Son dönemlerdeki açıklamalarından anlıyoruz ki, Sayın Cumhurbaşkanımız İstanbul Sözleşmesi’nden oldukça rahatsız.
Bunu nereden anlıyoruz? Sözleşmeden rahatsız olan parti tabanı hemen her fırsatta, bu sıkıntıyı ciddi olarak Sayın Başkanımızın gündemine getirmeye başladı.
Nitekim Cumhurbaşkanımız kamuoyuna yansıyan yönüyle bu konu ile ilk kez, Millî İrade Platformu’nun 1 Haziran’da Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlediği iftar programında muhatap oldu. Aileleri parçalayan 6284 sayılı yasaya, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği adlı girişime ve eş cinsel sapkınlığının propagandasına dayanak teşkil eden İstanbul Sözleşmesi ile ilgili ağır eleştiri ve şikâyetleri dinledi. Bütün bu yakınmalar karşısında, “İstanbul Sözleşmesi nas değildir. Bizim için ölçü değildir” dedi. Ancak duyumlarımıza göre KADEM yetkililerinin konuşmaları üzerine bu meseleyi belki de bir müddet için askıya aldı.
Nitekim Sayın Erdoğan bundan sonra hemen her fırsatta ailenin önemine değinmeye başladı. 2 Mayıs 2019’da, “Nikâh akdi değersizleşti, evlilik dışı ilişkiler normalleşti” değerlendirmesini yaparken, 6 Kasım 2019’da ise dindar nesle özellikle vurgu yapmayı ihmal etmedi.
Sayın Cumhurbaşkanımız İslam İşbirliği Teşkilatı Sosyal Kalkınmadan Sorumlu Bakanlar Konferansı’nda da meselenin önemine şöyle değindi:
“Müslümanlığımızın en önemli alamet-i farikalarından biri de, aile kurumumuzun gücüdür. Bugün geleceğini tehdit altında gören toplumların tamamının da ortak özelliği, aile kurumunu zayıflatmış, çarpıtmış ve ifsat etmiş olmalarıdır. Gelinen noktada, hiçbir teşvik, hiçbir maddi destek, hiçbir telkin, bu tür ülkelerin aile kurumlarını yeniden ayağa kaldırmaya yetmiyor. Çünkü temel çökmüş durumda. İslam ülkeleri olarak aile kurumumuza ne kadar sahip çıkarsak, geleceğimize de o derece güvenle bakabiliriz. Kendi ülkem başta olmak üzere, bu konuda hepimize çok önemli görevler düşüyor. Güçlü aile yapısının güçlü toplum demek olduğunu, bunun da hep birlikte güvenli geleceğimiz anlamına geldiğini tekrar tekrar hatırlamalıyız…”
Öyle tahmin ediyorum ki Cumhurbaşkanımıza, aile sistemimize yönelik korkunç planların merkezinde yer alan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 no.lu kanundan duyulan rahatsızlık her fırsatta dillendiriliyor.
İstanbul Sözleşmesi’ne neden dokunulamaz?
Nitekim 7 Aralık 2019 günü Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen AK Parti İl Başkanlığı Danışma Meclisi toplantısında Sayın Cumhurbaşkanımıza bir kez daha İstanbul Sözleşmesi’nin sıkıntısından bahsedildi. Cumhurbaşkanımızın burada verdiği cevap ise çok çarpıcı idi!
Öncelikle sözleşmenin imzalandığı tarihe dikkat çekti. “Sözleşmeye o tarihte şu anda AK Parti’den ayrılıp yeni parti kurma aşamasında olanlar sebep oldu” dedi.
Aslında müsebbipler, sadece parti kuranlar değildi. CHP’den Gülsün Bilgehan, HDP’den Pervin Buldan sözleşmeyi hararetle savunup çıkması için gayret sarf edenlerdi. O dönem Meclis’te bulunan bütün vekillerin ortak imzası ile kabul edildi. Yürürlüğe girdiği tarihte ise Sayın Cumhurbaşkanımızın belirttiği şahıslar etkili bulunuyordu. Öyleyse sözleşmenin yürürlüğe girmesi konusunda bunların ısrarlı hareketleri etkili olmuş olmalıdır. Böylece Cumhurbaşkanımız bu sözleşmeyi yürürlüğe koyanların iyi niyetli olmadıklarını bir bakıma açıkça belirtmiş oldu.
Ancak şurası muhakkak ki Cumhurbaşkanımız da neticede partinin en üst kademesinde bulunduğundan o günün ağır siyasi şartları içinde meselenin vahametini kavrayamamış olsa da bugün artık tüm sorumluluğun kendisinde olduğunu ve bütün olumsuz gidişatın kendi hanesine yazılacağını bilmelidir.
Cumhurbaşkanımız bu açıklamasını takiben “kamuoyunda bu mesele biraz köpürtülüyor” dedi. Bu sözü ile muhtemelen sözleşmeye muhalif olanların tenkitlerini abarttıklarını belirtmiş olabilir. Şayet böyle ise Sayın Cumhurbaşkanımızı AK Parti içinde olup sözleşmenin devamından yana tavır takınanların etkilediği düşünülebilir.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki sözleşme hakkında bırakın köpürtülmeyi son derece az bile söyleniyor. Zira sözleşmeye yapılan tenkitler, yaptığı tahribata göre yok denecek kadar azdır! Birkaç etkili kişi dışında bu meseleye değinen dahi yok, neden?
