ABD, Türkiye sınırına yalnızca 50 kilometre uzaklıkta bulunan Yunanistan’ın Dedeağaç bölgesine askerî yığınağını devam ettiriyor. Bu durum son bir yıldır, “ABD ve Yunanistan, Türkiye’ye mi saldıracak?” sorusunu canlı tutuyor. Zira ABD’nin bu tutumu Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı iyice saldırgan bir politika takip etmesine yol açıyor.
Türkiye, uluslararası hukuka uygun olmayan bir şekilde bir bölgeye askerî yığınak yapsa ABD ve Avrupa çılgına döner. Yunanistan, Türkiye’nin dibindeki adaları askerî anlaşmalara muhalefet ederek silahlandırır, gıkları çıkmaz. Buna ne hazindir ki Türkiye’nin muhalefeti de dâhildir. Ukrayna için Türkiye’yi Rusya ile karşı karşıya getirmeye çalışan bazı siyasetçilerimizin -Türkiye’nin varlığı tehlikeye düşmesine rağmen- kılı kıpırdamaz. Kınamada dahi bulunmaz!..
Ayasofya açılırken Yunanistan’a giderek özür dileyen siyasetçilerimiz vardı. Madem bu kadar dostluğunuz var, “Ne oluyor bu silahlanma, kime karşı yapıyorsunuz” diyemezler mi?
Maalesef diyemiyorlar. Sanki Yunanlı bir politikacı gibi davranıyorlar.
Türkiye, Yunanistan’a karşı bunların binde birini yapsa defalarca savaş sebebi olurdu.
Yunanistan’ın kendisine küçük bir devletçik bağışlayan Batı’yı yanında gördü mü ayranı kabarıyor. “Megali İdea” siyaseti devreye giriyor.
Biz ise yıllardır başımızı kuma gömmemizin, harp sanayiinde dışa bağımlı olmamızın acısını çekiyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konuda yaptırdığı çalışmalar dünya savaş dengelerini dahi altüst etti. Peki, Batı’ya ram olmuş politikacılarımızın, silah sanayiinde attığımız dev adımlardan ve gelişmelerden hasımlarımızdan daha fazla rahatsız olması neyin işaretidir? Ana muhalefet partisinden Sezgin Tanrıkulu’nun, silah sanayii konusundaki atılımların başmimarlarından Selçuk Bayraktar’ı yargılatacağını söylemesi nasıl bir ruh hâlidir? Ona karşı diğer muhalefet parti başkanlarının da suspus olması dehşet vericidir. İHA, SİHA ve Akıncı TİHA gibi silahlardan kimler rahatsızlık duymaktadır? Düşünün ve ona göre değerlendirin.
Bu ifadeler aklımıza hemen Nuri Kıllıgil’i getiriyor. Duymayanlar araştırırlarsa güzel olur.
Şunu ifade edeyim ki muhalefet partileri ülkemizin ve milletimizin geleceği adına çok tehlikeli bir siyaset takip ediyor…
Sözleşme değil teslimiyet!
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı. Tartışması bitti mi? Elbette ki hayır.
Yine bütün muhalefet partileri neredeyse koro hâlinde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmanın hata olduğunu ve mutlaka girilmesi gerektiğini ısrarla belirtiyorlar.
Hatta bu konuda partiler, dernekler, bazı barolar Danıştay’a dava dahi açtılar. Danıştay 10. Dairesi de oy çokluğu ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının hukuka uygunluğunu belirterek davayı reddetti.
Buna rağmen mesele kapanmadı. Zaman zaman bazı yargı üyeleri zaman zaman da muhalefet parti liderleri ve vekilleri bu konuyu kaşımaya devam ediyorlar.
Batılılar da nedense bu konuyu sıcak tutmayı seviyor.
Benim anlamadığım bu konuda AK Partili vekillerin de oldukça sessiz kalmaları. Hatta Sayın Cumhurbaşkanımızı yalnız bırakacak derecede hareket etmeleri oldu… Bu arada Aile Bakanı, Cenevre’de yapmış olduğu konuşma ile yaraya tuz biber ekmiş oldu!..
Bir defa Aile Bakanı aile kurumunun bakanıdır. Aile kurumunu zayıflatacak hareketlerin karşısında olmalıdır. Ailenin bir bireyini olmadık şekilde yüceltirseniz çatışmaların fitilini bizzat siz ateşlemiş olursunuz.
Bugün kadını ve aileyi güçlendiriyoruz diyenler 40-50 yıl öncesi ile günümüzü karşılaştırsınlar.
Boşanma davaları ne kadardı ve nerelere geldi. Aile paramparça oldu. Ailede sevgi, saygı, sadakat değerleri yıprandı. Psikologlar ve sosyologlar ile bunun sebepleri tartışılıyor mu acaba?
Aileyi cezalarla ayakta tutamazsınız! Cezalarla ailede sevgiyi tesis edemezsiniz ve muhabbet oluşturamazsınız. Aksine bütün değerleri yok edersiniz.
Önemi yoksa muhalefet neden çıldırıyor?
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın, Cenevre’de Türkiye’nin kadına yönelik şiddetle mücadelesini anlatırken yaptığı konuşmalar da tartışmaya çok açıktı.
O, öncelikle “Odak noktamız kadına yönelik şiddetle mücadeledir” dedi.
