Türk tarihinin altın sayfaları ağustos ayında yazıldı. Türklere Anadolu’nun kapılarını açan Malazgirt Zaferi 26 Ağustos 1071 yılında kazanıldı. Bu aydaki en büyük zaferlerden biri de devrin iki büyük Türk İmparatorluğu ile iki büyük Türk hakanının karşı karşıya geldiği Otlukbeli Savaşı idi.
Aslında Osmanlıların Türk devletleri ile bir meselesi yoktu. Onlar devamlı Batı ile gaza hâlinde idiler. Fakat Akkoyunlu Uzun Hasan, uzun bir süredir yönünü Osmanlı ülkesine çevirmiş bulunuyordu. Bir taraftan Avrupa’daki müttefikleri ile irtibata geçerken diğer taraftan da Karaman meselesi ile ilgilenmeye başlamıştı.
Nitekim 1472’de otuz bin kişilik bir kuvveti Bektaşoğlu Ömer Bey komutasında Karaman ülkesine gönderdi. Amcazadesi Yusufca Mirza da bu kuvvetlerle beraberdi. Akkoyunlular, Amasya Sancak Beyi Şehzade Bayezid ile Tokat’ta oturan Rum Beylerbeyi Hamza Bey’e elçiler göndererek maksatlarının Dulkadirli Kılıçarslanoğlu’nu atasının yerine geçirmek olduğunu bildirmişlerdi. Bu itibarla Osmanlı sınır kuvvetleri gafil avlanmışlardı.
Sivas’tan itibaren yağma ve tecavüze başlayan Akkoyunlular bir sabah ansızın Tokat’a baskın verdiler. Şehir baştan başa yıkılarak tahrip olundu. Halka karşı pek merhametsizce davranmışlar ve karşı koyanı acımadan katletmişlerdi. Kaynaklarda bu mezalim şöyle nakledilmiştir:
“Nice zulüm ve zorbalıkla ol diyar reayasının ciğerin deldiler. Tokat şehrini ansızın basıp beldenin asil ailelerini parçalayıp, halkını kargaşa deryasında boğdular. Şehrin evleri genellikle kargir ve kerpiçten olmağın bunları edepsizce tutuşturup bir anda yaktılar. Beldenin zenginleri bunların sundukları kahır ateşiyle öyle düşkün bir hâle geldiler ki yatak yastık yerine taş ve toprakta yatmayı arzular oldular. Zulüm ateşiyle tutuşturdukları kitaplar ve belgeler ayrılık ateşiyle yananların gönülleri gibi alev alev yandı. Mescid ve medreseler de ateş almakla tutuşup nice mihrap ve minberden ne iz ne de nişan kaldı.”
Tokat’ın tahribi Fatih’i son derece üzmüş ve gadaplandırmıştı. O kızgınlıkla kışın yaklaşmakta olduğunu dahi hesaba katmadan acele bir kararla sefer hazırlıklarına başlanmasını emretti. Otağını da Üsküdar’a kurdurdu.
Ancak devlet adamları kış mevsiminin yaklaşmakta olduğunu bildirip güçlükle seferi bahara aldırdılar. Padişah bu fikri kabul etmiş fakat çadırını Üsküdar’dan geri getirtmemişti. Bu durum Padişah’ın her ne olursa olsun fikrinden geri dönmeyeceğinin göstergesiydi. Bu arada seferlerinde uyguladığı gizlilik prensibini de çiğneyerek Uzun Hasan’a şu mektubu gönderdi:
“Bundan önce annenin ricası ile pençe-i gazabımdan kurtulmuştun. Biz de seni ıslah olmuş ve semt-i salaha yönelmiş kabul ederek affetmiştik. Hâlbuki senin gibi bir zalimin benim zamanımda saltanat davasında bulunması haramdır. Senin saltanat sürmene bizim müsaade ve müsamahamız sebep oldu. Buna rağmen gururlanarak adaletli idarem altında rahat yaşayan Tokat’a askerlerini göndererek ahaliye zulmettiğin ve rezaletlere sebep olduğun malumumuzdur.