Birincisi HDP, CHP ve İyi Parti başta olmak üzere AK Parti dışındaki bütün oluşumlar bugün itibarıyla sözleşmeye ya tam destek oluyorlar veya susmayı tercih ediyorlar. Zira bu zevat biliyor ki AK Parti en büyük zararı bu sözleşme dolayısıyla görecektir. Aileler bu sözleşme ile savrulacak, toplum dejenere olacak ve bunun sıkıntılarını AK Parti çekecektir…
İkincisi ise AK Parti yanında yer alan yazarların parti yıpranacak korkusuyla tavır almamalarıdır. Bunların büyük bölümü İstanbul Sözleşmesi’nin toplum üzerindeki menfi ve yıkıcı etkilerini görmekte fakat bu işi konuşarak çözelim, vurmayalım diyerek en hafif bir tepki ile geçiştirmek istemektedirler. Nitekim bu konuda KADEM yönetimine en yakın isimlerden biri olan Sibel Eraslan Hanım’ın yazılarını okuyabilirsiniz.
Konuşmak isteyenler ne zaman konuşacaklar ve çözüm üretecekler bilemiyorum. Fakat şunu iyi biliyorum ki, yarınlarda sabah akşam konuşsalar dahi çözüm bulamayacaklar ve yıpranan aile yapısını kolay tamir edemeyeceklerdir…
Meseleyi biraz daha köpürtelim!
Şurası inkâr olunamaz bir gerçektir ki bu sözleşme ve 6284 no.lu kanun, günümüzde AK Parti’yi en fazla yıpratan konuların birinci sırasına girmiştir. Partide sadece kendi aralarında kahvaltı partileri düzenleyip halka inemeyenler bu hususu takdir edemezler. Onlarla milletin dâhil olduğu her platforma gitmeye ve değerlendirmeye hazır olduğumu bir kez daha ifade edeyim.
Diğer taraftan İstanbul Sözleşmesi’ni savunanların sinsi bir manevrası var. “Kadına şiddeti mi savunuyorsunuz?” diyerek atağa geçmek veya kadına şiddeti önlemenin neresi kötü diyerek savunma refleksleri düzenlemek veya geliştirmektir.
Öncelikle şunu belirtelim ki bunu ifade edenler önce Müslümanın tarifini bilsinler. Şanlı Peygamber Efendimiz: “Müslüman, dilinden ve elinden diğer Müslümanların emniyette olduğu kişidir” buyurmuştur. Yalancılık, iftira her türlü ahlaksızlık ve kul hakkına giren şiddet dinimizin beğenmediği haram kıldığı hastalık olarak gördüğü hususlardır.
Dolayısıyla durduk yerde Müslümanları, şiddet uygulamakla itham etmek en büyük iftiradır. Günümüzde Batı dünyasının Müslümanları terörist olarak göstermeye çalışması da benzeri bir algı çalışması değil midir?
Şahsi olarak çeşitli saiklerle şiddet yoluna sapanları elbette bu değerlendirmeden muaf tutuyorum. Böylelerinin cezalarını kanun elbette kesecektir ve kesmelidir.
Bizim burada tenkit ettiğimiz husus, Avrupa Konseyi’nin diktesi ile ve daha kimlerin sebep olduğu belli olmayan bir sözleşmenin hataları, yanlışları, sebep olduğu hadiseler ve aile yapımızı mahvetmeye yönelik girişimlerdir.
Sayın Cumhurbaşkanımızı sevenler 15 Temmuz’da hiç düşünmeden canlarını ortaya koydular. Ne için?
Şu İslam beldesinde Müslümanca yaşamak, huzur içinde olmak, oğlunu, kızını güzel bir ahlak ile yetiştirebilmek, bayrağının nazlı nazlı salınışını görebilmek, ezanını huşu içerisinde dinleyebilmek için değil mi?
Millet şimdi canını hiç düşünmeden ortaya koyduğu liderinden bir tek şey istiyor.
Bu istek bütün ahlaksızlıklara kapı aralayan, ailede huzur bırakmayan İstanbul Sözleşmesi’nin bir paçavra gibi yırtılıp atılmasıdır.
Yarınlarda Avrupa Birliği’ne giriş müzakereleri sırasında “sizin ahlakınız bozuldu, sizi içimize alamayız” sözlerini işitme zilletini bu necip millete yaşatmamak lazım.
BM’de Avrupa’ya insanlık dersi veren liderimiz için bunu gerçekleştirebilmek neden güç? Çevresi bu kadar mı baskın bilemiyorum.
Cumhurbaşkanımızı sevdiğini söyleyen yakın çevresine ve akl-ı selim kişilere sesleniyorum!
Yarınlarda en büyük pişmanlığı yaşamak ve yaşatmak istemiyorsanız geliniz bütün kötülüklere kapı aralayan ve hiçbir hayrı gözükmeyen bu sözleşmeyi bitirelim!
Anlayacağınız üzere geliniz meseleyi biraz daha köpürtelim!
TEFEKKÜR
Fukarâ kalbine her kim dokuna
Dokuna sînesi Allah okuna
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
27.12.2019
Türkiye Gazetesi