İngilizlerin tesirine girerek ve Ehl-i sünnet itikadından ayrılarak mezhepsiz bir yol izleyen Afgani, Abduh ve Reşit Rıza’nın İslam dünyasının parçalanmasında ve Sultan II. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilmesinde büyük rol oynadıklarını üç haftadır yazılarımızda ifade ettik. Okuyucularımdan, “II. Abdülhamid Han’ın yanında hiç mi âlimler yoktu? Şayet varsa biz neden bilmiyoruz” şeklinde epeyce sualler geldi.
Aslında Abdülhamid Han döneminde halifenin yanında ve destekçisi olarak pek çok âlim ve veli bulunuyordu. Bunlar halkı halifeye ve devlete bağlı tutuyorlardı. Bunların başında Seyyid Fehim Arvasi, Seyyid Muhammed Ebü’l Hüda Sayyadi, Şeyh Ebu’ş Şamat Efendi, Hasan Fehmi Efendi ve Yusuf Nebhani hazretleri geliyordu.
Bu âlim ve velilerin neden tanınmadığı meselesi ise Abdülhamid Han sonrası Osmanlı ve Türkiye’nin eğitimdeki durumu ile yakından alakalıdır. Zira II. Abdülhamid Han’ın saltanattan uzaklaştırılması ile birlikte mason olup İngilizlerle iş birliği içerisinde bulunan Afgani, Abduh, Reşit Rıza, Musa Bigiyef gibi reformist din adamları ve bunların çömezleri alana hâkim olmuşlardır.
Türkiye, Mısır, Suriye, Hindistan vesair Müslümanların yaşadığı bütün ülkelerde İngilizlerin tesiri ve gizlice kurdurduğu cemiyetler vasıtasıyla hep bu isimler parlatılmış ve gündemde tutulmuştur. Asırlardır Ehl-i sünnetin müdafii olan Türk halkı arasında bu reformistlerin revaç bulmaları kolay olmamış ise de, özel yetiştirilmiş bir kısım ilahiyat hocaları vasıtasıyla uzun yıllar içerisinde büyük ölçüde hedeflerine ulaşmışlardır. Bu arada gerçek İslam âlimleri ise nisyana terk edilmiştir.
Misal olarak en son hazırlanmış bulunan Diyanet İslam Ansiklopedisi’nde Abduh, Afgani ve Reşit Rıza’ya ayrılan sayfalar ile Seyyid Fehim Arvasi, Ebül Hüda Sayyadi, Şeyh Ebu’ş Şamat, Hasan Fehmi Efendi ve Yusuf Nebhani mukayeseli olarak değerlendirilirse ne dediğimiz anlaşılır.
Bu hafta padişahın yanında yer alan ve bu mason-mezhepsiz şarlatanlarla mücadele eden kıymetli din âlimlerinden Yusuf Nebhani’yi tanıtmaya ve büyük mücadelesine ışık tutmaya çalışacağım…
Yusuf Nebhani
1849 yılında Filistin’in Nablus bölgesindeki Hayfa şehri yakınlarında bulunan İczim köyünde doğdu. Benî Nebhan kabilesinden geldiği için Nebhânî nisbesiyle anıldı. İlk öğrenimini babasının yanında yaptı. On yedi yaşında iken Kahire’ye gitti. 1866-1872 seneleri arasında Kahire’deki meşhur Câmiü’l-Ezher Üniversitesi’nde yüksek din ilimlerini tahsil etti. 1874 senesinde kadı tayin edildi.
Şam’da kadılık yaparken 1888’de yeni kurulan Beyrut Yüksek Hukuk Mahkemesi Başkanı oldu. Bu görevinde iken Beyrut Valisi birtakım gerekçeler ileri sürerek Yusuf Nebhani hazretlerinin vazifeden alınmasını veya başka bir yere tayin edilmesi için padişaha teklifte bulundu.
II. Abdülhamid Han, Yusuf Nebhani hazretlerinin Beyrut’a yakın bir yere tayin ederek, vazifelendirme ile ilgili kararnâmeyi imzaladı. Padişah o gece Peygamber Efendimizi rüyasında gördü. Peygamber Efendimiz, II. Abdülhamid Han’a:
“Beyrut’ta bizi en çok seven Yusuf Nebhani idi. Bizim bu âşığımızın Beyrut’taki, asli vazifesinde kalması uygundur” buyurdu.
Bu güzel rüya üzerine sevinçle uyanan II. Abdülhamid Han sadakalar dağıttı. Ardından daha postaya verilmemiş olan kararnâmeyi iptal etti.
Yusuf Nebhani hazretleri II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Sultan II. Abdülhamid’le olan münasebeti dolayısıyla bu görevinden uzaklaştırıldı (1909). Bunun üzerine Medine’ye göç ederek bütün vaktini eser telifine ve talebe yetiştirmeye adadı. 1916’da Şerif Hüseyin hareketinin başlaması üzerine Medine’den ayrılıp kendi köyüne döndü. 1932 yılında ramazan ayında Beyrut’ta vefat etti.
Yusuf Nebhani hazretleri uzun yıllar kadılık vazifesinin yanında çok kıymetli eserler yazdı. Musul, Haleb, Diyarbakır, Şehrezûr, Bağdat, Samarra, Kudüs ve İstanbul gibi beldeleri gezdi. Gittiği yerlerdeki âlim ve velilerle sohbetlerde bulundu. Yine büyük veli Seyyid Fehim Arvasi hazretleri hacca giderken yolu üzerine çıkıp elini öpmüş, duasını almıştı. Sohbetlerinde bulunarak istifade etmişti.
