Pes Muhammed’dir bu varlığa sebeb,
Sıdk ile anın rızâsın kıl taleb.
Şanlı Peygamber efendimizin doğumu dolayısıyla O’nu anmak ve anlamak için kabul edilen “Mevlid-i Nebi Haftası” içerisindeyiz. Ülkemizde 23 yıl boyunca (1994-2017) nisan ayına sabitlenerek “Kutlu Doğum Haftası” adıyla kutlanan Mevlid kandili, devletimizin neredeyse istisnasız bütün kurumlarınca kutlanıyordu. Aslında buna kutlama demek mümkün değildi! Artık şarkılı türkülü, sazlı cazlı âlemlere yelken açılmaya başlanmıştı. Peygamber efendimiz yerine küresel değerler konuşulur olmuştu.
2017 yılında haftanın adı değiştirilerek Mevlid-i Nebi denildi ve tekrar asli tarihine yani Arabi takvime göre Rebiülevvel ayının 12’sine alındı.
Bununla birlikte o yoğun ve yaygın kutlamalar bıçak gibi kesildi. Diyanet dışında neredeyse resmî kutlama yapılmaz oldu. İşin garibi müftülükler dahi neredeyse hatırlamaz hâle geldi diyebiliriz.
Demek ki dinî bir ibadet veya merasim ne olursa olsun aslına uygun olunca ifa etmek zorlaşıyor! Mâniler fazla oluyor. Aslından bozulunca da nefis ve şeytan devreye giriyor…
Hatta bazıları bu değişikliğin ya maksadını bilmeden yahut da bilmezlikten gelerek nisan ayına sabitlenmiş o coşkulu yılların özlemini duyuyor. FETÖ’nün projelerini, dini bozma emellerini, gelecekte bütün kandilleri miladi günlere sabitleme düşüncelerini çoktan unutmuş görünüyorlar!
Sevgili Peygamberimiz her doğum (mevlid) gününde Eshabına ziyafet verir, dünyayı teşrif ettiği ve çocukluğu zamanında olan hadiseleri naklederdi. Hazreti Ebubekir efendimiz de mevlid gecesinde Eshab-ı kiramı toplayıp Resulullah efendimizin dünyayı teşrifindeki olağanüstü hâlleri konuşur ve ziyafetler verirdi.
Eshab-ı kiramın bu şekilde tesid ettiği mevlid gecesi sonraki İslam devletlerinde büyük törenlerle yapılacaktır. Maksat o şanlı peygamber efendimizi anmak, O’ndan konuşmak, O’nun hayatını öğrenmek ve O’nun şefaatine mazhar olmayı dilemektir.
Cenab-ı Hak, Ahzab suresi 56. âyetinde “Allah ve melekler peygambere salat ediyorlar; Ey iman edenler siz de O’na salat ve selam okuyun” buyurmaktadır. Mevlid programları bir bakıma gençleri bu güzel davete alıştırmakta O şanlı resule yakın ve bağlı kılmaktaydı.
Bir kişi kimi severse ismini çok yâd eder,
Yârini yâd etmeyen battalı gam kasvet yıkar.
Demişler. Böylece günlerce süren ziyafetli, sohbetli toplantılar ile Peygamber efendimizin güzel ahlakı, sünnetleri, aşkı ve muhabbeti kalblere işlenirdi.
Öte yandan Resulullah efendimize duyulan derin ve samimi sevgi etrafında naat, mevlid, siyer, miraciye, şefaatnâme, hilye, şemâyil, kırk hadis, yüz hadis, bin hadis tercümeleri, esmâ-i Nebî, mu’cizât-ı Nebî, ahlâku’n-Nebî, gazavât-ı Nebî, hicretü’n-Nebî, vefâtü’n-Nebî… gibi pek çok dinî ve edebî tür teşekkül etmiştir.
Şanlı Peygamberimize duyulan sevgi etrafında oluşan türler içerisinde mevlidlerin fevkalade ayrıcalıklı bir yeri olmuştur. İslam âleminin genelinde Peygamber efendimizin doğumu şerefini methedip şefaate ulaşmak arzusuyla mevlid türünde yüzlerce eser kaleme alınmıştır.
Asıl adı Vesiletü’n-Necat olan ve Süleyman Çelebi (v. 1422) tarafından kaleme alınan Mevlid-i Şerif Risalesi, Osmanlıdan günümüz Türkiye’sine intikal eden en kıymetli bir mirastır. İslam coğrafyasının geri kalan kısmında ise bilhassa mevlid kandillerinde ve diğer dinî toplantılarda teberrüken okunan eser olarak Kasîde-i Bürde’nin en başta yer aldığı görünmektedir. Her iki eserde de Peygamberimizin doğumu, miracı ve münacat gibi konuların ortak olması dikkat çekmektedir.
Kaside-i Bürde
İslam âleminde en fazla tanınan ve okunan dinî eserlerin pek çoğunu süsleyen Kaside-i Bürde’nin yazarı İmam-ı Busirî hazretleri 1212 yılında Yukarı Mısır’ın Behnesa şehrine bağlı Behşim köyünde doğdu. Asıl adı Muhammed bin Said olup babası Busirli olduğu için “Busirî” annesi ise Dilaslı olduğu için “Dilasî” nisbeleriyle meşhur olmuştu.
Küçük yaşta iyi bir dinî eğitim alması yanında Kur’ân-ı kerimi de ezberlemişti. Daha sonra Kahire’ye giderek başta hadis olmak üzere İslamî ilimlerde ilerledi. Dil ve edebiyat sahasında da yetişti.
