Ecdadımız gençlerine dinini, imanını, mezhebini, ahlakını, milletini sevmeyi, gaza ve şehitlik arzusunu kazandırırdı. Nitekim şu beyitler ile başlayan kaside ilk mektepte gençlerin ruhuna kazınır ve ölünceye dek hafızasından silinmezdi:
Huda rabbim, nebim hakka Muhammeddir Resûlullah
Hem İslam dinidir dinim, kitabımdır kelâmullah
Akaidde Ehl-i sünnet oldu mezhebim hamdolsun
Amelde Ebu Hanife mezhebi mezhebim vallah
Dahi zürriyetim Âdem, Halil’in milletindenim
İbadet etmeğe kıblem ki oldu Kâbe beytullah
Gençler, değerlerini ve sevecekleri kişileri iyi bilirler ve ona göre severlerdi. Onların yaşayışları, ahlakları herkese örnek olurdu. Mezhebimin reisi İmâm-ı Âzam Ebû Hanife hazretleri diyenin elbette o yüce imamı tanıması ve bilmesi gerekir. Onu tanıdıkça Türk ve İslam düşmanlarının onlara duydukları husumetin sebepleri de çok iyi anlaşılacaktır.
Nitekim İmâm-ı Âzam hazretleri de bir sözünde; “İlmiyle amel eden ulemanın yaşantısının ve güzel ahvalinin nakledilmesi bana Fıkh’ın pek çok bahsinden daha sevimli gelir. Çünkü bu nakillerde onların adabı anlatılmaktadır” diyerek salih kimselere olan muhabbetini dile getirmiştir. “Salihlerin anıldığı yere rahmet iner” veciz ifadesinden hareketle, İmâm-ı Âzam hazretlerinin şahsiyetine dikkat çekmek, onun yaşantısından kitaplara yansıyan bazı yönlerini kıymetli okurlarımızla paylaşmak yerinde olacaktır.
Önde gelen talebelerinden Ebû Yusuf’un nakline göre Ebû Hanife, uzuna yakın bir boyda, açık esmer renginde, yüzü güzel ve yakışıklı idi. Bedeni zayıf ve ince olmasına rağmen görünüşü heybetli idi. Pahalı ve güzel elbise giyer, Allah’ın nimeti üzerinde görünürdü. Siyah renkli sarık giyerdi. Sakalı sünnete uygun, konuşması güzel, nağmesi tatlı idi. Güzel koku kullanmayı severdi.
İmam-ı Gazali hazretleri meşhur İhyâü Ulûmi’d-din isimli eserinde Ebû Hanife’nin Allah’ın veçhine talip, havf sahibi, zâhid ve âbid bir âlim olduğunu ifade etmektedir.
Kaynaklar incelendiğinde Ebû Hanife’nin manevî hayatını, İslam’ın şartlarına sıkı sıkıya bağlılığın ve yoğun bir ibadet yaşantısının kuşattığı görülecektir. Hafız ibn Recep (v.795/1393) “Letaif” isimli eserinde Selef-i salihinin ibadet ve taatlerinden bahsederken ilmiyle âmil olması bakımından İmam Ebû Hanife’den övgüyle söz eder. Çok namaz kılmasından ve kıyamda çokça ayakta durmasından dolayı kendisine “el-veted” ya da “vetedü’l-leyl” (gece direği) denmişti.
Süfyan-ı Sevri hazretleri (v.161/778), “Ebû Hanife insanların en çok namaz kılanı, eminlik bakımından en büyüğü, mürüvvet bakımından en güzelidir” demiştir. Pek çok kaynak Ebû Hanife’nin geceleri uyumadığı, ibadet, Kur’ân-ı kerim okumak, dua ve tazarru ile zamanı ihya ettiğini belirtmiştir.
Yatsı abdesti ile sabah namazı!
Hatib el-Bağdadi (v.463/1071) İmam-ı Âzam Ebû Hanife’nin kırk sene boyunca yatsı namazı ile sabah namazını bir abdestle kıldığını ifade etmektedir. Rivayet olunur ki Ebû Hanife, ilk zamanlar gecenin sadece yarısını ihyâ ederdi. Bir gün yolda giderken adamın biri arkadaşına Ebû Hanife’yi işaret ederek “Bu adam bütün geceyi ihya ediyor” der. Bu sözü işiten İmâm-ı Âzam hazretleri bundan sonra tüm geceyi ihya etmeye başladı. Bu konuyla ilgili olarak şöyle söylemişti: “Bende olmayan bir şeyle vasıflanmaktan Allah’tan hayâ ederim.”