Hâlbuki odak noktamız ailenin güçlü kılınması olmalıdır. Kadına, erkeğe, kız veya erkek çocuğuna sahip çıkmak diye odak noktası belirlenmez. Bu durum ailede parçalanmaya yol açar. Aileye sahip çıkmak ailedeki bireylerin her birine değer vermekle her birine yapılabilecek yanlışların önünü almakla olur.
Bakan Yanık, kadına yönelik şiddetle mücadele kararlılığından tek bir adım geri atılmadığını da belirterek şöyle devam etti:
“İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararımız, sadece kullanılan yöntem ve araçların değişimidir. Odak noktamız kadına yönelik şiddetle mücadeledir. Bu odağın değişmesi söz konusu dahi edilemez. Türkiye’de mağdurun korunması ve şiddetin önlenmesi mekanizması olan ve 2012 yılından bu yana yürürlükte bulunan 6284 sayılı Kanun hâlen yürürlüktedir. Söz konusu kanun, şiddet mağdurunun akut şiddetten korunmasını, can güvenliğinin sağlanmasını, şiddet uygulayanın cezalandırılması veya rehabilitasyonunu, mağdura sunulacak destek hizmetlerinin koordine edilmesini, tedbirlerin elektronik yöntemlerle izlenmesini sağlamaktadır.”
Sayın Bakan bu ifadeleri ile birincisi Sayın Cumhurbaşkanı’nın İstanbul Sözleşmesi’ni rafa kaldırmasının hiçbir önemi olmadığını vurgulamaktadır. Hatta yine İstanbul Sözleşmesi’nin şiddetle mücadele konusunda iç hukukta amir hükümleri olan bir uygulama olmadığını belirterek şöyle söyledi:
“Sözleşme bir çerçeve metin olup sadece tavsiye niteliğinde kararlar taşır. Kadına yönelik şiddete karşı uzun süredir verilen bir mücadele var. Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesinden sonra tedbir kararlarıyla ilgili bir kafa karışıklığı söz konusu oldu. Ortaya çıkan sorunlar uygulamayla ilgili bir durumdur.”
Bu durumda madem sözleşmenin hiçbir amir hükmü yoktu, neden çıktınız, göz boyama mı yaptınız demezler mi? Madem önemi yok, kaldırılmasıyla birlikte muhalefet neden yas tutmaya başladı, neden dava üstüne dava açtı ve neden üç günde bir bu sözleşmeyi gündeme taşıyorlar? Hiç mi düşünmüyorsunuz?
Diğer taraftan bakanın, güya koruyucu olarak gördüğü 6284 no’lu kanun ise gerçekten sıkıntının temeli olarak ortada duruyor. Zira kadının beyanını esas olarak alan bu kanuna göre yalan veya gerçek tek bir şikâyetle ailenin direği olan baba aylarca evinden uzaklaştırılabiliyor. Hatta hapse atılıyor.
Güçlü kadın derken bir anda kadına ve çocuklara sığınma evlerinin kapıları aralanıyor…
Daha bunun toplumsal cinsiyet eşitliği ve LGBT üyelerinin çığ gibi büyümesi gibi etkileri de cabası!..
Tehlikeyi görelim lütfen!
LGBT’lilerin “onur yürüyüşü” adını verdikleri etkinlikler bugünlerde vali ve kaymakamlıklarca hep iptal ediliyor. Bence müsaade edilmeli. Müsaade edilmeli ki son beş altı yılda gelinen nokta iyi görülsün ve anlaşılsın. Müsaade etmemekle meseleyi çözmüyoruz, sadece sümen altı yapmış oluyoruz…
Dolayısıyla, “nereye gidiyoruz, neler oluyor” diyecek olanlar da susmaya devam ediyor.
Aile dünyanın en gelişmiş ordularından, en modern silahlarından daha etkili bir silahtır. Milletin atom gibi en ufak ama en etkili parçasıdır. Güçlü ailelerin vatan, bayrak, ezan gibi değerlerine sahip çıkarak yetişmiş fertleri bir araya geldiğinde onu yok eden bir güç bulamazsınız.
Batı’nın özellikle Türk aile yapısını hedef edinmiş olmasını iyi etüt etmelidir.
6284 no’lu kanun, adaletsiz ve süresiz nafaka sistemleri mevcut aileleri parçaladığı gibi yenilerinin kurulmasının da önünü kesmektedir.
Selçuk Bayraktar Bey’i yargılayacağız diyenler her gün İstanbul Sözleşmesi’nden neden çekildik diye yaygara koparmaktadır. Kılıçdaroğlu, “İlk bir hafta içinde İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlüğe sokacağız” diye devamlı yaygara koparmaktadır. Zira İstanbul Sözleşmesi ve türevleri olan kanunlar onların arka değil en ön bahçeleri oldu.
Ey AK Partili idareciler! Lütfen bu konuyu anlayın ve ona göre politika üretin artık!..
TEFEKKÜR
Felek tersine devr eyler meğer ahır zaman oldu
Kafesde tuti vü kumru çemenlerde gurâb oynar
Nesimî
(Felek tersine dönmektedir, artık dünyanın sonu gelmiştir,
Papağan ve kumru kafeste, kargalar ise bahçelerde oynar.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
24.06.2022
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/628815.aspx