2010 yılında talebelerime bir söz söylemiştim:
“Evladım asker darbe yapsa iki veya üç sene sonra yerini sivil siyasete bırakır ve kışlasına çekilir. Fakat bu defa gelenler 100 sene bırakmazlar. Dikkatli olunuz!..”
Evet, 2010 yılında bu sözü bana söyleten ne idi? FETÖ artık devletin her kademesine sızmış bulunuyordu. Sadece devlet mi, hayır! Neredeyse bütün siyasi partiler, Sivil Toplum Kuruluşları hülasa nerede bir oluşum varsa içlerinde FETÖ vardı.
FETÖ’nün kendisi de görünürde bir “cemaat”ti. Cemaatin bütün oluşumlara, gruplara sızması insanlarla ilgilenmesi normal karşılanıyordu. Her seviyede okulları, yurtları, talebe evleri, dershaneleri, bankası, gazeteleri, TV’leri, dergileri ile bu işleri kolaylıkla başarıyordu.
Cemaatin arka planına vâkıf olanlar için ise FETÖ denilen örgüt bir maşadan ibaretti. Gerisinde ABD, Avrupa, Kilise ve bir anlamda İslam’ı yok etmeye azmetmiş bütün şer güçler yer alıyordu… Bütün bu güçler CIA’in organizatörlüğünde sistemli bir şekilde yönlendiriliyor, faaliyetler akıl almaz bir şekilde yürütülüyordu.
İnsanların bunu görmesi tek bir devlete bakması kâfi idi: Rusya…
Rusya neden FETÖ okullarına geçit vermiyordu? İşte bunu gören FETÖ’nün gerisindeki o devasa gücü görüyor maksadı seziyordu.
Diğer taraftan FETÖ’nün dinî bir cemaat yapısı olmadığını en iyi bu milletin görmesi ve anlaması lazımdı.
Dünyada hiçbir okulunda mescit bulunmayan;
Gençlere bir yerlere gelmesi veya sızması için bütün haramları mübah kılan;
Dinler arası diyalog uğruna Peygamber efendimizi yok sayan;
Yahudi, Hıristiyan, Zerdüşt vb. bütün din mensuplarını cennetlik yapan bir grubun anlaşılmaması mümkün değildi. Ancak ne acıdır ki Diyanet’in o dönemde hiç ses çıkarmaması milleti de sessiz bir yığın hâline getirmişti.
Ergenekon davası sonucu askerin de etkisiz kılınması ile birlikte kendilerini tek güç gördüler… Bu güç onları gururun zirvesine taşıdı. Kendilerinden olmayanlara akıl almaz kumpaslar kurmaya başladılar. Ah aldılar. On yıldır milletin gözdesi olmuş bir Başbakanı neredeyse sinek kadar güçlü görmediler. İstedikleri an ezeceklerini sandılar.
Arkalarındaki devasa güç sayesinde her istedikleri şeye kavuşacaklarını düşünüyorlardı.
Nitekim Başbakanı birtakım komplolarla alaşağı edemeyince nihai işgal girişimini başlattılar.
Aslında bu istek muhtemelen dışarının arzusuydu. Onlar güçlü bir Türkiye istemiyorlardı. Bu sayede ülkede iç karışıklık çıkartacak ve muhtemelen bir Suriye hadisesini Türkiye’de yaşatacaklardı.
Ancak milletin hükûmeti ile kararlı ve şanlı direnişi onlara bu fırsatı tanımadı. Kırk yıllık planları suya düştü. Milletin iki ay boyunca meydanlarda tuttuğu nöbet tarihe geçti.
Öte yandan her işgalde veya darbede Batılıların birilerine yol açtıkları rol biçtikleri ve birtakım vaatlerde bulundukları inkâr edilemez bir gerçektir.
Bunun için son yüz elli yıllık tarihi gözden geçirmek yeterlidir.
Abdülaziz Han ve Abdülhamid Han başta olmak üzere Menderes; Demirel ve Erbakan darbelerinde Batı’nın darbecileri nasıl alkışladığı ve sahip çıktığı bellidir…
Keza bugün Mısır’daki durum meydandadır.
Elbette 15 Temmuz darbesinde de geri planda birilerine çeşitli vaatler verilmişti. İştahları kabartılmıştı.
Onlar bu iştahla memlekette söz sahibi olacaklarına inanıyorlardı.
Bekledikleri olmayınca bir müddet 15 Temmuz’un kanlı ve çirkin yüzünü görerek sessiz kaldılar.
Sonra zamanla çeşitli argümanlar geliştirmeye başladılar.
Bunlardan en hayâsızca olanı “Kontrollü darbe” söylemiydi!
