Geçtiğimiz hafta TV kanallarımızda uzun uzun Boğaziçi Üniversitesi’ndeki olaylar konuşuldu, tartışıldı. Belki daha da tartışılacaktır.
Bazılarında konuklar bilhassa temelde bu gösteriye karşı olduğu hâlde ne hikmetse söze genelde, “Boğaziçili öğrencilerin yanındayız, destekliyoruz” diye başlamaya bilhassa özen gösterdiler.
Bu durum neyin ezikliğidir bir türlü anlayamadım.
Ayrıca konuyu başörtüsü meselesine de getirerek zamanında orada da desteklediklerini belirttiler.
Bir defa başörtüsü ile bu mesele asla aynı değildir.
28 Şubat dönemi, başörtülü talebelerin fakültelere alınmadığı, derslerden çıkarıldığı yıllardı.
Talebelerin yıllarca gösterdiği azminin ve gayretinin sonucunda kazandığı bir fakültede ders görmesi engelleniyordu.
Kişisel dinî yaşantı tercihleri sorgulanıyor, bunun için cezalandırılıyorlardı.
Hepsi irticacı diye yaftalanıyordu. Sanki terör örgütü militanları gibi görülüyordu.
Hanımı başörtülü olan öğretim üyeleri tedavi maksatlı dahi olsa eşini üniversite kampüsüne alamıyordu.
Öğrenciler bırakın üniversite içinde eylem yapmalarını, derslere alınmıyorlar hatta kampüse sokulmuyorlardı.
Yani öğrencilerin hakları ve hukuku gasbediliyordu.
Dönemin Marmara Üniversitesi rektörümüz rahmetli Ömer Faruk Batırel Bey seçimle geldiği hâlde ve henüz görev süresi dolmamışken başörtüsü yasağını uygulamadığı için 1999 yılında görevinden ayrılmak zorunda bırakılmıştı.
YÖK Başkanı Gürüz ve dönemin rektörleri kimin emrindeydiler! Hepsi emir eri gibi hareket ediyor, öğrencilerin kazanılmış hak ve hukuklarını gasbediyorlardı.
Peki bugün hangi öğrencinin hangi hukuku gasbedilmiştir söyler misiniz?
Boğaziçi Üniversitesi’nde olan gösteri öğrencinin hangi hakkı içindir açıklar mısınız?
Öğrencinin rektör seçiminde ne dahli vardır. Öğrenciye sorulacak diye bir kayıt mı söz konusudur.
Bir öğrenci rektörle kaç defa karşı karşıya gelir ve ne ister?
Öğrencinin hiçbir hakkının olmadığı bir meselede, yanına gidip gösterilere katılacağını açıklamak ezikliktir!..
Evet burada gösteri tamamen organize bir hareketle başlatılmıştır.
Zaten orada ilk toplananların söylemleri bunun en açık göstergesidir.
Polise katil diye bağıracak ve saldıracaksın. Yakalananların bir bölümü terör örgütleri ile iltisaklı çıkacak. Buna rağmen “Efendim bunlar talebe değil ve en fazla yirmi otuz kişiler” diyerek geçiştiremezsin!
Bu takdirde onları polisin değil öğrencilerin dışarı çıkarması veya onlardan ayrılarak tepki koymaları gerekmez miydi?
Yine aynı öğrencilerin devrim marşları ve LGBTİ bayrakları neyin işareti olmaktadır?
Öğrenci kanunsuz ve hukuksuzluk yapınca mazur mu görülecektir?
Şunu da biliyorum ki binlerce Boğaziçi Üniversite öğrencisi bu hadisenin tarafı değildir.
Bunun yerine bu ezik yorumcular şöyle deseler yerinde olmaz mıydı?
“Öğrencinin hangi hakkı gasbedildi, gösteriniz. Bir öğrenci de olsa hakkını hep birlikte arayalım!”
Fakat kimse kusura bakmasın. Hukuksuz bir gösterinin yanında olmak haksızlıktır…
Bir profesörün acziyeti!
İddiaya bakınız: “Efendim bu rektör Boğaziçili değilmiş. Kayyummuş”
Tamamen sakil bir düşünce. Günümüzde kanuna uygun olarak rektörler, şartları haiz olarak müracaat eden profesör adayları arasından Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından atanmaktadır.
Üniversitelere gerek aynı gerekse farklı üniversitelerden adaylar başvurabilmektedir. Bunda herhangi bir uygunsuzluk yoktur.
Cumhurbaşkanı da bu adaylardan uygun gördüğünü tayin etmektedir.
Peki Boğaziçi Üniversitesi’ne tayin ettiği kişinin, kanunda oraya gelmesi hususunda bir sakınca var mıdır? Hayır.
Öyleyse maksat farklıdır.
Nitekim salı günkü gazetemizde Sayın Fatih Selek Bey Avrupa ve ABD üniversitelerinden sayısız benzer örnekler verdi. Bu örnekler elbette bendenize değildi. Kayyum diyenlere okkalı bir şamardı!
Ağzını her açtığında; “Efendim Avrupa, İngiltere ABD’den uygulama örnekleri göstermeye alışmış ezik aydınlar içindi.”
