25-29 Ekim günlerinde “Expo-Türkiyem” tarafından düzenlenen festival için Viyana’da bulunurken Estergon’u ziyaret etme imkânım oldu. İlk defa Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethedilen kale kısa bir dönem hariç bırakılırsa 140 sene kadar hâkimiyetimizde kaldı.
Tuna’ya hâkim bir noktadaki muhteşem kale, görünmeye değer güzelliktedir. Bu kalede yüz otuz sene Türk sancakları dalgalandı. Türk askerleri nöbet tuttu. Tuna’dan ana vatana doğru selamlar uçurdular…
Bugün Osmanlı tarihinin hem şanlı hem de acılı bir safhasının bu ihtişamlı sembolünün burçlarından baktığımızda iki ülkeyi görüyoruz. Tuna Nehri tam ortasından bir çizgiyle Slovakya ile Macaristan’ı ayırıyor. Slovakya’ya geçtiğinizde Estergon Kalesi’nin ihtişamlı manzarasına kapılıp kalıyorsunuz. Ağzınızdan gayri ihtiyari kim bilir hangi akıncı şairin kaleme aldığı şu satırlar dökülüyor.
Estergon Kal’ası su başı durak
Kemirir içimi bir sinsi firak
Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak
Akma Tuna akma ben bir dertliyim
Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım
Biz biraz Estergon’un tarihine dönelim… Kanuni’nin kaleyi fethinin üzerinden 52 sene geçmiş bulunuyordu. 17. asrın sonlarında Osmanlılar Avusturya karşısında ciddi kayıplar vermeye başlamıştı ki bundan Estergon da nasibini alacaktı…
Sadrazam Ferhad Paşa’nın idamı sonrasında Koca Sinan Paşa dördüncü defa sadarete getirilmişti. Eflak üzerine yürüyen Sinan Paşa, Estergon’u savunma vazifesini Avusturya serdarlığı ile oğlu Mehmed Paşa’ya bırakmıştı.
Mehmed Paşa birlikleri ile Budin’de bulunuyordu. Emrinde yirmi bin kişilik bir kuvvet vardı. Oysa elli bin yaya ve yirmi bin süvariden müteşekkil güçlü bir ordusu bulunan Avusturya Prensi Mansfeld’in kumandası altında Almanya, Macaristan, Bohemya, İtalya ve Belçika’nın en meşhur asilzadeleri bulunuyordu.
Mehmed Paşa süratle Estergon önüne gelerek elindeki kuvvetlerin küçük bir bölümünü kaleye sokmaya muvaffak oldu. Planı, düşmanı iki ateş arasında bırakmaktı…
Ancak düşman komuta kademesi Mehmed Paşa’nın planını sezmişti. Kalenin muhasarasında bir miktar kuvvet bırakıp asıl birlikleriyle Mehmed Paşa’nın üzerine yürüdü. Serdarın yanındaki kuvvetleri zaten azalmıştı. Düşmanın üzerine doğru yürüdüğünü gördüğü anda selameti Budin’e doğru kaçmakta buldu.
Oysa Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa üzerine gelen düşman birliklerine karşı başarı ile karşı koymuş ve geri çekilmeye mecbur bırakmıştı. Serdar kaçmasa belki de bir büyük başarı kazanabileceklerdi. Serdarın kaçtığını öğrenen Lala Mehmed Paşa sistemli bir şekilde geri çekilmeye çalıştı ise de düşman birliklerinin çevresini sardığını ve gerileri tuttuğunu görmekte gecikmedi. Bunun üzerine bin beş yüz kişilik mevcudu ile Estergon Kalesi’ne girmeye muvaffak oldu.
Akma Tuna akma!
Estergon’a artık hiçbir yerden yardım ümidi kalmamıştı. Prens Mansfeld, kalenin teslim edilmesini istedi.
