Skip to content
Menu
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
  • Ana Sayfa
  • Hayatı
    • Biography
  • Eserleri
    • Kayı Serisi
    • Osmanlı Gerçekleri
    • Otağ Serisi
  • Makaleleri
    • İlmi makaleleri
    • Aktüel Makaleler
    • Dergi Makaleleri
    • Gazete makaleleri
  • Osmanlı Padişahları
  • Programları
    • Tarih ve İnsan TGRT FM
    • Tarih ve Medeniyet Cine5 TV
    • Tarih ve Medeniyet TGRT Haber
    • Tarih ve İnsan Lalegül TV
  • Osmanlı Alimleri
  • Biyografiler
  • Videolar
  • Şiirler
  • Kütübhane
  • Pazar Divanı
  • Cuma Divanı
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil

Merhaba yâ şehr-i ramazan!

Posted on 1 Nisan 202225 Mart 2023

Sevgili okurlarım on bir aydır hicranı çekilen, hasretle beklenen, son iki aydır ise “Yarabbi bizi Ramazan-ı şerife eriştir ve onu bize mübarek kıl” diye dua ettiğimiz “on bir ayın sultanı”na bir defa daha merhaba diyoruz…

Cenab-ı Hak cümlemize ve İslam âlemine bereketlerini nasip eylesin.

Bu ayda mağfiret olunmayan ne zaman mağfiret olunur buyurulmuştur. Bu mübarek ayın kıymetini bilmeli, anlamalı, idrak etmeli, hiçbir anını boş geçirmemelidir.

Ramazan sözü beş harftir.

    R: Allahü tealanın rıdvanına yani razı olmasına
    M: Allahü tealanın muhabbetine
    D: Allahü tealanın dımanına yani korumasına
    Elif: Allahü tealanın ülfetine
    N: Allahü tealanın nuruna işarettir…

Âlimler buyurdular ki:

Ramazan-ı şerif insanlar arasında peygamberler gibidir.

Şehirler içinde Harem-i şerif gibidir.

Peygamberler günahkârlara şefaatçi olduğu gibi ramazan ayı da oruçlulara şefaatçi olacaktır.

Kalp mağfiret ve imanla süslüdür. Ramazan ayı da Kur’ân-ı kerim okumak nuru ile süslenmiştir.

Kıymet bilen kazanır… 

 

Ramazanın ruhunu yakalamak! 

Ramazan ayı günün belli saatlerinde yemek içmek ve maddi zevklerden kesilmektir.

Yani bir bakıma hareketsizliktir.

Aslında hareketsiz kılınacak organlardan biri de dildir. Ecdadımız buna çok dikkat ederdi. öyle ki dilleri, ramazanda zikir ve ibadet dışında neredeyse konuşmaz olurdu.

“Ya hayır söyle ya sus” sözü, ramazanda sanki baş tâcı yapılırdı.

Dolayısıyla insanlar bu ayda hep ibadet, taat ve zikirle meşgul olurlardı.

Eli iş görse de kalbi ve dili hep Rabbini anardı.

Şanlı peygamber efendimiz “Ramazan ayını nasıl geçirirseniz diğer aylarınız da öyle geçer” buyurmuştur.

Bu itibarla Ramazan-ı şerifi en güzel şekilde değerlendirmek, dili güzelliklere alıştırmak, malayani ve boş sözlerden uzak durmak, kalp kırmaktan, gönül yıkmaktan, dedikodu ve gıybet etmekten sakınmak en temel hasletlerimiz olmalıdır.

Yunus Emre’nin dediği gibi, söz gönüllere girmeli gönüller inşa etmelidir. Yoksa bir sözle altını pul eylersin!

    Gel ahi ey şehriyari
    Sözümüzü dinle bâri
    Hezâr gevher ü dinârı
    Kara toprak ede bir söz

Ramazan-ı şerifin ruhunu yakalayabilmek için azaları her türlü kötülük ve fuhşiyattan menetmek gerekmektedir.

Suretin yanında bir de can vardır. Hiç kimse surete kapılıp kalmaz. Onu size sevdiren, beğendiren birlikte kılan ahlakıdır, davranışlarıdır ve muhabbetidir.

Bu itibarla Ramazan-ı şerifi sadece açlığını ve iftar yemeğini düşünerek geçirmemelidir. Onun ruhunu yakalamayı şiar edinmelidir. Mesela iftar vermenin faziletini düşünerek hareket etmelidir. Zira bir hurma, bir zeytin ve bir yudum su ile bir oruçluya iftar vermenin sevabı ölçüye hesaba gelmez.

Ünlü Abbasi halifesi Harun Reşid bir ramazan günü Behlül Dânâ hazretlerini çağırtmıştı. Uzun süre sohbet ettiler.

Behlül, Ramazan-ı şerifin faziletlerinden öyle anlatıyordu ki halife muhabbetle kendisini dinliyordu. Bu arada iftar vermenin faziletlerinden de uzun uzun bahsetti.

Harun Reşid duygulanmıştı. Behlül Dânâ’ya:

“Bu akşam Ulucami’ye git. Namaza gelenleri iftara davet et. Sarayımıza getir” dedi.

