Abdürrahim Karakoç Bey; “Ellerin iline bahar gelirken/Bizim ile kar geliyor kardaşım” diyerek yakınıyordu.
Peki, İslam ülkelerini on yıldır kan ve gözyaşına boğanların bu hadisenin başlangıcını bahar diye sunabilmelerini nasıl yorumlayacağız? Bu da mı en büyük algı operasyonuydu? Yoksa uyutma terapisi miydi?
Yüz yıl önce çizilen haritaların sonu gelmiş, yeni bir yüzyılın planlaması mı yapılıyordu? Görülmemiş katliamlara sahne olacak bu planın başlangıcı bahar diye verilebilmişti. Yüzyıl önceki plan, nasıl ki yaklaşık yirmi yılda yerleştirildi ise bu da kısa olmayacak. İşte Kaddafi hadiselerinden sonra Libya, yeniden ateş topu içerisinde kaldı.
Tarihi bilmemek ondan ders ve ibret alamamak ne kadar kötü. Devletler için tarihte yüz sene, üç yüz sene, beş yüz sene o kadar kısa anlar ki. Bugün bir kısım devlet adamlarımız, “Libya’da ne işimiz var” diyorlar. Bunların zihniyetindekiler yüz sene önce de, “Rumeli’de ne işimiz var”, “Yemen’de ne işimiz var” diyorlardı. Sonunda Anadolu’da hapsoldular.
Aynı zihniyet erbabı yarın dara düştüğünde “Güneydoğu’da ne işimiz var? Karadeniz’de ne yapalım? Ege bizim mi?” sözlerini söylemekte beis görmezler. Galiba onlar için tek teselli, rakısını yudumlayabileceği sıcak bir mekân bulabilmektir!..
Oysa Osmanlı öyle söylemiyordu. İşte Libya 500 sene öncesinde de Osmanlı yardımını talep ediyordu…
Önce Libya (Osmanlı döneminde Trablusgarp) tarihi hakkında kısa bir bilgi verelim.
Trablusgarp, Hazreti Ömer döneminde Mısır fâtihi Amr bin As tarafından hicretin 22. yılında (643) bir aylık kuşatmanın ardından fethedilerek İslam idaresi altına girmiştir. Bundan sonra sırasıyla Emeviler, Abbasiler, Ağlebiler, Fâtımîler idaresinde kaldı. Tam manasıyla İslamlaştı. 1146’da Sicilya’dan gelen Normanlar’ın eline geçtiyse de on iki yıl sonra halk Normanlar’ı şehirden attı. Bundan sonra Müslüman Muvahhidîler, Eyyubîler ve ardından Hafsîler idaresi altına girdi.
1510 yılında Trablusgarp, İspanyollar tarafından işgal edildiğinde halkı büyük katliama tâbi tutuldu. Katliamdan kurtulabilen Müslümanlar, doğudaki Tacura şehrine sığındılar.
Derhal İstanbul’a bir heyet yollayan Trablusgarp halkı, İspanyol istilâsına karşı yardım talebinde bulundu (1519). Elçilik heyeti geldiğinde Yavuz Sultan Selim Han vefat etmiş ve yerine oğlu Kanuni Sultan Süleyman tahta çıkmıştı. Pîrî Reis’in, “Trablus halkı devletlü hünkâra bir kâğıt gönderip bir sancak beyi isterler” şeklindeki kaydı yardım isteğinin yerli Müslüman halktan geldiğini gösteriyordu.
Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle Harem ağalarından Hadım Murad Ağa bir filo ve bir miktar askerle Libya’ya geçerek Tacura’ya yerleşti. İspanyollar ise Osmanlılar Rodos’u fethettiklerinde (1522) bölgeyi güçlendirmek için Saint Jean Şövalyelerini Trablusgarp’a yerleştirdiler. Buna rağmen Tacura’daki güçlü Türk birliği sebebiyle Trablus’un ülkenin iç kesimiyle ilişkisi azaldı.