Estergon komutanı Kara Ali Bey ise kaleyi teslim etmektense havaya uçuracağını belirterek bu isteği reddetti. Ali Bey’in bu sözleri müzakerelerin olumsuz sonuçlanmasına sebep olmuş ve muharebe tekrar başlamıştı…
Aslında Kara Ali Bey iki aydır yetersiz kuvvetlerle, kalabalık düşmana karşı şanlı bir direniş göstermekteydi. Şehrin dış kalesi, barut ve su deposu düşman eline geçmişti. Bir bardak suya bir duka ödendiği gazilerin susuzluklarını gidermek için soğuk mermerleri yaladıkları görülüyordu.
Avusturyalılar bütün güçleri ile saldırıyorlardı. Gaziler ise takatlerinin sonuna gelmişlerdi. Kara Ali Bey Avusturyalıları zaafa uğratmak için Prens Mansfeld’i hedef aldırarak öldürttü. Fakat şiddetli çarpışmalar sırasında kendisi de vurularak şehit düştü.
Prens Mansfeld’in yerine imparator II. Rudolf’un kardeşi olup sonradan imparatorluk mevkiine de gelecek olan Arşidük Mathias gelirken Osmanlı birliklerinin idaresini ise Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa üstlendi.
Lala Mehmed Paşa Sadrazam Sinan Paşa’dan yardım istedi ise de hiçbir netice çıkmadı. Böylece en şiddetli saldırılara karşı bile dayanabilen kaleye, teslim olmaktan başka seçenek kalmamıştı artık. Anlaşma gereği kadın, çocuk, yaralı ve hastalar İmparator’un gemisine nakledildiler.
Çoğu yaralı ve sakat olan gaziler Tuna üzerinden gemiye binip Estergon’u kanlı gözyaşları ile seyrederek ayrıldılar. Bu şanlı savunma, Estergon Kalesi Türküsü’nün ortaya çıkmasına sebep olmuştur…
Ya Estergon ya Cennet!
Gazilerin büyük üzüntülerine şahit olan ünlü Osmanlı komutanı Lala Mehmed Paşa on yıl aradan sonra bu kez sadrazam olarak 21 Mayıs 1605’te Davut Paşa Sahrasından büyük bir merasimle uğurlanarak Estergon niyetiyle yola çıkmıştı.
Ordu-yı Hümayun, Belgrad-Budin yoluyla 29 Ağustos günü Estergon önlerine geldi. Sadrazam ve Serdar-ı Ekrem Lala Mehmed Paşa derhal harp divanını topladı. İlk sözü kendisi aldı ve;
“Padişah Efendimizin Emr-i Hümayununu unutmayalım. ‘Ya Estergon’a girersiniz ya Cennete’ buyurmuşlardı. İmdi, tedbir ne ola” diye sordu. Buraları iyi tanıyan, Bosna Beylerbeyi Hüsrev Paşa söz alarak;
“Devletlû Vezirim, bu kaleyi düşürebilmek için yardım yollarını kesmek gerektir. Bunun için etrafındaki kalelerin de fethi şarttır”, dedi. Estergon’u kuşatma mevzileri ve barut durumları da görüşüldükten sonra Serdar-ı ekrem sırf bu sefer niyetiyle orduya katılan Ayasofya Vaizi Nureddin Efendiye dönerek;
“Hocam, acep bizlere bir tebşiratta bulunmazlar mı?” diye sordu? Yetmişlik mücahid cevap verdi: “Allah kuluna kâfidir… Sizler O’nun yolunda oldukça karşınızda kim durabilir!”
Lala Mehmed Paşa, Divanı kapatmadan “Cümleniz berhudar olasınız… Gün, Allah’a kul, Resulüne ümmet, Padişahımıza hizmet günüdür” dedi Sonra ecdadın ruhlarına el-Fatiha çekip, okudular.
Estergon’u Fransız asıllı bir Kont savunuyordu. Bu harpte Avusturya hesabına çarpışan Dampier Kontu çok meşhur bir askerdi. Ordu-yı Hümayun yaklaşırken, kaledeki bütün Macar askerlerini dışarı çıkardı. Çünkü dört yıl önceki Kanije kuşatmasını hatırlamıştı. O gün Macar askerleri, Osmanlı ordusuna tek kurşun atmamışlardı. Bu duruma içerleyen Macarların kumandanı ise, Lala Mehmed Paşa ile konuşmak istedi. Mehmed Paşa ile aralarında şu konuşma geçti:
“Kaleyi niçin terk ettiniz, ümidiniz mi tükendi?”
