Üstad Necip Fazıl Kısakürek bir şiirinde şöyle diyordu:
El açsam geçenlere kavşağında bin yolun
Müslüman olun aman aman Müslüman olun
Ancak nasıl bir Müslüman olması gerektiğini de şu şekilde ifade ediyordu:
Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim:
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim
Günümüzde İslamiyeti tarihselci veya reformist fikirlerle değerlendiren ve buna göre düşünceler geliştiren o kadar çok akademisyen var ki sözleri ve yazıları ile neredeyse kantarın topuzunu kaçırmış durumdalar. Fakültelerde kapalı devre öğrencileri ifsat etmeye devam eden bu akademisyenler, TV’lerde ve halka açık konferanslarda boy göstermeye başladıklarında millet tarafından da bilinmeye başladı. Bilindikçe de nereye gidiyoruz endişeleri yükseldi. Aslında bu nevi fikirlerin arka planı çok eskilere dayanmaktadır. FETÖ’nün dinde yaptığı tahribatın zamanında görülememesinin sebebi de onlardır. Zira çoğu noktalarda FETÖ ile aynı fikirleri paylaşmakta idiler.
Bugün bir taraftan FETÖ tehlikesi güya kalmadı gibi değerlendirmeler yapılırken diğer taraftan FETÖ’nün dinde yaptığı tahribat neredeyse bir kısım çevrelerce tam gaz devam ettirilmektedir.
FETÖ ile el birliği içerisinde Dinler Arası Diyalog projesini yürüten tarihselci Mehmet Aydın’ın “Kur’ân-ı kerimin yüzde kırkı atılmalıdır” hezeyanı bugün aynı dozda savunmaya devam edilmiyor mu? Dikkat kesilelim!
Şanlı Peygamber efendimize ve onun pak yoluna savaş açan ve bunları ilahiyat fakültelerinde yürüten o kadar çok Şövalye Ruhlu(!) türedi ki… Maalesef bunlar bu meş’um faaliyetlerini, yıllardır bir taraftan Din-i İslam’ı en doğru şekilde insanımıza gençlerimize öğretmesi gereken Diyanet kademelerinde bir taraftan da Din-i İslam’ı öğretecek nesilleri yetiştirmesi beklenen ilahiyat fakültelerinde yürütüyorlar.
Şövalye’nin Kur’ân-ı kerime saldırıları!
Malumunuz üzere “İman Sempozyumu”nda imanı yıkma çalışmalarına mani olucu yayınlar yapmıştık ve bunlardan ikisi İlhami Güler ile Ömer Özsoy oraya gelememişlerdi.
Bu iki kişinin sempozyuma katılamamasından derin üzüntü duyan Prof. Dr. Mustafa Öztürk, İslam’ın bozulmasını ve gençlerin zehirlenmesini istemeyen halis Müslümanları DEAŞ’çı diye nitelemekten çekinmemişti.
Ardından kendisinin şövalye ruhlu olduğunu bir yazısında dile getirmişti.
Aslında bu şövalye kılıcını sadece Ehl-i Sünnet Müslümanlara çekmiş değildi. İbretle okumanız için sadece iki yazısından kısa iktibasta bulunacağım:
KURAMER yayınları arasında çıkan “Cihad” kitabında yer alan makalesinden bir bölüm:
“… Kur’ân’ın Mekke döneminde Ehl-i Kitap özellikle de Yahudiler hakkında olumlu bir dil kullanmasına rağmen, Tevbe suresi 29. ayette aynı zümrenin “Allahsızlar” diye nitelendirmesi arasındaki uçurum az çok anlaşılır hâle gelir. Kur’ân’daki bu keskin üslup ve tikel hüküm değişikliklerinin tek tek ve lafzen Allah tarafından belirlendiği kanaatinde değilim. Çünkü Allah’ın bu denli güncel ve politik bir sürecin içinde bizzat müdahil olduğuna kani değilim. Allah’ın bizzat savaşa katıldığı izlenimi veren ayetlerin Hazreti Peygamberin zihnindeki genel ve külli vahiyden istinbat edilmiş tikel referanslar olduğu kanaatindeyim” (s.201).
Şimdi de “Kur’ân vahiy ve nüzul” isimli eserindeki şu ifadelerine göz gezdirelim:
“…Bize göre Kur’ân’daki lafızlar Hazreti Peygamber’in kendi diliyle Allah hakkında konuşmasıdır. Bilindiği gibi dil/lisan insanın duygu, düşünce, idrak ve kültür dünyasından bağımsız değildir. bu yüzden Hazreti Peygamber’in kendi varlık tecrübesinden hareketle Allah’ı gazap, rahmet, beddua gibi insan biçimci sıfatlarla anlatması gayet tabiidir. Ayrıca insanlık hâlleri tabirinin de ifade ettiği gibi bir insanın halet-i ruhiyesi sabit ve stabil değil, ahval ve şeraite göre değişkendir. Hâliyle, Kur’ân’da hem affedici ve bağışlayıcı olmaya yönelik teşviklerin, hem de birçok beddua ve telin ifadesinin yer alması, -haşa- Allah’ın ruh hâlindeki değişikliğin değil Hazreti Peygamber’in yaşadığı iyi kötü tecrübeler ve bu tecrübelerle ilgili farklı hâllerin yansıması gibidir” (s.226).
Şövalye ruhlu adam bu yazılarında Peygamber efendimizi haşa Cenab-ı Hak adına konuşan birisi diye nitelerken yine haşa Cenab-ı Hakk’ı da bundan habersiz veya etki edemeyen bir aciz sınıfına koymuyor mu? Bir anlamda Kur’ân-ı kerimin Hazreti Peygamberin ifadeleri diyerek iddiada bulunmuyor mu?