Ebû Abdullah ez-Zehebî’nin (v.748/1348) beyanına göre geceleri uyumayan Ebû Hanife yaz mevsiminde öğle ile ikindi arasında kış mevsiminde ise gecenin ilk vaktinde kısa bir süre uyuyarak istirahat eder, böylece uyku ihtiyacını karşılardı.
Ebû Hanife içli, hassas bir gönül yapısına sahipti. Onun geceleri okumayı vird edindiği bazı âyetler vardı. “Daha doğrusu onlara vadedilen azap vakti o kıyamet saatidir. O saatin azabı daha belalı ve daha acıdır”, mealindeki Kamer suresi 46. âyet-i kerimesini sürekli okur ve tesirinde kalarak ağlardı. Yine Tekâsür ve Zilzal surelerini çok okur ve manalarını tefekkür ederdi.
İmam Şâfii’nin hocası Vekî’ b. el-Cerrâh (v.197/812) İmam Ebû Hanife’den daha güzel namaz kılan ve ondan daha fakih birini hiç görmedim, demiş, onun namazdaki huşuuna dikkat çekmiştir.
Meşhur muhaddis ve fakih Süfyan b. Uyeyne (v.198/814), “Bizim zamanımızda Mekke’ye Ebû Hanife’den daha fazla namaz kılan birisi gelmemiştir!” demiştir.
İmam-ı Âzam hazretlerinin virdi hep Kur’ân-ı kerim okumak olmuştur. O, ilk eğitimine küçük yaşta Kur’ân-ı kerimi ezberlemekle başlamıştı. Oğlu Hammad’ın da küçük yaşta iken Kur’ân-ı kerim öğrenmesini teşvik etmiş ve ona bu konuda bir hoca tutmuştur. Oğlu Kur’ân-ı kerim harflerini öğrenip Fatiha suresini güzel bir şekilde okuduğunda hocaya beş yüz dirhem vermiştir. Bu onun ne kadar cömert ve ne kadar Kur’ân-ı kerim eğitimini önemsediğini göstermektedir.
İmam-ı Âzam hazretleri, ramazan ayı dışında her gün bir hatim yaparken, ramazan ayında gündüz ve gece olmak üzere birer hatimden günde iki hatim yapardı. Bu sebeple ramazan ayında yaptığı hatim sayısı altmışı bulurdu.
Bazı kaynaklarda Ebû Hanife’nin her gece iki rekâtta, diğer bazı kaynaklarda ise bir rekâtta Kur’ân’ı hatmettiğini dair rivayetler bulunmaktadır. Suyûtî’nin (v.911/1505) eserine kaydettiğine göre ümmet içerisinde Kur’ân’ı bir rekâtta hatmeden dört şahıs bulunmaktadır: Bunlar Osman b. Affan (v.35/656), Temîm ed-Dârî (ö. 40/661), Saîd b. Cübeyr (v.94/713) ve Ebû Hanife’dir.
Ebû Hanife’nin vefat ettiğinde okuduğu hatim sayısı yedi bine ulaşmıştır. Bu sayı Ebû Hanife’nin ne denli Kur’ân’la içli dışlı olduğunu göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Her nimet Allahü teâlâdandır!
Kaynaklarda beyan edildiğine göre İmam-ı Âzam Ebû Hanife’nin bir günü şu şekilde geçiyordu: O, sabah namazından sonra ilim müzakerelerine başlıyor ve bu müzakereleri ikindi namazına kadar devam ediyordu. İkindiden akşama kadar oturur, ihtiyaçlarını görür ve istirahat ederdi. Akşam namazından yatsı namazına kadar tekrar ilim müzakerelerini devam ettirirdi. Yatsı namazını kıldıktan sonra evine çekilir, insanlar sükûnete erip uyuduklarında mescide gelir, bütün gece burada namaz kılardı. İnsanlar gece uykularından uyanmaya başladıklarında evine tekrar döner ve daha sonra sabah namazını kılmak için yine mescide gelirdi.