Onun için cezanı vermek üzere bu yılın baharında harekete karar verdik. Seni affetmek katiyen düşünülmemektedir. Bundan sonra elçimiz ok ve görüşme dilimiz kılıçtır. Sen vilayet yıkmayı padişahlık mı zannettin? Çekinmeden, korkmadan topraklarımıza tecavüz ettiğin için kılıcımız senin göğsünde kana bulunmalıdır. Hazırlıklarını yap, haber verilmedi deme. Zira ki vücud-ı habisin arza-i telefdür ve bu babda özür ve bahane bertaraftır”.
Otlukbeli Savaşı
Nihayet 11 Ağustos 1473 Çarşamba günü Fırat havzasını Çoruh Suyu membalarından ayıran ve Otlukbeli diye şöhret bulan mevkide iki büyük Türk ve Müslüman devleti amansız bir harbin eşiğinde idiler. Burası öyle bir yerdi ki bozulanın mahvolması mukadderdi.
Fatih Sultan Mehmed daha da tehlikeli bir vaziyete düşmemek için vadi içerisinde bulunan Davud Paşa komutasındaki öncü birliklerini derhâl harekete geçirdi. Davud Paşa Anadolu askeri ile süratle vadiden sırtlara doğru ilerledi ve Akkoyunlu Gavur İshak kuvvetlerinin aşağı inerek yolları bağlamalarına meydan bırakmadı. Otuz bin kadar kırmızı börklü Anadolu azab askeri Gavur İshak komutasındaki Akkoyunlu kuvvetlerinin taarruzlarına şiddetle karşı koymuştu.
Uzun Hasan ise ordusunun sağ kanadına komuta eden oğlu Kör Zeynel kuvvetlerini Davut Paşa üzerine harekete geçirdi. Şimdi düzlükte korkunç bir çarpışma başlamıştı. Zeynel Mirza’nın atlı birliklerinin şiddetle giriştiği ve çok kanlı bir şekilde cereyan eden taarruza karşı Anadolu askerleri büyük bir cesaret ve fedakârlıkla direndiler.
Davut Paşa’nın Akkoyunluları yeteri kadar oyalaması neticesinde düzlüğe ilk olarak Osmanlı sol cenah komutanı Şehzade Mustafa çıkmaya muvaffak oldu. Bu defa Şehzade Mustafa’nın emrindeki diğer Anadolu birlikleri Kör Zeynel’in üzerine yüklendiler. Bu durum üzerine Uzun Hasan tepelerden sel gibi Akkoyunlu birliklerini harekete geçirdi.
Osmanlı askerleri bir çığ gibi akıp gelen Akkoyunlu askerlerini görünce nasıl bir bela ile karşılaştıklarını anlamakta güçlük çekmediler. Etraf yerden kalkan tozdan dolayı görünmüyordu. O kadar insan ve at öldürülüyordu ki bunların kanları tepelerden dereye doğru sel gibi akıyordu. Birbirinin üstüne atılmış olan iki taraf firavunu gark eden deniz gibi gâh yumulup gâh açılıyordu.
Şehzade Bayezid emrindeki sağ kanat kuvvetleri de bu sırada düşmanın sol kanadına doğru ilerlemiş ve taarruza geçmişti. Bu kanatta Akkoyunlu komutanlarından Mehmed Bakır kuvvetleri bulunuyordu.
İşte tam bu sılalarda Fatih de maiyeti ile bir tepeye çıkmıştı. Yanında yirmi beş bin yeniçeri vardı. Muharebe meydanını kontrol ve harekâtın seyrini takip eden Fatih bir kısım birliklerini sol kola doğru kaydırdı.
Bu sırada Akkoyunlu sağ kanat komutanı Kör Zeynel’in askerleriyle şehzade Mustafa emrindeki Osmanlı sol kanat kuvvetleri arasındaki mücadele gittikçe kızışmıştı. Yaya olarak muharebe etmekte olan Osmanlı azapları Akkoyunlu süvarilerine karşı şiddetle direnmişlerdi.