Sanki hükûmet kendisi için kontrollü bir darbe planlamıştı. Buna onlar imkân tanımıştı.
Şehitlere, gazilere ve millete bundan daha büyük bir iftira olamazdı.
Birincisi kontrollü darbeyi yapanlar ancak kendi yandaşları ile icra edebilir. Öyleyse FETÖ’cüler bu işin yandaşıdır. O takdirde işgal girişimini kontrollü darbe diye hafife alanlar FETÖ’cülere neden sahip çıkmaktadır?
Anlayın artık!
2010 yılından 2016 yılına kadar devam eden amansız savaş, kontrollü darbenin bir parçası mıydı? Şayet öyle ise neden bütün bunlara bugün kontrollü kelimesini kullananlar hükûmetin karşısında olarak taraf olmuşlardı. Onlara ait, gazetelerin, TV’lerin dershanelerin kapatılmasında yanlarında durmuşlardı.
Gezi olaylarında yabancı basının tavrı ne idi?
Şike davasından 17-25 Aralık hadiselerine kadar Batı’nın tavrı, “Arap Baharı” denilerek İslam dünyasının tarumar edilmesi hep kontrollü işler miydi?
Evet, FETÖ’nün gerisindeki asıl gücü görmek gerek!
Ne hazindir ki 15 Temmuz’dan sonra yaşanan Sur savaşları, Türk ordusunun Suriye’deki üst üste tarihî harekâtları, Libya ve Doğu Akdeniz harekâtları, istihbarat savaşları, ekonomik ablukaları görmeyenler işgal girişiminin hiçbir safhasına vâkıf olamadılar!..
Aslında bir kontrol aranıyorsa birkaç soru ile bu muamma çözülür!
Birincisi darbecilerin kimin kontrolünde olduğuna bakmak yeterlidir.
FETÖ elebaşı nerededir ve kim tarafından korunmaktadır? Bu sualin cevabını verdiğinizde darbe kontrolünün kimde olduğu görülür.
İkincisi ise darbe başarılı olsa kimin işine yarayacaktı? ABD ve Avrupa darbeyi nasıl okuyacaktı?
Türkiye’nin mahvolmasına kimler sevinecekti?.. Evet, bütün bu suallere verilecek cevaplar darbecileri kimin kontrol ettiğinin açıklamasıdır. Fakat düşünemedikleri ve hiç akıllarına getirmedikleri bir hadise kontrolü kaçırmalarını sağladı. Onlar, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetlerine karşı tertipledikleri hiçbir darbede milletin sokağa çıktığını görmemişlerdi. Bu kez de çıkacağına karşı yüzde bir dahi ihtimal vermemişlerdi.
Fakat bu kez beklemedikleri bir hadise vuku buldu! Millet kahir ekseriyetiyle ülkesinin geleceğine sahip çıktı…
Vatanına, bayrağına, dinine, imanına karşı girişilen bu büyük işgale akıl almaz bir biçimde direndi. Üzerlerine otomatik silahlarla ateş açılıp, kolu, bacağı, kafası parçalanan vatandaşları görürken bir adım geri çekilmeyi düşünmedi.
Tankları durdurmayı başardı.
Neticede işgal girişiminin önlenmesi Cumhurbaşkanı’mızın dünyada itibarının artması manasına geliyordu. İşte kontrolü elde tutanların kabullenemedikleri nokta burası idi…
Bundan sonra FETÖ’yü aklayabilmek ve FETÖ davalarını sulandırabilmek için akıl almaz senaryolar kurdular. Argümanlar geliştirdiler. Nitekim o gece bir tek sivil halkın elinde silah görünmediği hâlde işgalin beşinci senesinde “binlerce silah dağıtıldı” yalanını uydurdular!
FETÖ fikirleri ve sinsi uygulamaları anlaşılmadan onunla mücadele zordur.
Nitekim son olarak TRT’de yayımlanan Mahrem adlı belgeselde güya FETÖ’nün içyüzü ortaya konulacaktı. Bu dizinin daha başında kırk yıldır gençlerimizi FETÖ’ye karşı uyaran İhlas’ın eserlerinin gösterilmesi hangi mantığın ürünüydü? Bu gösteri ile hangi mesaj verilmek isteniyordu? TRT gibi bir kurumda bunun tesadüf olması mümkün müydü?..
Evet, maksat; FETÖ ile mücadele edenleri bitirmektir, etkisizleştirmektir.
Anlayın artık!
TEFEKKÜR
Yürüse fitne ola dursa kıyâmet kopara
Söylese sihr ede baksa komaya tende mecâl
Lâmiî
(Yürüse fitne çıkarır, dursa kıyamet koparır,
Konuşsa büyüler, baksa tende mecal bırakmaz.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
16.07.2021
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/619777.aspx