Oruç konusunda da hassastı. Mümkün mertebe her gün oruçlu olurdu. Öğrencilerine de ramazan ayı dışında her ayın belirli günlerinde oruç tutmayı âdet edinmelerini tavsiye ederdi…
Hac ibadeti konusunda da bereketli bir ibadet hayatı geçirmiştir. İlk haccını on altı yaşına geldiğinde babası ile birlikte yapmıştı. Bu yaştan ömrünün sonuna kadar hiç aksatmadan elli beş defa hac ibadetini ifa etmiştir.
Ticaret ederek helal kazanırdı. Başka yerlere mal gönderir, kazancı ile fakir talebelerinin ihtiyaçlarını alırdı. O, ailesine harcadığının bir mislini de ihtiyaç sahiplerine sadaka olarak dağıtırdı. Ayrıca her cuma günü, anasının, babasının ruhu için, fakirlere yirmi altın vermeyi âdet edinmişti.
İhsan ettiği şeyler mukabilinde hiçbir karşılık beklemezdi. Kendisine teşekkür edildiğinde mahzun olur ve şöyle buyururdu:
“Teşekkür Cenab-ı Hakk’a mahsustur. Bu nimeti sana sevk eden ancak Allah’tır…”
Vera ve takva sahibi idi. Ortaklarından birinin, bir miktar malı İslamiyet’e uygun olmayarak sattığını anlayınca, bu maldan kazanılan doksan bin akçenin hepsini fakirlere dağıtıp, hiç kabul etmemiştir.
Bir defasında Kufe şehrinin köylerini haydutlar basıp, koyunları kaçırmışlardı. Bu çalınan koyunlar şehirde kesilip, halka satılabilir düşüncesi ile o günden sonra, -yedi sene- Kufe’de koyun eti alıp yemedi. Çünkü bir koyunun, en çok yedi yıl yaşayacağını öğrenmişti. Haramdan bu derece korkar, her hareketinde İslamiyet’i gözetirdi.
İmam-ı Âzam hazretleri ilme büyük değer verirdi. Abdullah bin Mübarek bir değerlendirmesinde şöyle demektedir:
“Ebû Hanife’nin meclisinden daha vakarlı bir toplantı görmedim. Onun bulunduğu toplantı fukaha meclisini andırıyordu.”
Yine Abdullah bin Mübarek’in naklettiğine göre, İmam-ı Âzam hazretlerine “En faziletli amel hangisidir?” diye soruldu. O, “İlim öğrenmek” dedi. “Sonra hangisidir?” diye sordular. “Senin yaparken en çok zorlandığın ameldir!” diye cevapladı. Bu sözleriyle topluma önderlik yapan özellikle ilim sahiplerinin, ibadetlerde ve amellerde mümkün olduğu kadar azimetle amel etmesi gerektiğini ima ediyordu…
Anlatıldığına göre, İmam Ebû Hanife, bir defasında pazardan geçerken çok az bir çamur elbisesine bulaştı. Gidip, Dicle Nehri’nin kıyısında yıkadı. Kendisine “Ya İmam, sen, belli bir miktarda elbise üzerinde bulunan necasetle bile namaz kılınabilir, diye fetva veriyordun, öyleyse bu kadarcık çamuru niçin yıkıyorsun?” dediler. O da şöyle cevap verdi: “Evet, öyle ama o fetvadır, bu ise takva!”
İmam-ı Ahmed b. Hanbel (v.241/855)’in yanında birisi “Eh, Ebû Hanife’nin de ilimde şöyle veya böyle bir yeri var!” şeklinde konuşmuştu. İmam-ı Ahmed bin Hanbel adamı azarlarcasına şöyle dedi: “Sübhanallah! Bu nasıl söz? İlim, vera, zühd ve ahireti dünyaya tercihte onun mevkiine yetişen kimse olmamıştır.”
İnşallah haftaya devam edeceğiz…
TEFEKKÜR
Tefekkür eyle şânında İmâm’ı
Ne resme ehl-i Hak’dır gör hümâmı
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
04.11.2022
Türkiye Gazetesi
Teşekkürler hocam ?