Her zaman bu anlayışla hareket eden Osmanlı padişahları şanlı devletin öngördüğü her işin tertipli ve intizamlı bir şekilde yürümesine önem verirlerdi. Yeryüzüne hükmettikleri devirlerde İslâm medeniyetinin en ihtişamlı temsilcisi olarak her işlerinde olduğu gibi bayram merasiminin de, Şer-i şerife ve Devlet-i aliyyenin şanına yaraşır bir biçimde yürütülmesine büyük özen gösterirlerdi.
Osmanlı Devleti’nde bayram töreni ile ilgili ilk resmî düzenleme Fatih Sultan Mehmed tarafından yapılmıştı. İstanbul’un fethinden sonra şehrin en güzel yerinde büyük ve muhteşem bir saray inşa ettiren cihan padişahı, çıkardığı ilk Osmanlı Kanunnamesinde burada yapılacak bayram töreninin adap ve erkânını da açıklamıştı. Törenin ne şekilde yapılacağı ve merasim heyetinin kimlerden oluşacağı belirlenip kararlaştırılmıştı.
Sarayda ilk tören Ramazan-ı Şerif’in son günü öğle namazından sonra Divan-ı Hümayun’daki Adalet Kasrı önünde yapılırdı. Bu esnada Mehteran bölüğü tarafından mehter çalınır, kısa bir dua yapılır, duayı müteakip fatihalar okunur, ardından Has oda veya Arz odası önüne padişah tahtı kurulurdu. Padişah tahtın üzerine oturup ilk tebrikleri kabul ettikten sonra, Arz odasına çekilip bir müddet istirahat ederdi. Sonra Ağalar Camii’nde oturup güzel sesli Enderun gençlerinin Kur’ân-ı kerim okumalarını dinlerdi. Ardından son iftar ve bayram gününün hazırlıkları başlardı.
Sarayda bayram sabahı
Padişahın bayram tahtı daha geceden Darüssaade kapısı önüne kurulmuş olurdu. Sabah namazından sonra devlet erkânı bayramlaşmak üzere saraya gelirlerdi. Padişah tahtına kurulup müsafaha başladığı zaman, padişaha kim için ayağa kalkıp, kim için kalkmayacağı usulünce hatırlatılırdı. Kalkması gerektiği an çavuşlar hep bir ağızdan: “Hareket-i hümayun Padişah’ım! Devletinle bin yaşa!” diye seslenirdi. Tekrar oturması gerektiğinde de, yine gür bir sesle: “İstirahat-ı hümayun Padişah’ım! Devletinle bin yaşa!” diye hitap ederlerdi. Tören boyunca kesintisiz olarak mehter vururdu. Sarayburnu önüne getirilen Donanma-i hümayun da ona eşlik ederek mehter seni kesilinceye kadar art arda top atışında bulunurdu.
Bu tebrikleşmeden sonra padişah hareme dönerek bayram namazı için hazırlıklarını yapardı. Genelde namazlarını yakın olması hasebiyle Sultanahmet veya Ayasofya Camii’nden birinde kılarlardı. Hazinedarbaşı camiye padişahtan önce giderek, padişahın namaz kılacağı yeri dikkatle hazırlar ve buhurlayıp kokulandırırdı.
Padişah namaz kılmak üzere saray kapısından çıkarken, muhafız erleri: “Uğrun hayrola, yardımcın Allah ola, Hak Teâlâ Padişahımıza ömürler vere, devletinle çok yaşa!” diye hep bir ağızdan nâra atarlardı. Bayram alayı ihtişamla ilerleyerek, Ayasofya veya Sultanahmet Camii’ne yaklaştığı zaman çavuşlar tekrar öne geçip, atından ineceği sırada padişahı: “Maşaallah! Ömrü devletinle çok yaşa!” nidalarıyla alkışlarlar; camiden çıkarken ve Bâb-ı hümayuna yaklaşırken de yine; “Uğrun hayrola!..” duasıyla karşılarlardı. Padişahın bu alayı büyük küçük, kadın erkek halk tarafından izlenirdi.