Kör Zeynel maiyetiyle Şehzade Mustafa Çelebi’nin azab askerleri arasına girmiş şiddetli bir şekilde dövüşmekteydi. Muharebenin en kızgın bir anında Kılıççı Ahmed adında bir azab askeri Kör Zeynel’i atından aşağı yıkarak başını kesti. Bu hadise Osmanlı kuvvetlerinin savaş gayretini ne kadar artırdı ise karşı tarafın da maneviyatını o kadar sarstı.
Öte yandan şiddetli top ve tüfenk atışlarıyla desteklenen Şehzade Bayezid kolunda, Akkoyunlu birlikleri çabuk sarsılmış komutanları Mehmed Bakır tutsak edilerek sancağı ele geçirilmişti. Bayezid’in yanındaki birlikler şimdi Osmanlı merkez kolunu kontrol eden Uzun Hasan’ın diğer oğlu Uğurlu Mehmed üzerine yöneldiler. Uğurlu Mehmed bu durum karşısında daha gerilere çekilmek zorunda kaldı.
Uzun Hasan ise oğlu Zeynel’in öldürüldüğünü ve sağ cenahının bozulduğunu görmüştü. Büyük bir üzüntü içerisinde yanında bulunan Karamanoğlu Pir Ahmed’e dönerek:
“Karamanoğlu hanedanın harap olsun. Beni bir ciğerparemden ve bunca dilaverimden çıkarıp perişan olmama sebep oldun. Benim Osmanlı ile ne işim vardı” diye bağırmıştı.
Onların ululuğunu Hak diledi!
Savaşın sonucu belli oluyordu. Fatih’in sağ kanat geri bölgesinden ileriye kaydırdığı Mihaloğlu Ali Bey’in kuvvetleri Akkoyunlu Halil Bey’in birliklerini kısa sürede bozguna uğrattılar. Halil Bey çarpışmada maktul düştü. Sol kanatta ise diğer namlı akıncı komutanlarında İskender Bey de karşısındaki Akkoyunlu kuvvetlerini perişan ederken komutanları Hurşit Bey’i de esir almıştı.
Uzun Hasan böylesine kötüye giden durum karşısında başarı şansı kalmadığını artık anlamıştı. Akkoyunlu ordusu hemen hemen bütünüyle muharebeye girdiği ve çözülmeye başladığı hâlde karşısında henüz muharebeye katılmamış Osmanlının en seçkin merkez birlikleri duruyordu.
Bu itibarla ordusunu tamamen mahvolmaktan kurtarabilmenin kaygısına düşerek yenilgiyi kabul edip ricat emrini verdi.
Üç günlük yolu bir günde alan Uzun Hasan çoluk çoğunun bulunduğu karargâhına ulaşmış ve ailesini de yanına alarak Aladağ’a çekilmişti. Bir müddet burada gizlenen Uzun Hasan takipçilerin korkusundan emin olunca Tebriz yolunu tuttu.
Artık Akkoyunlu ordusunda umumi bir bozgunluk baş göstermişti. Savaş meydanı bir kovalamacaya dönüşmüştü. Akkoyunlular kaçıyor Osmanlılar ise yakaladıklarını öldürüyorlardı. Şayet Osmanlılar zafer sevinci ile yağmaya dalmasalar meydandaki Akkoyunlu askerlerinden belki de bir fert kurtulamayacaktı.
Uzun Hasan’ın sancağı, davulu, mehteri, cephanesi ve hazinesi Osmanlıların eline geçti. Elde edilen hazineler, kıymetli kitaplar ve kumaşlar sayısızdı.
Hoca Sadeddin Efendi bu başarı sebebiyle, Osmanlının hasımlarına nasihat edercesine şöyle seslenmiştir:
Âl-i Osman’a kim ki kılıç çeker
Gönül bağına mihnet dikenin eker
Onların ululuğunu Hak diledi
Din yolunda kılıçlarını biledi
Dilersen cihanda bulmak saygı huzur
Osmanoğlu’na mutluluk dilemekle olur.
TEFEKKÜR
Cefâsın çekmeyince dil-rübânun
Bilinmez kadri âlemde vefânun
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
18.08.2023
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/fatih-ve-uzun-hasan-639460
1 thought on “Fatih ve Uzun Hasan”