“Ümit, Osmanlı adaletindedir, Devletlü Vezir!”
“Estergon’da ne kadar asker kalmıştır?”
“On bine ulaşmaz.”
“Peki, kontun maneviyatı nasıldır?”
“Sadece etraftaki kalelerden alacağı yardıma güvenmektedir.”
Gerekli malumatı alan Serdar, son bir sual sordu:
“Memleketinize mi gideceksiniz, yoksa başka bir orduda parayla mı dövüşmek istersiniz?”
Avusturyalılara karşı gücenik olan general;
“Bizler de askeriz koca Vezirimiz. Şayet izin verirseniz, bu defa dünyanın en büyük ordusuna katılmak niyetindeyiz. Hiçbir ücret de istemiyoruz!” dedi.
Böylece Macar şövalyeleri de katıldılar.
Bundan sonra Estergon surları top atışları ile sarsılmaya başladı. Süratle hareket eden Bosna Beylerbeyi Gazi Hüsrev Paşa 8 Eylül’de Vişegrad kalesini zapt etti. Bektaş Paşa da Tepedelen’in işini 19 Eylül günü bitirdi. Bu iki kalenin düşmesiyle Estergon’daki askerlerin moralleri çok bozuldu. Fakat Dampier inatçıydı ve hâlâ Ciğerdelen’den yardım görüyordu.
25 Eylül sabahı bütün Türk topları birden patlamaya başladı. Kale duvarlarında büyük gedikler açılıyordu. 29 Eylül gecesi fedailer, Estergon’un Su Kulesini ele geçirdiler. Böylece kale, biraz daha zor duruma düştü. Bütün gaziler, Lala Paşa’nın “Son Hücum” emrini bekliyorlardı. Fakat kayıp vermek istemeyen Lala Mehmed Paşa beklemekteydi.
Nihayet Koca Osman Çavuşun Ciğerdelen’in düştüğü haberi Paşa’yı rahatlattı. Elhamdülillahi Rabbil Âlemin, diyerek secdeye kapandı. Umumi hücum için son hazırlıkları yapılırken kaleden “aman” sesleri yükselmeye başladı. Avusturyalılar son hücuma dayanamayacaklarını ve kılıçtan geçirileceklerini anlayarak teslim bayrağını açtılar.
Türk birlikleri on yıl sonra bu defa sevinç gözyaşları ile Estergon’a giriyorlardı. Estergon ve civarındaki kalelerin fethi ile Budin bir hudut şehri durumundan kurtulmuş oluyordu.
Bu başarıdan dolayı Lala Mehmed Paşa “Estergon Fatihi” unvanıyla şöhret buldu. Diğer taraftan Borçkai Türk kuvvetlerinin yardımı ile Uyvar’ı alırken Tiryaki Hasan Paşa da Veszprem ve Polata’yı fethetti. Böylece 80 yıl daha sürecek Türk hâkimiyeti başlamış oldu.
Osmanlı döneminde tamamen Müslüman bir kimliğe sahip olan Estergon’a cami, mahkeme ve hamam yapılarının inşa edildiği bilinmektedir. Evliya Çelebi Estergon’u ziyaretinde şehirde 16 mahalle, 2.900 ev, 4 cami, 2 medrese, asker aileleri için yapılmış özel evler ve birçok mektep gördüğünü yazmıştır. Çelebi, en büyük cami “Mahkeme Camii” kapısındaki yazılı mısralardan da bahsetmiştir:
Bugün ise Estergon’daki tek Osmanlı eseri, kırık minaresiyle hüzünlü bir eda ile yoldan geçenleri süzen Öziçeli Hacı İbrahim Camii’dir.
TEFEKKÜR
Ey Muhammed mucizât-ı Ahmed-i Muhtar ile
Umarım galip ola a’dây-ı dine devletüm
III. Mehmed Han
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
01.11.2024
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/estergonu-ziyaret-645577