İsrail bir yılı aşkın süredir Filistin’de kadın çocuk demeden katliam yapıyor. Müslümanların içi kan ağlıyor. Hiçbir şey yapamamanın ve katliamı dahi durduramamanın hüznü yürekleri dağlıyor.
Bir dönem Kırım’da böylesi katliamlar yaşanırken Şehzade Selim (III. Selim Han) kapalı tutulduğu Şimşirlik’te gözyaşlarını şu ifadelerle içine akıtıyordu:
Hele Osmanlıyı cenge salayım
O kâfir düşmana satır çalayım
Varup kâfirden intikam alayım
Gözüm açık kalsın mı böyle
Kırım küffârda kalsın mı söyle
Gerçekten Osmanlı padişahlarını tek kalemde yargılayıp kenara atarken onları gönül dünyalarına hiç bakmayız.
Gençlerimizin hatta idarecilerimizin onları hakkıyla tanımamaları gerçekten büyük kayıptır. Oysa tarihin bu sayfalarında nice dersler, ibretler vardır. Keza padişahların adaletleri, âlimlerle musahabeleri, şiirleri, nükteleri, hoşgörüleri elbette ki yetişen gençlerimize örnek olacaktır. Vatan ve millet sevdaları, dinî duyguları, cihad hisleri milletimizde de şuur uyandıracaktır.
III. Selim Han yirmi sekiz gibi genç denecek yaşta Osmanlı tahtına geçmişti (7 Nisan 1789). Zarif, ince ruhlu, şiire düşkün, yenilikçi, Batı’daki gelişmeleri takip eden, devletini yüceltmeyi kudretli kılmayı şiar edinen ve bunun için gece gündüz faaliyetlerde bulunan bir padişah idi.
Tebaasına karşı çok merhametli ve şefkatli olan sultan, yaradılışından halim, selim ve çok zeki idi. Çok yumuşak olup, kan dökmekten nefret ederdi. Milletini ve devletini kendisinden çok düşünürdü. Cömert olup, etrafındakilere hediye vermekten zevk duyardı.
Mustafa Necib Efendi, tarihinde onu şöyle anlatmaktadır:
“III. Selim Han güzel ahlak sâhibi, bilgili, nazik, samimi, zeki ve tedbirli, akıllı, doğru, dürüst, çalışkan, peygamber ahlaklı, cömert yaratılışlı ve bağış seven, ariflere ve faziletlilere ikram eden, yediren, içiren, ihsanda bulunan, benzeri olmayan bir padişahtı.”
Yabancı müşahitler de kendisini “zeki, faziletli, merhametli ve âdil bir hükümdar olarak” vasıflandırmıştır. Bazıları da, kendisinin sakin tabiatlı, sabırlı ve müteennî bir zât olduğunu, bununla beraber vakarlı ve azimli göründüğünü söylemektedirler.
III. Selim Han ihlaslı ve samimi idi. İkinci Rus harbi devam ederken, bütün sefer zamanlarında usulen olduğu üzere camilerde (Fetih suresi) okunuyordu. Bu vazifeye devam eden hocaların ücretlerinin verilmesine müsaade istenilerek yeni padişah olan Selim Han’a bir telhis takdim olunmuştu. Selim Han, bu telhisin kenarına şu satırları yazmıştır:
“Bilmem hulus ile mi kıraat olunmuyor, yoksa erbabına mı tesadüf olunmuyor ki bir semeresine şahit olunamıyor. Hoş imdi gene altı mah kıraat olunsun ve akçası darphaneden verilsin. Akça ile olan dua böyle olur…”
Son cümle hakikaten güzeldir ve padişah ihlasa, samimiyete dikkat çekmektedir.
Utanacakları işi yapmasınlar!
III. Selim Han sık sık lâtife yapar nüktedanlığı severdi. Yaptığı latifelerin tarihe mal olmuş fıkralar arasına girenlerden şu hikâye kayda değer:
“III. Selim, bir gün saltanat kayığı ile Kâğıthane deresinde dolaşırken birkaç rindin, köprü başında sofra kurarak, tatlı tatlı demlendikleri gözüne ilişti. Saltanat kayığının görünmesiyle ne yapacaklarını şaşıran adamcağızlar hemen işret tepsisinin üzerine bir örtü örttükten sonra hep birden namaza durdular. Muziplikten hoşlanan padişah önlerinden geçerken kayığını yavaşlattı. Eğilecek olsalar rakı kadehlerinin, sürahilerinin şangırtısı duyulacak, belki örtü açılıp her, şey meydana çıkacaktır. Bu sebeple dakikalarca ayakta durdular Hünkar kıs kıs gülerek yanındakilere:
‘Bu namazın, hiç rükûu, secdesi yok mu?’ diye sordu.
Nedimlerinden biri:
‘Efendim! Ne yapsınlar, dedi, mazurdurlar. Secde edecek olursa bir daha başlarını kaldıramayacaklarından korkuyorlar!’
Bu kadarcık muzipliği kâfi gören Sultan Selim ‘Utanacakları işi bir daha yapmasınlar!’ diyerek kendilerine biraz da akça gönderdi.”
Hayal mumu bir daha yanmadı!
