dön- fermanına uymuş böylelikle de devleti güneşi sönüp batmıştı…”
Cömertlikte derya gibisin!
Fatih Sultan Mehmed Han’ın vefatına en çok üzülenlerden biri Horasanlı büyük âlim ve veli Nureddin Abdurrahman Cami (Molla Cami) olacaktı. Zira ulemaya büyük değer veren Padişah, bu büyük âlimin bir dönem hacca gittiğini işittiğinde kendisine tabi olan beldelerde en güzel şekilde ağırlanması için emirler vermişti. Bu ilgiye çok sevinen Molla Cami hazretleri de “İrşadiye Risalesi”ni yazarak Fatih Sultan’ı methetmişti. Fatih daha sonra Seyyid Ataullah el-Kirmani’yi beş bin altın ve bir name ile Şam’a göndererek bu büyük âlimi İstanbul’a davet etmişti.
Bunun üzerine Molla Cami, Padişahın davetine kayıtsız kalmayarak kalabalık bir maiyetle harekete geçti. Akşemseddin ve Ebü’l-Vefa hazretlerinin cihangir padişahla ahirete bıraktıkları muhabbete acaba Molla Cami hazretleri son mu verecekti. Ancak o da bu arzusuna kavuşamayacaktı. Konya’ya kadar gelen Molla Cami, burada iken çok sevdiği hakanın vefat haberini aldı. Büyük bir teessür içerisinde geri döndü.
Molla Cami’nin divanında Fatih Sultan Mehmed için yazdığı şiir, Fatih’in, bu büyük velinin nazarındaki değeri yanında Osmanlı Türk dünyası dışında nasıl tanındığının da bir göstergesidir:
“Ey kuzeyden esen rüzgar! Ne hoş kokular getiriyorsun. Haydi, arzuların kıblesi olan semte doğru es!
Ilık nefesine samimiyet kokularını karıştır. Ve hep ihlâs yolundan giderek hedefe ulaş.
Rica ve dua denklerini Horasan’da bağladıktan sonra, Rum diyarına doğru yürü.
Yolda, bu yolun usul ve erkânını öğren. Büyüklerin yetiştiği dergâhın nerede olduğunu sor.
Oraya varınca yüzünü hizmetçilerin ayak tozlarına sür. İzin isteyip, yeri öperek huzura gir.
O cihad eri, gazi padişahın önünde hikmetler saçarak söze gir ve:
‘Ey mertebesi yüksek padişah! Sana dünya mülkü, atalarından kalma bir mirastır’ de.
Dünyada pek az kimse, böyle büyüklük ve ihtişam tahtında senin gibi feyz verme olgunluğuna sahip olabilmiştir.
Sünnet-i seniyyenin her tarafa yayılması senin gayretinle oldu.
Küfür yuvaları, kiliseler, yine senin himmetinle camiye çevrildi.
Harplerdeki isabetli tedbirlerinle, küfür ve sapıklık kalelerini kökünden yıktın.
Daima şefkat ve merhamet tarafına yönelmiş, kötü huylardan temizlenmiş padişahsın.
Seni kıskananların aksine her türlü hikmet, şeref, yiğitlik ve cömertlik sıfatları sende toplanmış.
Cömertlikte derya gibisin, sanki altın madenisin. Hatta deryadan da altın ocağından da cömertsin.
Şu gök kubbenin zirvesi var oldukça ve dünya yerinde durdukça,
Allahü teala, gönlüne uygun ihsanlarda bulunsun, dünyanın şerefi ayaklarının altına serilsin dilerim.
Ey etrafa amber kokuları saçan seher rüzgârı! Mademki dua ve sena demetleri diziyorsun.
Bu garip şiirlerden birkaçı o selim akıllı edip padişaha layık ola.
Sana emanet ettiğimiz bu garip armağanları sultanın meclisine götür.
Bu kıymetsiz hediyemi onun yüce ve şerefli huzuruna sunarken, de ki:
Karınca, muhabbet ve sadakat yönünden, Süleyman aleyhisselamın katına yarım çekirge ayağı gönderdi.
Nitekim ‘Armağanlar, gönderenin değeriyle ölçülür’ diyerek sözü bitirmeye bak.
Fazla ısrar etme. Lütfen selam ve hürmetimi söyleyerek kelama son ver.”
543 sene önce bugün ahirete irtihal eden yüce hakan Fatih Sultan Mehmed Han’ı rahmetle yâd ediyorum.
TEFEKKÜR
Zülfünün zencirine kul eyledin şâhım beni
Kulluğundan kılmasın azad Allah’ım beni
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
03.05.2024
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/sefer-i-ahiret-643083