Trablus şehri ise, Osmanlıların Batı Akdeniz’de ağırlıklarını iyice hissettirdikleri bir dönemde Kaptanıderyâ Sinan Paşa kumandasındaki donanma ve Turgut Reis’in de katkılarıyla 15 Ağustos 1551’de fethedildi. İlk valiliğine Murad Ağa tayin edildi. 1556’da ise Turgut Reis bizzat Kanuni Sultan Süleyman ile görüşerek Beylerbeyilik unvanıyla buraya geldi.
Turgut Reis’in dokuz yıllık valiliği Trablusgarp tarihinde her bakımdan çok önemli bir yer tutar. Fizan’a kadar bugünkü Libya Devleti’nin tamamına yakınını Osmanlı topraklarına Murad Ağa dâhil ettiyse de kabileleri Turgut Reis devlete tâbi kıldı. Libya’yı dinî ve kültürel eserlerle donattı. 1565’te Malta’da şehit düşen bu büyük Türk amirali vasiyeti üzerine Trablus’ta defnedilmişti…
II.Abdülhamid Han ve Libya
Trablusgarp eyalet hâline getirildikten sonra uzun süre merkezden tayin edilen Beylerbeyi unvanlı valilerce idare edildi.18. asrın başlarında ise burada görev yapan Yeniçerilerin oluşturduğu Kuloğulları tarafından idare olunmaya başlandı. Bir müddet de Karaman ailesi tarafından idare olunan Trablusgarp’ın Osmanlı merkezî yönetimi ile idarî bağları zayıflamaya başlamıştı.
1830 yılında Cezayir’in Fransa tarafından işgal edilmesinin ardından benzerî bir durumun Trablusgarp için de olabileceği korkusu ile Osmanlı yönetimi harekete geçmiş ve Trablusgarp’a kuvvet göndererek tekrar merkezî idare altına almıştır. Böylece Trablusgarp valileri eskiden olduğu gibi doğrudan İstanbul’dan atanmaya başlandı. Bu valiler Trablusgarp üzerinden Afrika içlerine doğru Osmanlı hâkimiyetinin genişlemesi için ciddi bir çaba içerisine girmişlerdir. Zira bu dönem bilhassa İngilizler ile Fransızların Afrika’yı sömürge yaptıkları bir devirdi.
Mithat Paşa ve ekibinin II. Abdülhamid Han’ı mecbur bıraktıkları 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı, büyük bir hezimetle noktalanmıştı. Bunun neticesinde Tunus, Fransa tarafından işgal edilince, İtalyanlar da Trablusgarp’ı ele geçirmek için fırsat kollamaya başlamışlardı.
II. Abdülhamid Han, İtalyan devlet adamlarının teşebbüslerini dikkatle takip etmekteydi. Birtakım diplomatik faaliyetlerin ötesinde askerî tedbirleri de almakta gecikmedi. İlk olarak on bin civarındaki asker mevcudunu yirmi bine çıkardı. Bu arada Kuloğulları teşkilatını yeniden düzenleterek ihtiyaç hâlinde 40-50 bin kişilik kuvvet çıkarabilecek hâle getirdi. Bölgeye daima müşir rütbesindeki tecrübeli valileri göndermekteydi.
Yine bölgede nüfuzu çok yüksek olan Senusîlerle yakın irtibat kurarak onları devlete bağlı hâle getirdi. Kendilerine top, silah ve cephane gönderdi. Padişah bilhassa Fransızlara karşı büyük bir mücadele veren Seyyid Ahmed Şerif’e el altından oldukça fazla destek sağlamaktaydı.
Böylece Trablusgarb’ı İslam’ın en güçlü sedlerinden biri kılmıştı…
Gaflet ile ülke ayakta durmaz!
