Bayram vesilesi ile Kastamonu, Sinop, Boyabat, Erfelek ve Gerze’de bir anlamda Anadolu’da gezme fırsatı da yakaladım. Vatandaşlarla zaman zaman oturup sohbet etme imkânını buldum.
Türkiye’de ve dünyada uzun bir süredir baş döndüren gelişmeler yaşanıyor.
İç ve dış siyasete dair sorulara muhatap oldum. Tarih üzerine sohbetler yaptık.
Vatandaşımız tarihinin değerini biliyor. Tarihin gençlerimize nasıl bir şuur ve bilinç kazandırdığının farkında. Bu bakımdan TV’lerde tarih programlarına neden daha fazla yer verilmediğini sorguluyor.
İnanın yollarda karşılaştığım pek çok kişi, uzun bir süredir ara vermiş olduğum Lalegül TV’deki programlarımın ne zaman başlayacağını soruyor ve çok istifade ettiklerini belirtiyorlar.
Bu vesile ile kendilerine inşallah yakında başlayacağı müjdesini verebilirim.
Tarih zinde tutuyor. Aşk ve heyecan veriyor. Tefekkür ettiriyor. İbret kazandırıyor. Ülkemiz ve dünyadaki gelişmeleri sıhhatli okuma istidadı kazandırıyor.
Ya sabah akşam konuştuğumuz politika programları… Bölüyor, ayrıştırıyor, nefret tohumları ekiyor, çatıştırıyor. Millete artık bu tip sabah akşam reyting kaygısıyla da kavgaya dönüştürülmüş politik tartışmalardan gına gelmiş. Öyle ki “Hocam TV izlemiyoruz artık” diyorlar…
Ayasofya gölgede mi kaldı?
Son günlerde bir kısım yazarlar, neredeyse aynı kalemden çıkmış bir tarzda “İstanbul Sözleşmesi tartışması başlayınca Ayasofya gölgede kaldı” diyerek veryansın ettiler. “Ayasofya’yı konuşalım” dediler. Hatta daha ileri giderek bu durumu “AK Parti’ye karşıtlık ve hatta kurnazca düşmanlık” olarak değerlendirdiler.
Millet de bize sık sık “Hocam İstanbul Sözleşmesi, Ayasofya’nın camiye dönüşmesi sevincini gölgede mi bıraktı?” diyerek sordu. Değerlendirelim.
Hayır, Ayasofya hiçbir zaman gölgede kalmaz. O günden bugüne de her vakit yoğun bir şekilde namaz kılınıyor ve sebep olanlara dua ediliyor.
Evet, Ayasofya’nın 86 yıllık zincirleri kırıldı ve yeniden asli hüviyetine büründü. Şimdi Ayasofya’nın, Danıştay 10. Dairesinde gündeme gelmesi ve Cumhurbaşkanı’mızın “Açarız” sözü ile birlikte tam iki ay gündem de kaldığı dönemi iyi etüt edin.
Bendeniz hem yazılarımda hem de çıktığım TV’lerde yüzde yüz cami olarak açılacağını ve açılması gerektiğini net bir biçimde belirttim.
Maalesef bugün “Ayasofya gölgede kalıyor” diye bağıranların çoğu o dönemde tek bir Tweet dahi atmadılar veya atamadılar.
Bazı vekiller, “zamanı değil” derken bazıları, “Ortodoksları üzmeyelim” ve hatta bazıları da daha ileri giderek “haftada bir gün de Hristiyanlar ibadet etsin” diyebildiler. Karşı olanlar ise zaten Bizans ikonlarının derdinden tutun da Batılı güçler ne der psikozundan bir türlü kurtulamadılar.
En talihsiz olanı ise her şeye maydanoz olan anket kuruluşları idi. Bir anket ajansının sahibi Ayasofya’da ilk cumanın kılındığı gün bir TV kanalında yanımda yaptıkları anketi ballandıra ballandıra anlatıyordu. Cami olsun diyenler, müze kalmalı diyenler, kilise olsun diyenler, AK Parti’ye ne kazandırdı ne kaybettirdi diyerek sonuçları açıklıyordu.
