Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere,
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu…
Sinek kartalı nasıl yere vurdu ve Yunus tozunu nereden gördü? Düşün dur! Yunus’un bu beyti muamma beyitlerdendir. Anlayana ise ne ibretler saklıdır. Bilhassa günümüzde, daha kendisini tanımaktan aciz olup kartal gibi havalarda gezenlere…
Bakınız ecdadımızı araştırdığımızda şunu görüyoruz: Öğreniyorlardı, öğretiyorlardı ve yaşıyorlardı. Ve bunu sadece ve sadece Hakk’ın rızası için yapıyorlardı. Biz ise bugün yalnızca tartışıyoruz.
Önceden camiler, mescitler, medreseler, tekkeler, zaviyeler, dergâhlar onlar için hem eğitim ve hem de ibadet yerleri idi.
Şimdi mekteplerden başka eğitim yeri kalmadı. Orada da ilme talip ve rağıp olan pek az. Zoraki bir eğitimle günlerini geçiren insanlar sürüsüne döndürüldük. Necip Fazıl Kısakürek üstadın;
“Vatanımda sular akar başıboş/Herkes birbirine bakar başıboş” dediği gibi başıboş gidip geliyoruz. Ne yaptığını ve ne öğrendiğini bilmeden, düşünmeden.
Yine ecdadımız, Peygamber efendimizin aşkı ile dolu idiler. O’na benzemek, O’nun gibi yaşamak en büyük sevdaları idi. O’nu övmek, methetmek için yarışırlardı. Nat-ı şerifler yazarlardı. Her kitaba mutlaka Hak tealaya hamd, sonra Resulüne salevatla başlarlardı. Çocuklarına mutlaka onun isimlerinden bir isim verirlerdi.
O’nun ahlakını, yaşayışını, sözlerini, gazalarını, mucizelerini evlatlarına öğretirlerdi. Kırk hadisler, yüz hadisler, bin hadisler adıyla hadis-i şeriflerini toplayıp ezberletirlerdi. O’nun sözlerini ve yaşayışını hayatlarının esası yaparlardı.
“Ne adlar ezberledi ey Nebi/Adına alışkın dudaklarımız” diyerek bir dönem feryadını dile getiren Arif Nihat Asya Bey, bugünkü İlahiyat Fakülteleri hocalarını görse ne derdi acaba?
İsmet İnönü, 1949 yılında yeni açılan İlahiyat Fakültesi müfredatını belirlerken, masonların telkini ile felsefeyi eğitimin birinci düsturu yapmıştı.
Artık din adına ne varsa tartışacaklardı. Kuş beyinlilerin biricik sermayesi akıldı artık. Rehberleri ise şeytandı. Onlara göre nakle bağlanıp kalmak insanı donduruyordu beynini uyuşturuyordu! Şairin;
“Ben aklımdan isterim delalet/Aklım bana gösterir dalalet” dediği gibi şeytan da bunlarla oynamaya başlamıştı.
Şeytani vasıf!
Kendilerini önce âlimlerden üstün gördüler. Sonra Peygamber efendimizi -hâşâ- postacı yerine koydular. İnternet, bilgisayar, akıllı telefon görmemiş peygamber mi onlara örnek olacak ve onlara rehberlik edecekti(!) Veya onun 1400 sene önceki sözlerine mi uyacaklardı?
Bu düşünce ile hadisleri ayıklamaya ve ortadan kaldırmaya başladılar. Akıllarına ve yaşayışlarına uymuyordu zira. Onlar nasıl yaşarsa o hadisler kalmalı idi. Diğerlerini insanlara kabul ettiremezlerdi. Bu anlayışla uzun yıllar “Kur’ân bize yeter, Kur’ân tek rehber” dediler. Altını çize çize, anlaya anlaya okuyalım dediler. Bu klişe cümleler insanlara tatlı geliyordu. Öyle ya elde Kur’ân varken başka neye bakacaklardı(!)?..
Diğer yandan şeytan bu, bırakır mı? Eline geçirmiş bir kere. Şimdi baktılar ki Kur’ân-ı kerimde geçen nice âyetler de yaşantılarına tersti. Sıra artık Kur’ân-ı kerime gelmişti. Nitekim bugünlerde artık açıkça ve büyük bir cüretle “Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı kerimde çelişki içinde” ve “Kur’ân-ı kerimde geçen kıssalar uydurmadır” demeye başladılar.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk, İlhami Güler, Ömer Özsoy, Şaban Ali Düzgün gibiler bu manada son sürat yol almaktalar. Prof. Dr. Ali Köse ve niceleri de onlara çanak tutmaktalar.
Hâşâ Cenâb-ı Hakk’ı kastederek, “Bu âyet bana gelseydi ‘böyle âyet olur mu’ diyerek karşı dururdum” diyecek hâle geldiler. Bu hezeyanlarını TV’lerde ve bazı belediyelerimizin önayak olduğu Sempozyumlarda dile getirmeye başladılar.