Sabahtan akşama kadar teftişten teftişe koşan, devletin sıkıntılarını görüp çözüm bulmak için gece gündüz gayret eden padişah, bu enerjinin yorgunluğunu zaman zaman çeşitli eğlencelerle gidermek ve zihnini dinlendirmek istemekteydi. Bunlardan bir tanesi de Karagöz-Hacivat oyunları idi:
“III. Selim Han zamanında bir Hayalî Hafız varmış. Onun Karagöz oyunları o kadar güzel olurmuş ki, bunlar millî bir edebiyat eseri sayılırmış, bir gece sarayda padişahın huzurunda bir hayal oynatıyormuş. Oyunda Hacivat kölesini, ‘Selim’ diye çağırmış, III. Selim Han da derhal latife etmek için, bir nükte söyler gibi ‘ebbeyk’ yani ‘buyurun efendim’ diye cevap vermiş.
Hayalî Hafız yaptığı hatayı fark edince binbir cinas ve ima dolu oyun devam ediyormuş gibi, Hacivat kendisine hitab etmiş, ‘huzûr-ı şâhânede öyle bir sürç-i lisan ettim ki affı mümkün değil, artık bana hayal oynatmak gerekmez. Saadetli Pâdişâhım ruhsat buyururlar da tövbekâr olarak hacca gidersin, hadi yola düş demiş’ ve perdenin arkasındaki mumu söndürmüş. Huzurda seyredenler çok üzülmüşler. III. Selim Han:
‘Vallahi hiç kızmadım, latîfe yapmak ve senin bu güzel oyununa ben de katılmak için cevap verdim’ dediyse de Hayalî Hafız, Topkapı Sarayı’nda söndürdüğü hayal perdesinin mumunu bir daha hiç yakmamış.”
Daha nasıl bir keramet istersiniz?
Sultan III. Selim, Şeyh Galib’i çok severdi. Ekseriya, saraya davet eder, onunla şiir ve mûsikî sohbetleri yapardı. Hükümdar bu sohbetlerde tamamen merasim ve teklif, tekellüfü kaldırmıştı. Kendisi de Mevlevî olduğu için bir gün başını Şeyh Gâlib’in dizine koyarak görüşürlerken Selim Han:
“Şeyhim der, bana Hazret-i Mevlâna’nın bazı kerametlerini söyler misiniz?”
Şeyh Galib;
“Aman efendimiz” der, “bir iradesiyle orduları, donanmaları harekete getiren, üç kıtada yaptığı fütuhat ile muazzam bir ülkenin sâhibi bulunan sizin gibi bir hükümdarın benim gibi âciz bir dervişin dizine başını koyarak ona bu derece iltifat etmesi Hazret-i Mevlâna’nın en büyük kerameti değil midir? Daha nasıl bir keramet istiyorsunuz” diyerek cevap verir.
Padişahın gösterdiği bu dostça ilgi ve sevgiyi Gâlib, ona sunduğu bir kasidede; Hüseyin Baykara-Molla Cami ve Ali Şîr Nevâî münasebetleri anlamında ve daha yüksek düzeyde bir münasebet olduğunu ifade ediyor:
Hüseyn-i Baykara bahş etmemişti Monlâ Câmî’ye
Bana ol kâmı kim bu husrev-i sâhib-kıran verdi
Şeyh Gâlib’e Sultan III. Selim’in öyle bir ince iltifatı vardır ki, bu padişahın hüviyetini gösterir. Bu büyük şaire hediye vermek istediği zaman keseyi altınla, inciyle doldurarak, yahut listeler dolusu eşya vererek kendisinin vermek kudretini, karşısındakinin ise muhtaç olmak hususundaki aczini gösteren şeyler yapmazdı.
O, Şeyh Galib’e Hazreti Peygamber’den sonra en çok sevdiği Mevlâna’nın, Mevlâna’dan sonra en çok sevdiği Cevrî Dede’nin eliyle yazdığı Mesnevisini vermişti. Bu suretle bu padişah hediyesi maddî bir lütuf olmaktan çıkarak iki arkadaş arasında alınıp verilen manevî kıymetli bir hediye olmuştu.
Bu ince hediyenin heyecanı Şeyh Gâlib’in III. Selim’e yazdığı “verdi” redifli kasidesinin muhteşem beyitleriyle kemal noktasına çıkmıştır!
Bana Sultân Selîm-i kâm-ver kâm-ı cihân verdi
Bütün dünyâ değer bir genc-i hâs u râyegân verdi
Bundan ulu devlet olur mu?
III. Selim Han’ın dinî duyguları da pek yüksekti. Cenâb-ı Hazret-i Hakk’a bir münacatı şu şekildedir:
Hezârân hamd ola Mevlâya her ân
Pür etdi cümle mahlûku o Sübhân
O birdir hem dahi bâri Hudâdır
Yoluna cümle cânlar hep fedâdır
Eder bir anda cümle dehri yeksân
Bir anda hem garîk-i bahr-ı ihsân
Sığışmaz kudreti akl u gümâna
Nazar kıl sen de bir kez âsmâna
Azîmü’ş-şândır ol Rabb-ı Sübhân
Akıl ü fikri halkın cümle hayrân
Yaratmış sevgili fahr-ı cihânı
Anunçün halk edip kevn ü mekân
Şükr kim olmuşuz bân ile kulu
Olur mu hîç devlet bundan ulu
Bihamdi’llah Resûle olduk ümmet
Olur mu bundan özge bir inâyet
Yaratmış Hâlik ü Sübhân ü Hallâk
TEFEKKÜR
Ey dil bu gaflet tâ be key varma tegâfül semtine
Bil kıymetin erbâbının nâ-merd ile merdânı seç
III. Selim Han
(Ey gönül gaflet ve bilmezlikten gelme ne vakte kadar sürecek
Ehil kimselerin kıymetini bil, mert ile namerdi birbirinden ayır.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
15.11.2024
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/iii-selim-han-645773