II. Abdülhamid Han’ın idareden el çekmesi ile birlikte İttihat ve Terakkiliderleri kendilerine yakın isimleri idarenin başına getirmeye başlamışlardı. Hüseyin Hilmi Paşa’nın yerine sadrazamlığa, İttihat ve Terakki Fırkasının gözdesi Roma eski elçisi İbrahim Hakkı Paşagetirildi. İbrahim Hakkı Paşa’nın İtalya’yı çok iyi tanıyor olmasından dolayı güya daha iyi tedbirler alabileceği tahmin ediliyordu. Oysa onun gelir gelmez başlattığı uygulamalar bu işin gerisinde başka ellerin varlığını ortaya koyacaktı.
Nitekim Hakkı Paşa sadarete gelir gelmez, II. Abdülhamid Han’ın Trablusgarp için aldığı bütün tedbirler ortadan kaldırılmaya başlamıştı. Sanki bir el Trablusgarp’ı İtalya’ya peşkeş çekmek için hazırlıyordu.
İtalyanlara karşı en zinde ve vurucu güç olarak hazırlanan Kuloğulları teşkilatı kapatıldı.
İtalyanların teşebbüsleri belli iken işgalden birkaç ay önce bölgede bulunan askerlerin büyük bir kısmı Yemen isyanları bahane edilerek o bölgeye kaydırıldı (12 Eylül 1909).
İtalya’ya Trablusgarp vilayetinde yeni bir liman yapımı imtiyazı tanındı.
II. Abdülhamid Han döneminde bölgedeki yerel güçler için tahsis edilen silahlar yeni modelleri ile değiştirilmek bahanesiyle toplanıp merkeze gönderildi. Oysa gelmesi beklenen modern silahlar bir türlü gelmeyecekti. Böylece bölge halkı kurdun karşısında kuzuya dönmüştü.
Öte yandan II. Abdülhamid Han devri ve öncesinde bölgede görevli subaylar genellikle yerel dilleri ve bölge coğrafyasını çok iyi bilen kişilerden seçiliyordu. II. Meşrutiyet ile birlikte Türkçe’nin dışında dil bilmeyen ve bölge coğrafyasına hiç hâkim olmayan kişiler görevlendirilmeye başlandı. İttihatçılar sadece Türkçe konuşmakla bölgeyi kurtaracaklarını sanıyorlardı.
15 Mayıs 1910 tarihinde ilgili birimlere gönderilen bir talimatta, Osmanlı sahillerini gezecek olan İtalyan Deniz Filosuna bu gezilerinde kolaylık gösterilmesi isteniyordu. Hâlbuki İtalyan Deniz Filosunun bu gezisi, kısa süre sonra saldırıya geçecekleri Osmanlı sahillerine yönelik bir keşif hareketi idi…
Nihayet son olarak İtalyanların arzusu üzerine Trablusgarp’ın güçlü ve tecrübeli valisi İbrahim Paşa görevinden azledildi (Ağustos 1911). Yerine atanan Bekir Sami Bey’in ise Trablusgarp’a gitmek için hiç acelesi yoktu. O kadar ağırdan alıyordu ki İtalyanlar Trablusgarp’ı işgale başladığında o hâlâ İstanbul’da bulunuyordu.
Böylece İtalyan saldırısı öncesi İttihat ve Terakki Hükûmeti Trablusgarp’ı valisiz, kumandansız, büyük ölçüde askersiz ve silahsız bırakmış bulunuyordu.
Bir anlamda II. Abdülhamid Han’ın gidişiyle devlete hâkim olanlar, ilk olarak 360 yıllık Türk yurdu Trablusgarp’ı işgale açık hâle getirerek İtalyanlara buyurun alın diyordu!
Çok değil iki yıl önce, “İngiliz ve Ruslar Reval’de toplandılar Osmanlı’yı paylaşıyorlar” diyerek yaygara koparan ve padişahlarını tahtından indiren İttihatçıların kahraman(!) liderleri ortada yoktu. Arslanlar neden kediye dönmüştü? Turgut Reis’in emanetinin onlar nazarında hiç mi bir değeri yoktu?