Yusuf Nebhânî’nin yaşadığı dönem, İslam âleminin belki de görüp-geçirdiği en zor, maddi ve manevi tahribatın en fazla olduğu bir devirdi. Müslümanların asırlardır inandıkları ve uyguladıkları inançlarını ve ibadetlerini gömlek değiştirmeye davet edilir gibi değiştirmeye davet edildiği bir dönemdi! Maalesef bu davet ciddî ölçüde icabet görmüştü. Yusuf Nebhânî, ihanet ve gafletle dolu bu hazin manzarayı teessürle görmüş ve buna karşı kalemiyle muazzam bir mücadele vermişti.
Yusuf Nebhani ilim ve fazilette yüksek bir zât olduğu gibi, Osmanlıların İslamiyet’e yaptıkları hizmetleri de takdir etmekteydi. Dışarıda İngiliz, Yahudi ve masonların, içeride ise mezhepsiz reformist gürûhun kemirmeye çalıştıkları Osmanlı Devleti’nin ve Hilâfet-i İslamiyye’nin yılmaz müdâfii olmuştu. Bütün gücüyle Ehl-i sünnet dışı zararlı ve reformcu cereyanlarla mücadele etti.
Osmanlıya acımasız bir kin ve garaz içerisinde bulunan, o nazik ve tehlikeli devirde II. Abdülhamid Han’a “yaşayan en habis herif” diyen Abduh’un; Osmanlı idaresindeki Suriye’den İngiliz işgalindeki Mısır’a firar eden müctehid taslağı Reşid Rıza’nın hâlleri düşünülecek olursa, bu söylediklerimiz daha iyi anlaşılacaktır.
Hayrettin Karaman’ın “Gerçek İslam’da Birlik” kitabı içerisinde örnek gösterdiği Afgani, Abduh ve Reşit Rıza, İngiliz emellerinin tahakkukuna çalışırken, Nebhani ise, istikamet ve basireti; Peygamber Efendimize duyduğu derin aşkı ve bağlılığı; ilmi, ameli ve Sultan Abdülhamid Han’ın hizmetlerini takdir ederek yanında sapasağlam duruşuyla gerçek bir İslam âlimiydi.
Onlar sarayın fareleri gibi idiler!
Nebhani, yazdığı onlarca eseriyle bu mezhepsiz gürûhun üzerine âdeta yıldırımlar yağdırdı. Bu itibarla günümüzün mezhepsiz ve reformcuları kendisini hiç sevmediler. Onu ve eserlerini unutulmuşluğa terk ile akıllarınca hafif ve kıymetsiz göstermek istediler.
Böylesine kıymetli bir âlimin ve eserlerinin memleketimizde yeterince tanınmıyor olması, Müslümanlar açısından büyük bir kayıptır. İlahiyat fakültelerimizde mezhepsiz ve reformcu âlimlerin hakkında onlarca yüksek lisans ve doktora tezleri yaptırılırken bu büyük âlimin tanıtılmasının dahi yapılmaması düşündürücüdür. Aynı zamanda ilahiyat fakültelerine yıllardır ne tür âlimlerin hâkim olduklarının işaretidir.
Nebhani’nin, Afgani ve çömezleri hakkındaki şu muhteşem tespiti, reformistlerin onu görmemeleri, duymamaları ve tanıtmamaları için yeter sebeptir:
“Onlar ki, ictihad iddiasındadırlar. Yeryüzünde fesatla dolaşırlar; kendilerine ‘yeryüzünde fesat çıkarmayın’ dendiğinde de ‘bizler ancak ıslah ediciyiz derler. Haberiniz olsun ki, asıl bozguncular kendileridir, lâkin farkında değiller.”
Afgani hakkında yazdığı uzun bir şiirinde de onun dinde ve Müslümanlar arasında sebep olduğu fesada dikkat çekmiştir. Şöyle ki:
İsmi “Cemaleddin”dir ama yaptığı işler kötüdür
Tıpkı çöle ‘mefâze/kurtuluş’ dendiği gibi
Diyorlar ki; İşte bu en büyük ıslahatçıdır
Ki onun sayesinde dinin hükümleri asrımızda kolaylaşmıştır.
…..
Bu şeyh insanlara öyle bir mezhep kurmuştur ki,
Hükümleri kolaylaştırmada asrımıza uygundur
Neticede herkes bir mezhep sahibi olmuştur ki
Mezhebiyle ahkâmda hür bir müctehid hâline gelmişti.
O, bunların azgınlık tufanına bir tennur olmuştu
Fakat onlara su yerine kor fışkırdı.
…..
Cahillikleri sebebiyle Hazreti Muhammed’in dinini kısalttılar
On tane dinî hükmün birini bile bırakmadılar
Üstelik fesatlarıyla ıslahat yaptıklarını zannettiler
Ve sapıklıklarından birçok şeyi de o dine hamlettiler
Tıpkı bir sarayın fareleri gibi çabaları hep ifsat edici oldu.
…..
Bugün ictihad iddia eden Afgani ve Abduhlar,
İlim havuzunun dibinde kalmış, arkı bulandırmış çamurdur
Hazreti Muhammed’in dinini sonuçsuz kılmak için ictihad ettiler
Her ne kadar onlar dine yardım ettiklerini zannetseler de
İctihatlarıyla dinen sorumluluk olmadığı sonucuna vardılar
Sonuçta “ne emir var, ne de yasak” diyen İbahiyye fırkasına katıldılar.
TEFEKKÜR
Pişmişin hâlini anlayamaz ham
Kısa kesmek* gerek sözü vesselam
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
25.03.2018
Türkiye Gazetesi