Aynı TV’de, “bu konuda anket yapmak basiretsizliktir, vakfiyenin anlamını bilmemektir, aymazlıktır. Tapusu benim olan bir mülkü kime verilsin diyerek anket yapamazsın” dedim.
Keşke bu ajansların sahipleri, Danıştay 10. Dairesinin muhteşem gerekçeli kararını okumuş olsalardı. Cenab-ı Hakk’ın mülkü hükmündeki bir yeri ne yapalım diye halka sorma garabetine düşmezlerdi.
Keşke kendilerine sual sorulanlar vakfiyenin o anlamını bilerek, “kimin malını kime veriyorsun” diyebilselerdi.
Bilgisizlik işte böyle insanı utanılacak hâllere düşürebiliyor.
Öte yandan Danıştay 10. Dairesinin aldığı karar ve Sayın Cumhurbaşkanı’mızın çelikten bir irade ile attığı muhteşem imza ABD’den Rusya’ya Yunanistan’dan Mısır’a tüm dünyayı salladı.
İmza ile ilk cuma namazı arasındaki on gün içerisinde neredeyse hep Ayasofya konuşuldu. Yunan’ın üzüntüsünü Papa’nın acısını işitmeyen kalmadı.
Bizde ise maalesef büyük bir sevinç heyecanı yoktu. İnanın Ayasofya ikonları ve Hristiyanların göstereceği tepki her şeyin üzerini kapatmıştı. İlk cuma hutbesine Sayın Diyanet Başkanı’mız Ali Erbaş Bey’in kılıçla çıkmasının tartışmalarını da unutmayın.
Yani Ayasofya’yı gölgelemek isteyenler İstanbul Sözleşmesi’ni konuşmuyordu. Onlar ikonların derdiyle ve Batı’nın korkusuyla meşguldü ve gündem oluşturuyordu. TV’lerde bunlara şöyle okkalı bir cevap vereni de göremedim.
Peki, Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti, Kadir Mısıroğlu, S. Ahmed Arvasi, Mehmet Akif İnan vb mütefekkirlerin yoğurduğu bir dönem Ayasofya hülyası ile yanıp tutuşan o aşk ile yoğrulan gençlik ne olmuştu?
Evet, onlar artık kırklı ellili yaşlardaydı ve o gün gelerek veya uzaktan gözyaşları ile dualar ediyorlardı.
Ya yeni nesil gençliğimiz? Onlar nerede? Sevindiler mi, üzüldüler mi, yoksa kayıtsız gözlerle bana ne, müze de cami de kilise de havra da olabilir edasında mı idiler?
İşte anket şirketleri bunların hâllerini gösterse daha çarpıcı olurdu.
Gençliğimiz nereye gidiyor. Ayasofya sevinci dalga dalga neden Türkiye’de yüksek bir dozda duyulmadı. Bunun sorgulanması lazım. Kültür ve Millî Eğitim Bakanlığı yetkililerinin başlarını ellerinin arasına alıp derin derin düşünmesi lazım.
Yunan gençliği hiç alakası yok iken Ayasofya cami olmasın diye çırpınıyorken bizim gençliğimiz neden bu kadar duygusuz bir noktaya gidiyor?
Gençliği bitirme projeleri
Sayın Cumhurbaşkanı’mız başbakan iken “dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz” demişti. Cumhurbaşkanı’mızın bu gayesini İstanbul Sözleşmesi’ni savunan, Taksim’de toplanıp sözde “Onur Yürüyüşü” adı altında ağızla telaffuz edilmeyecek derecede ahlaksız pankart açan LGBT’li gençler mi gerçekleştirecek? Yoksa birileri Cumhurbaşkanı’mızın bu sözünün intikamını mı almak istiyorlar? Düşünün ve siz karar verin!
“İstanbul Sözleşmesi tartışmaları Ayasofya’nın cami olmasını gölgede bıraktı” diyenler bu meşum sözleşme, gençliğimizi ayaklar altına alırken neden bir tek ses çıkarmıyordu ve hâlâ çıkarmıyor? Yoksa maksatları dikkatleri başka yöne çekmek mi?