En mühim işi akşam Beyoğlu’nda tiyatrolara ve münasebetsiz eğlence yerlerine gitmek, meşhur Lebon Pastanesi’nde ya da başka bir yerde oturup içki içmek ve briç oynamak olan İttihatçı Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa ve avanesinden Libya’ya değer vermelerini beklemek de aslında hayalperestlik olurdu.
Nitekim Osmanlı Devleti’ne, Trablusgarp’a çıkarma yapacaklarını duyuran İtalyan notası verildiğinde sadrazamın içinde bulunduğu durum vaki hâli göstermeye yetiyordu. Şöyle ki:
“İtalyan ültimatomuna dair Roma sefaretinden gelen telgraf sadrazama, jandarma tensikatı için Türkiye hizmetine alınmış olan İtalyan generalinin evinde briç oynarken verilmişti. O ise, oyuna devam etmek için zarfı açıp okumamıştı. Fakat işten haberdar olan generalin hanımının ısrarıyla zarfı açarak hakikati öğrenmiştir.”
Paşa’yı teselli etmek ve üzülmemesini söylemek de yine İtalyan general ile hanımına düşmüştür. Dolayısıyla savaş başladığı haberinin alınması karşısında Hakkı Paşa bir gerçeği ifade ile; “Eskiden bizim durumumuza düşenin kafası vurulurdu” diyerek istifa edecektir…
1 Ekim 1911’de Libya sularına gelen İtalyan donanması, iki gün sonra Trablusgarp şehrini bombardımana başladı. Ağır silahları ellerinden alınmış olan Türk birlikleri, Mahmut Şevket Paşa’dan gelen talimat gereği iç bölgelere çekilmeye başladılar. Müslüman ahali büyük bir korku içine düşmüştü. Şehir karışmıştı. Dört asırlık Türk yurdu neredeyse hiç mukavemet etmeden teslim oluyor, askerler kaçarcasına iç bölgelere çekiliyordu.
Öte yandan İtalyanlar, 4 Ekim’de birkaç bölük Türk askerinin bulunduğu eyalet merkezine rahatlıkla girdiler. Sahil şehir ve kasabaları, İtalyanlar tarafından ayrı ayrı filolar gönderilerek kısa sürede işgal edildi.
19 Ekim’de Bingazi düştü. Böylece İtalyanlar, üç hafta içinde, Tunus’la Mısır arasındaki muazzam Güney Akdeniz sahillerine kolayca hâkim olmuşlardı. Fakat bu sahillerden bir kilometre bile içeriye nüfuz etmek, kendilerine çok pahalıya mal olacaktı. Zira bu bölgelerde Osmanlılara tam tabi bulunan Senusîler hâkim durumda idiler. Onları devlete bu denli bağımlı kılan da Sultan II. Abdülhamid Han olmuştu. Bu itibarla padişahın tahttan indirilmesine büyük tepki göstermişlerdi.
Buna rağmen Senusîler, Osmanlı Devleti’nin yanında yer alarak, İtalyan işgaline karşı bütün güçleri ile karşı koyacaklardır. Libya’da çok az bir Türk birliği bırakılmış onlara yardıma giden gönüllü birkaç subaydan başka da destekçi gönderilmemişti. Onların da neticeyi değiştirmeye güçleri yetmeyecekti.
Böylece Libya’nın kaybedileceği daha baştan belli olmuştu. On dört asırlık İslam beldesi, Türkler için Barbaros ve Turgut Reislerin emaneti olan Trablusgarp elimizden giderken İslam coğrafyasında neler hissedildi, neler yapıldı ve bölgeye geçen Türk subayları neler yaptı, inşallah haftaya devam edeceğiz…
TEFEKKÜR
Bâğbân etmeyicek çeşmini bâz
Bağına herkes eder dest-dırâz.
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
17.01.2020
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/611768.aspx