Sarayda beş yüz kişilik bir iftar hazırlanmıştı.

Behlül Dânâ ise akşam namazından sonra 40-50 kişi ile çıkageldi. Harun Reşid şaşırmış ve üzülmüştü!

“Ya Behlül bunlar kim! Ben sana camiye namaza gelenleri çağır demedim mi? Bunlar bir sofra bile etmez. Ulu Cami’ye bu kadar mı adam geldi?”

Behlül Dânâ ise gayet sakin. “Ey Halife sinirlenmeyin. Siz bana camiye gelenleri değil namaza gelenleri çağırın dediniz. Ben de namazdan sonra kapıda durdum ve imamın birinci ve ikinci rekatte okuduğu zammı sureleri sordum ve bilenleri getirdim” dedi. 

    Âdem odur ey hoca
    Gıdası mana ola
    Maksat âdemden ahi
    Hayal ile düş değil 

Manevi atmosfer! 

Ecdadımız bu ayı başının tâcı yapardı. Ulu bir misafir olarak görür memnun etmeye çalışırdı… Bütün bereket ve nimetlerinden istifade etmeye çalışırdı.

Ecdadımız Ramazan-ı şerifi en büyük manevi kazanç ayı olarak bilir ve ona göre hareket ederdi.

Ramazan ayında Kur’ân-ı kerimi okumaya her zamankinden daha fazla önem verirlerdi. Ramazan ayında çokça Kur’ân-ı kerimi okuyup tefekkür etmek en büyük sevaplar arasındadır.

Kur’ân okumasına dayanan “Mukabele” uygulaması bu aya mahsus bir gelenekti. Bunun için Müslümanlar, camilerde ve evlerinde bir araya gelerek, her gün bir cüz okurlardı. Ramazan ayının sonuna gelindiğinde Kur’ân-ı kerimi baştan sona bir kez hatmetmiş yani okumuş olurlardı. Müslümanlar yüzyıllar boyunca bu önemli ramazan geleneğini sürdürmektedirler…

Halkın türbeleri ve mukaddes emanetleri ziyaretlerde bulunması, camilerde vaazlar dinlemesi, garipleri fakirleri araştırıp kollaması, iftar ziyafetleri vermesi, yediden yetmişe teravih namazına koşmaları ve yaratanına huşu ile yalvarmaları bu ayın manevi atmosferine ayrı bir anlam katardı.

Devlet de buna odaklıydı. Halkın Ramazan-ı şerifte rahat etmesi için her yolu açardı. Çalışma saatleri buna göre ayarlanır, öğle ile ikindi arasında olurdu. Çünkü genelde insanlar sahura kadar uyumazlar sohbet ve ibadetle meşgul olurlardı.

Çalışanlara müsamaha artardı. Memurlar nöbetleşe iş yaparlardı. İşte dört kişi var ise ikili ikili, iki kişi var ise birer kişi çalışırlardı. Devlet, herkes ramazanı huşû içinde ibadetini yapsın diyerek tedbirini alır ve bu noktada insanları rahatlatırdı.

Osmanlı’da medreseler ramazan ayında tatil edilirdi.

Padişahlar memur ve askerlerine ikinci bir maaş verirlerdi. Genelde ramazanda verilen bu ilave maaşa, “iftariye” ve “ramazaniye” denirdi. Kriz dönemlerinde bile bu maaşı verebilmek için devlet tahvilleri basılmıştır. Tahviller satılır borca münasip olarak gelen parayla maaşlar verilirdi. Hatta II. Abdülhamid Han bu maaşı kendi şahsi servetinden veriyordu…

Bu ay hayır yapma ayı, ikram etme ayı olduğu için Müslümanlar ramazanı bereketli geçirsin, hayrını rahat yapsın, sadakasını, zekâtını rahat versin niyetiyle padişah bizzat kendi parasından dahi bu maaşları insanlara veriyordu.

Bütün bu güzellikleri bizler de yaşayıp sonraki nesillere aktarmayı en büyük şiar edinmeliyiz!..

    TEFEKKÜR
    Kur’ân’da Allah övdüğü
    Cümle nebîler sevdiği
    Ümmete Allah verdiği
    Oruç ayı geldi yine

Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
01.04.2022
Türkiye Gazetesi

    https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/625188.aspx

Post Views: 20

Bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

  • Fitne Devleti!
  • En Sevgili Efendimiz ve Sevdalıları
  • Karaman’ın Enver Paşa’sı!
  • İktidar ve muhalefet
  • Mudanya Yörükleri!

ASRIN İHANETİNİN ANALİZİ

https://www.ahmetsimsirgil.com/asrin-ihanetinin-analizi/

https://www.youtube.com/watch?v=SR8QxJsKmt4

Hayatı

1959′da Boyabat’ta doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı yerde tamamladı. 1978′de girdiği Atatürk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü’nden 1982′de mezun oldu. 1983′te aynı bölümdeki Yeniçağ Anabilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak vazifeye başladı. 1985′te Yüksek Lisansı’nı tamamladı. 1989′da Marmara Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü’ne naklen geçiş yaptı.

devamını oku…

©2023 Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil | Powered by SuperbThemes & WordPress