Eğitiminden sonra Kudüs, Medine ve Mekke’yi dolaşarak ilim öğretti. Bu arada Şazelî tarikatinin kurucusu Ebü’l Hasan eş-Şazelî’ye intisap etti. Böylece tasavvuf yolunda da ilerledi.
İmam-ı Busirî dinî ilimlerdeki yüksek ihtisası yanında çok iyi bir şairdi. Bilhassa sevgili Peygamberimiz ile ilgili çok içli şiirler yazardı.
İmâm-ı Busirî hayatının son demlerinde felç geçirmişti. Namaz için camiye gidemiyor ve çok üzülüyordu. Bir gece yatmadan önce Cenâb-ı Hakk’a uzun uzun dua ve niyazda bulundu. O gece rüyasında şanlı Peygamber efendimizi görmekle şereflendi. Peygamber efendimiz ondan kendisi için yazdığı kasideyi okumasını istedi. Bunun üzerine Busirî;
“Ya Resûlallâh! Ben sizin için birçok kasîde yazdım, hangisini okumamı emredersiniz” dedi. Peygamber efendimiz dinlemek istediği kasîdenin ilk beytini okuyarak ona istediği kasideyi işaret eder.
Busirî kasîdesini okumaya başlar başlamaz Allah Resulü duyduğu zevk ve memnuniyetten şiiri, sağa sola sallanarak sonuna kadar büyük bir şevkle dinledi.
Şiir bitince Hazreti Peygamber uzanmış olan hasta şairi mükâfatlandırmak üzere kendi hırkasını çıkarıp onun üzerine koydu ve bedeninin felçli kısımlarını mübarek elleriyle sıvazladı.
Busirî rüyanın verdiği zevk ve heyecandan ötürü derhâl ayağa kalktı. Bedeninde felçten eser kalmadığını hayretle görünce sevincinden şaşkına döndü. Ayrıca Peygamber efendimizin rüyada üzerine örttüğü (giydirdiği) hırka-i se’âdet de üzerinde idi. Bunun için bu kasîdeye Kasîde-i Bürde denildi. Bürde; hırka, palto demektir.
O sırada sabah namazı vakti girmişti. Derhal abdest alıp mescide gitmek için evden ayrıldı. Yolda Ebû Recâ adında bir derviş ile karşılaştı. Derviş ondan kasîdesini okumasını istedi. Busirî, “Benim kasidelerim çoktur. Hepsini herkes bilir” dedi.
Ebû Recâ; “Kimsenin bilmediği, bu gece Resûlullaha okuduğunu istiyorum” deyince, “Bunu hiç kimseye söylemedim. Nereden anladın?” dedi. Ebû Recâ da, İmamın rüyâsını, olduğu gibi haber verdi.
O zamanın veziri Behâeddîn bu kasideyi işitince, hepsini okutup saygı ile ayakta dinledi. Hastalara okununca iyi oldukları, okunan yerlerin dertlerden, belâlardan emin oldukları görüldü. İstifade için gönülden inanmak ve hâlis niyet ile okumak lâzımdır.
En büyük şeref!
Busirî’nin şanlı Peygamber efendimiz için yazmış olduğu çok güzel bir kasidesi ve açıklaması şu şekildedir:
Es-subhu bedâ min tal’atihî
Ve’l-leylü decâ min vefratihî
Sabah, nûrunu O şanlı Resülün çehresinden, gece de karanlığını O’nun siyah saçlarından almıştır.
Fâka’r-rusulâ fadlen ve ‘ulâ
Ehde’s-sübülâ li delâletihî
O, fazîlet ve ulviyyet bakımından bütün resûllerden üstündür. Hidâyet yolunda en mükemmel rehber de O’dur.
Kenzü’l keremi mevle’n-ni’ami
Hâdi’l-ümemi li şerî’atihî
O, cömertliğin hazînesi, ihsânın sultânıdır. Şerî’atıyla insanları hidâyete erdiren de O’dur.
Ezke’n-nesebi a’le’l-hasebi
Küllü’l-‘arabi fî hidmetihî
Soyu en temiz ve şerefi en yüksek olan O’dur. Bütün Araplar hep onun hizmetindedir.
Sa’ati’ş-şeceru nataka’l-haceru
Şukka’l-kameru bi işâretihî
O’nun mucizesi ile ağaçlar peşinden yürüdü, taşlar dile gelip konuştu. O’nun bir işareti ile ay ikiye ayrıldı.
Cibrîlü etâ leylete esrâ
Ve’r-Rabbü de’â li hazretihî
Mi’râc gecesi Cebrâil aleyhisselam, Allah’ın O’nu huzûruna daveti ile geldi.
Nâle’ş-şerefâ vallâhü ‘afâ
‘Ammâ selafâ min ümmetihî
O, (Miraç ile) en yüksek rütbeye nâil oldu. Orada Allahü teala O’nun ümmetinin günâhlarını affetti.
Fe Muhammedünâ hüve seyyidünâ
Fe’l-‘izzü lenâ li icâbetihî
O, bizim Muhammedimiz, O, bizim efendimiz. O’na ümmet olmak şerefi, şereflerin en yükseğidir.
Evet O’nu tanımak, O’nu sevmek ve O’nun yolunda bulunmaktan daha büyük bir izzet ve şeref olamaz. En büyük bahtsızlık ise O’nun sevgisinden uzak kalmaktır.
TEFEKKÜR
Olmak istersen habibe âşinâ
Ver salâtı bul anınla rûşinâ
Şemseddin Sivasi
(Resule dost olmak istersen
Çok salât söyle ve onunla aydınlan)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
20.09.2024
Türkiye Gazetesi