Bir akçecik ziyan etsen ki başlarsın vaveylaya
Zerre kadar üzülmezsin giderse din yağmaya.
İşte bunun en önemli nedenlerinden biri son 35 yıldır FETÖ projelerinin gençlik üzerinde yaptığı yıkıcı etkilerdir.
Dinler Arası Diyalog projesi kaç yıl uygulandı? Gençler bundan nasıl etkilendi? Gençlerimizi getirdiği nokta neresi oldu ve gençler hangi düşüncelere evrildi?
Kutlu Doğum Haftası projesinin maksadı neydi, etkileri neler oldu?
İstanbul Sözleşmesi’nin de bugün artık bir FETÖ projesi olduğu aklıselim herkes tarafından kabul ediliyor.
Cedaw’la başlayan İstanbul Sözleşmesi ile nihayetlenen ve 6.284 No.lu kanunlar ile hız kazandırılan aileyi çökertme girişiminin temelinde gençliğimizi bitirme maksadının olduğu artık üstü gök kubbe ile dahi örtülemez bir tarzda görünmüştür.
Sayın Cumhurbaşkanı’mız son üç yılda bu konudaki rahatsızlığını defalarca dile getirmiştir.
Buna rağmen son günlerde bazı köşe yazarlarının belli bir noktadan komut almışçasına, sözlerine Ayasofya aşkı ile başlayıp aman İstanbul Sözleşmesi’ni askıya alalım tavrını ne ile yorumlamak gerekmektedir?
Hâlbuki Sabancı’sından Koç grubuna bir kısım futbol kulüplerinden süt ve yatak firmalarına kadar hepsi “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” diyerek övgü için sıraya girmiş bulunmaktadır.
İmamoğlu ve Kaftancıoğlu ev ev sokak sokak gezerek bu sözleşmeyi millete anlatacaklarını belirtirken yeni seçilen CHP Kadın Kolları Başkanı Aylin Nazlıaka ise İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkanları katil ve katil seviciler, tacizci ve tecavüzcüler olarak nitelemiştir.
Kendisine acaba bu suçu işleyenler idamla yargılansın desem beni destekler mi? Bu nasıl bir nefret dilidir ve ahlaksız bir sözdür.
Aslında onlar şunu çok iyi biliyorlar. O sözleşme ile on yıl içinde gezici nesiller patlama yapacak, gezi olaylarında camileri bira şişeleri ile dolduranlar çoğalacaktır.
O sözleşme, Sayın Cumhurbaşkanı’mızın, “dindar nesil yetiştireceğiz” söylemine en büyük darbedir.
O sözleşme AK Parti’yi eritmektedir.
O sözleşmenin adına “İstanbul” verilmesine aldanmayalım, Avrupa Konseyi’nin tüm dünyada nesilleri mahvetme projesinin adıdır.
Bütün bunlara rağmen, sanki yeni hatırlamış gibi “Ayasofya Camii’ni konuşalım” diyerek İstanbul Sözleşmesi’ni tenkit edenleri susturmak kimin ekmeğine yağ sürmektir.
Kadına şiddeti önleme kamuflajına bürünerek aile yapımıza yönelmiş bu korkunç tehdidi aman küçümsemeyelim.
Artık şunu da unutmayalım. 90 yıldır mahzun bir şekilde inim inim inleyen feth-i mübinin kılıç hakkı Ayasofya’yı dünya hukuk tarihine geçecek bir kararla aslına rücu’ ettiren millî ve değer sahibi Türk hukukçularının, ailenin ve değerlerin korunması için ve her türlü şiddetin hakkaniyetle önlenmesi yolunda, milletin ihtiyacı olan kanunları çıkarabileceğine yürekten inanıyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı’mızın milletimizin ekseriyetinin beklentisi olan bu noktada göstereceği çelik irade ve alacağı karar, inşallah yürekleri ferahlatacaktır. Buna olan inancımız da tamdır.
TEFEKKÜR
Aklın senin ger yâr ise,
Hem Hakk’a meylin var ise,
Bin can ile kul olagör,
Mevla rızasın bulagör!
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
14.08.2020
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/614853.aspx