Namazdan sonra saraya dönülür dönülmez bayram ziyafeti başlardı. Yeniçerilere kızarmış koyun ve çörek servisi yapılır, Helvahane’den helvalar gelip dağıtılırdı. Ziyafete iştirak etmeyen vezirlere, Şeyhülislam’a ve bazı şeyhlere yine helvalar hazırlanıp yollanırdı.
Bayram ziyafeti bitince artık tören tamamlanır ve hane halkıyla bayramlaşmak üzere herkes evine dağılırdı.
Kabir ziyareti
İslamiyet’in ilk dönemlerinden beri devam eden eski bir gelenek olarak halkın bayram namazlarını musallada kılma âdeti vardı. Yani cami dışında, açıkta, cenaze namazlarının kılındığı mekânda kılınırdı. XIX. asırda bayram namazını musallada kılma âdeti İstanbul içinde sürmese de taşrada devam etmekteydi. Bu vaziyet belki de bayram gibi sevincin en yüksek olduğu bir zamanda âdeta insana, ölümü unutmamak gerektiğini oyun ve eğlenceye kapılmamayı öğretirdi. Yine burası bizlere ahiret yolculuğuna uğurladığımız sevdiklerimizi hatırlatırdı. Bu sebeple bayram namazından sonra, öncelikle evlere değil de ebedi mekânlarımız olacak kabirlere akın ederdik.
Böylece bayramdan sadece diriler nasiplenmezdi. Belki en büyük payı kabirdekiler alırdı. Zira bayram namazından sonra eve dönülmeden önce kabristanlığa gidilirdi. Önce büyüklerin eli öpüldüğü gibi evvela merhum dedelerin, ninelerin, babaların, anaların, yakınların kabri ziyaret edilirdi. Fatiha ve Yasin-i şerifler okunur dualar edilirdi.
Nitekim bayram sabahları hakkında bilgi veren eserlerde; “İstanbul’da sur dışındaki kabristanlıklar bayram sabahları oldukça kalabalık olurdu. İstanbulluların servilerin hazin hışırtıları arasında yanık Kur’ân-ı kerim tilavet ettikleri duyulurdu” bilgileri yer almaktadır. Bu güzel âdetleri yaşatmalı, kabirdekileri bayram payından mahrum etmemeliyiz.
Bayram ve birlik
Yahya Kemal “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirinde vatanın birliğine giden yolun mabetten geçtiğini ve bayram gününün getirdiği birlik ve beraberliği ne güzel yansıtmaktadır.
……..
Gecenin bitmeğe yüz tuttuğu andan beridir
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir
Bir geliş var ne mübarek, ne garip âlem bu
Hava boydan boya binlerce hayaletle dolu
Ulu mabette karıştım vatan birliğine
Çok şükür Allah’a gördüm bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervahı
……..
On yıllardır dinimizle, inancımızla, ahlakımızla oynayanlar sonunda bizi bölünmüşlüğün, hazımsızlığın, huzursuzluğun hat safhasına ulaştırdı. Şehit haberleriyle savrulduğumuz şu günlerde bu mesajlara o kadar ihtiyacımız var ki!
Oysa Yahya Kemal’in dediği gibi bayram değil dirileri bir araya getirmek, ölülerimizi dahi bizimle beraber kılmaktaydı. Dinler arası diyalog diyerek peygamberini ve tekbirini unutturanlara, şu beyitler ezberletilebilseydi acaba bizi birbirimize kim düşürebilirdi?
Dili bir, gönlü bir, imanı bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını
Büyük Allah’ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbir olur tek bir ses
TEFEKKÜR
Yine firkat narına yandı cihan
Hasreta gitti mübarek Ramazan
Nuruyla bulmuştu âlem yeni can
Hasreta gitti mübarek Ramazan
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
25.06.2016
Türkiye Gazetesi