Onların bu akıl almaz çıkışlarında tıpkı Şeytan’ın Cenâb-ı Hakk’a, “Neden bana Âdem’e secde et dedin. Hâlbuki ben ondan üstünüm” diyerek karşı gelişini duyar gibi oluyoruz. Görüldüğü üzere bunların söylediklerini zamanında söyleyenler oldu. Şimdi kendilerinin kimlerin safında bulundukları böylece ortaya çıkmış olmaktadır.
Sakın üç beş kendini bilmez falan demeyin. İlahiyat Fakültelerine giden gençlerimizi böylelerinin ellerine teslim ediyoruz! İmam Hatip liselerinde hocalık yapacakları maalesef bunlar yetiştiriyor. FETÖ’nün kucağına da çocuklarımızı zamanında bunlar taşıyordu.
Bazen TV’lerde bunların karşısına biraz sağduyulu doğru düşünür adam çıkarıyorlar. Fakat bakıyoruz neredeyse onlar konuşurken ödleri kopacak! Nitekim geçen hafta bir TV programındaMustafa Öztürk miras meselesinde Kur’ân-ı kerimin kızlara az verdiğini tenkit maksadıyla karşısındaki yine bir profesöre soru yönelttiğinde zavallının dili tutuldu.
Yazıklar olsun senin namına da titrine de payene de!
Bir dönem Ziya Gökalp; “Bir kız irsde yarım erkek izdivaçda dörtte bir/Bulundukça ne aile ne memleket yükselir” diyerek dinsizliğini haykırıyordu. Şimdi bakınız nice İlahiyatçılar onunla aynı görüşe gelmiş durumdalar.
Ben de gördüm tozunu!
Bazen İlahiyat hocaları derken bendenize, “Hocam hepsini onların içine katma biz onlardan değiliz” diyenler de çok çıkıyor. Evet ben de kesinlikle inanıyorum ki hepsi böyle değil. Ama artık şunu da sormak bize vacip hâle geliyor.
Onlar Cenâb-ı Hakk’ı dahi pervasızca, edepsizce, fütursuzca ve ahlaksızca tartışmaya açarken sizin diliniz lal mı oldu? Sizden bunlara karşı birkaç cümle ile cevap beklemekle hata mı ettik? Bunlar milletin imanını götürürken tek laf etmeyecek misiniz? Rûz-i mahşerde ne cevap vereceksiniz? “Korkaklıkta ar, ilerlemekte şeref ve itibar var” buyurmuş Hazreti Ali efendimiz. Sizin en azından sosyal medyada veya TV’lerde söyleyecek bir sözünüz olmayacak mı?
İlminiz mi yok? Gücünüz mü yok? Cesaretiniz mi yok?
Ahirete varınca mı, yoksa kabre girince mi savunacaksınız? Şunu unutmayın ki Cenâb-ı Hak cesur ve mert insanları sever!
“Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere/Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu…” İşte Yunus Emre bu tanımlamayı, âlim, evliya ve peygamber tanımayan bu güruh için yapmaktadır. Şöyle ki:
Bunlar kibirlidirler, başları havada gezerler ve kimseyi beğenmezler. Buna karşılık içleri boştur, bilgileri sıfırdır ve din cahilidirler. Saldırmaktan, reddetmekten başka bir usul ve tavır bilmezler.
Yine bunlar kartal gibi havada gezip tepeden bakmayı severler. Ancak kartalın yediği ve dahi çıkardığı leştir. Bunların da ilim ve bilgilerinin kimseye faydası olmadığı gibi öldürücü zehirdir. Kişinin dünya ve ahiretini mahveder.
Yunus Emre’nin sinek dediği ise arıdır. Arının yediği gül, reyhan, sümbül ve daha nice hoş kokulu çiçeklerdir. Bıraktığı baldır. Şifa bulursun.Bunun gibiler gerçek İslam âlimleridir. Onlardan alınan ilim iki cihanda nur olur, ışık olur.
Yunus Emre “Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu” sözüyle de şu manaya işaret etmişti. Bu ayağı yere değmeyen, havalarda gezinen, âlim beğenmez kişilere bazı meclislerde ben de rastladım. Basit birkaç dinî bilgi sorduğumda cevap veremeyip susmuşlardı.
Kapılmayın leş yiyenin peşine,
Doyum olmaz âlimin, velinin sohbetine.
Yine Yunus Emre’nin “Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun” dediği gibi gerçek âlimleri bulanlara, uyanlara, yolunda bulunanlara müjdeler olsun!
Bulmak zor mu? Elbette hayır. Arayan bulur. Kendileri ahirete göçmüş olsa da onların eserleri İslam âlemini aydınlatmaya devam etmektedir. Sadece, İmam-ı Azam ve İmam-ı Gazali’leri, Yunus’ları, Mevlana’ları, Ahmed Yesevi’leri, Molla Gürani, Molla Hüsrev’leri, Ahmed İbni Kemalpaşa’ları, İmam-ı Rabbani ve İbni Abidin’leri eserlerinden okuyacaksın! O zaman Yunus Emre’nin başta verdiğim beytini mükemmelen bir daha anlarsın.
TEFEKKÜR
Merkep izinde su görüp, deryayı gördüm sanma sen,
“Hayvandan ol edal” durur ilm ü âlim bilmez ola!
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
26.10.2018
Türkiye Gazetesi
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/604818.aspx