Bu ifadeler İslam’ın Kur’ân-ı kerim ve peygamber anlayışını temelden yıkıp atmıyor mu? Bin yıllık İslam beldesi Türkiye’de temiz ve pak inanışlı Müslümanlar buna bir tepki vermeyecek miydi?
FETÖ’ye tepki vermemesinin bedelini acı bir şekilde ödeyen milletimiz artık zamanında ve gerektiği şekilde son derece medeni bir şekilde ilmen, fikren veya buğzen beğenmediklerini dile getirdiler.
Diyanet’in yerinde açıklaması!
Diyanet Yüksek Kurulu da yerinde bir açıklama ile Prof. Öztürk’ün hezeyanlarını belirtip açık bir cevap yazdı. Kur’ân-ı kerimden verilen misallerle temelsiz ve mesnetsiz iddiaları çürütülen şövalyenin hezeyanlarına karşı, yapılan açıklamanın hüküm cümleleri de şu şekildeydi:
“Bu ve bunlar gibi Kur’ân’ı kerimin apaçık beyanları gösteriyor ki, Kur’ân-ı kerim hem lafzıyla hem de manasıyla Yüce Allah’ın katındandır ve her şeyiyle ona aittir. Anlatılan kıssalar da gerçekten yaşanmış olaylara aittir ve gayb haberleri olarak vahyedilmiştir.
Sonuç olarak Kur’ân-ı kerim, lafız ve manasıyla Allah’ın kelamıdır. Allah’ın koruması ile tek harfi bile değişmeden günümüze kadar gelmiştir ve kıyamete kadar da baki kalacaktır. Nitekim geçmişten günümüze dünyanın her tarafındaki Mushafların hiçbirinde herhangi bir farklılığın olmaması da bu hakikatin ve mucizenin en somut göstergesidir. Hazreti Peygamber’den bu tarafa mucizevi bir şekilde Müslümanların zihninde yer etmiş olan Kur’ân’ı kerimin lafız ve manasıyla Allah’ın kelamı olduğu hususunda tereddüt uyandırabilecek söylemlerden uzak durmak bütün Müslümanların ortak sorumluluğudur”.
Müslümanların tepkisi ve Diyanet’in açıklamaları karşısında Şövalye ruhlu adam da bir açıklama yapmış. Hedef saptırma mealindeki açıklamasında diyor ki:
“Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca dinî grup ve cemaatleri, Diyanet ve ilahiyat gibi kurumlara ayar verme cesaretlerinin belki ilk defa bu kadar yüksek trende ulaştığına şahitlik ediyoruz”.
Şövalye’ye göre dinî grup ve cemaatlerin etkisi altına giren sadece Diyanet değildi, hükûmet de bundan nasibini alacaktır. İşte Şövalye’nin cümleleri:
“Ancak bu odaklar sadece Diyanet’i etki altına almamış seçim sath-ı mailine girilmesini de fırsat bilerek siyasi iradeyi de etkilemeyi fırsat bilmişler ve bunun neticesinde kendisini karalamayı hedef edinmişler”. Ardından şöyle bir hüküm sunuyor Şövalye:
“Bugün gelinen nokta dinî alanda kimin neye nasıl inanması gerektiği konusunda mutlak yetkinin bir takım cemaatler ve şahıslara ait olduğunu, dolayısıyla cemaatlerden onay almamış farklı bir dinî görüşü savunma imkânının bu memlekette artık son bulduğunu gösteriyor. Bu yüzden ilmi çalışmalara devam etme ve farklı fikir/görüş beyan etmenin tek yolu yurt dışındaki bir üniversitede çalışmak gibi görünüyor.”
Şu yönden haklısın Sayın Şövalye! Yurt dışındaki bir üniversitede sana sadece ehl-i sünnet itikadına hücum etmek ve İslam’ın temiz suyunu bulandırmak hakkını vereceklerdir.
Peki farklı fikir deyince şunu da yapabilir misin?
Avrupa’da bir üniversiteye yerleştiğinde, Ortodoksluk veya Katolik inanç ve itikadının zıddına dersler ve konferanslar da verebilir misin?
Bir dene bakalım Sayın Şövalye, böylece oradaki demokratlığı ve hürriyeti de görmüş olalım! Ne dersin?
Öte yandan din dışı fikirlerin ortaya saçılınca hemen hedef saptırmaya da kalkma?
Bak senin düşüncelerini tenkit eden bir akademisyen olarak söylüyorum öncelikle Şuarâ suresi, 192-195; Neml suresi, 6.; Yunus suresi, 15.; A’raf suresi, 203. ve Hakka suresi 44-47. ayetlerinin tefsirlerini nasıl yaptığını açıklayabilir misin?
İkincisi seni bir cemaat adına değil Ehl-i Sünnet Akaidine ve akaid imamlarına dayanarak tenkit ediyorum. Yani İmam-ı Azam, İmam-ı Şafii, İmam-ı Maturidi, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani, Ebussuud Efendi, Molla Gürani, Molla Hüsrev, Kemalpaşazade, Seyyid Şerif Cürcani, Hocazade, İbni Abidin ve benzeri âlimlerin yazıları ile onların ortaya koymuş oldukları Ehl-i Sünnet Akaidi üzere cevaplandırıyorum.
1400 senedir senin gibi düşünen bir Ehl-i Sünnet âlimi oldu mu? Söyle!
Yoksa bu fikir ve hezeyanları kimden kaptın onu söyle?
Aksi hâlde, “İslam’ı bir ben doğru anladım” mı demek istiyorsun? Duyamadım Şövalye!
TEFEKKÜR
Kurtulurum sakın sanma ey hoca
Muhammed aleyhisselama uymadıkça
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
28.12.2018
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/605818.aspx