Peki onlar bununla tatmin mi olacaklardır. Elbette hayır.
Zira onların gerçekte tek karşı çıkış noktaları, atamayı Sayın Cumhurbaşkanımızın yapmış olmasıdır.
Yine anlı şanlı bir TV kanalında aynı konuda bir programı takip ediyordum. Bir profesörümüz hadiseleri sağduyulu bir şekilde özetlerken sunucu sanki gerçekmiş gibi, “ama efendim intihal” diye devreye giriyor. Profesör uzun uzun etik kurulundan intihalden bahsetmeye çalışıyor fakat o kadar zaman yok. Sözü hemen kesiliyor mesele de ortada kalıyor.
Cevabı verilmemiş gibi oluyor.
O profesör buna karşılık, “Hanımefendi intihal nedir?”, “Tayin edilen rektörün hangi makaleleri ve eserlerini biliyorsun?”, “Hangisinde ve neresinde intihal gördünüz?”, “Bununla ilgili ne yapmayı planlıyorsunuz?” deseydi ne cevap verirdi merak ediyorum.
Sosyal medyada duyduğu her iftiraya, mal bulmuş mağribi gibi atlamak da son zamanlarda yazılı ve görsel medyanın marifeti oldu.
Sayın Bulu’nun çıkmazı!
Öte yandan Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atanan Sayın Melih Bulu talebelerin içine girmek ve görüşmekle bazı faydalar sağladı. Zira bu söyleşiler sırasında öğrencilerin maksatlarının atama olmadığı net bir biçimde belli oldu.
Nitekim öğrencilerin, “Yüzde yüz başarılı olsan da seni istemiyoruz!.. Üniversitemizi dünya birincisi yapsan da sana karşıyız.” Hatta rektör konuşmaya ve anlaşamaya çalışırken, “Sus konuşma, dinlemeyin” haykırışları ve ifadeleri konunun ne olduğunu göstermeye kâfidir.
Buna karşılık rektörün öğrencilere şirin görünmek için kullandığı bazı ifadeler ise hiç de şık değildi.
Rektör Bulu kendini şu ifadelerle kabul ettirmeye çalıştı:
“Bir zamanlar ben de CHP’liydim…” “Metallica ve Guns N’Roses’ı severim…” “Rock ve metal dinlerim…” “Pandemi dönemi geçtiğinde üniversiteye hoparlörümü getirip heavy metal dinleyeceğim…”
Rektör muhtemelen oradaki öğrencilerin oyun ve eğlencelerine bakarak böyle söyledi ve kendini onlara ispatlama gayreti içerisine girdi ise bir şey yok denebilir. Onlarla birlikte saz çalıp oynayabilir. Fakat onların bu ifadeler üzerine gösterilerine son vereceklerini beklemek zor. Zira evvelce AK Parti’den aday olmuş olması ve kendisini tayin edenin Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey olduğu müddetçe onların bu tavrı değişmeyecektir.
Türkiye’deki bu hâl acımasız bir zihniyettir. En başarılı öğrencilerin girdiği üniversitenin gençleri olmak sonucu değiştirmemektedir. Ağzınızla kuş tutsanız dünyanın en büyük bilim adamı olsanız sonuç değişmez.
Tıpkı Özgür Özel’in, “18 senede yaptığınız tek doğru hareket İstanbul Sözleşmesini imzalamanızdır” demesi gibi. Zira tesirleri bakımından AK Parti’yi bitişe doğru götüren en büyük amil o sözleşmedir.
Rektör Bulu da şu hadiseyi bilmiş olsaydı, belki bu gereksiz kendini ispatlama savaşına girmezdi…
Evliyadan birisi, hanımının eziyetlerinden fazlasıyla bunalmış ve “şuna bir keramet göstereyim de bana olan bakışı biraz değişsin” demiş. Evin içerisinde uçmaya başlamış. Bunun üzerine hanımı; “Uç bakalım uç demiş. Uçmakla elimden kurtulacağını mı sanıyorsun!”
Sizin rock, heavy metal, metallica sevmeniz, bir zamanlar CHP’li olmanız onları açmaz Sayın Rektör! Ellerinden kurtulamazsınız.
Bana kalırsa dersleri yüz yüze yapma kararı alsanız daha güzel olur. Şu anda korona, Covid-19, pandemi bunlara tesir etmiyor. Bari derslere girsinler ve daha iyi yetişsinler. Sınıflardaki mesafe bunların bahçedeki mesafelerinden daha uygundur. Hoş, derslerini de siz vermeyeceksiniz. Çok sevdikleri ve rektör görmek istedikleri hocaları verecekler. Onlardan derslerini alsınlar bakalım. Bu vesile ile ilme olan tavırlarını da görmüş oluruz!
TEFEKKÜR
Bâtıl hemişe bâtıl ü bî-hûdedir velî
Müşkil budur ki sûret-i haktan zuhûr ede
Nef’î
(Yanlış her zaman yanlış ve yararsızdır ama,
Mesele, doğru kılığında ortaya çıkmasındadır.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
15.01.2021
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/617133.aspx