Son yıllarda dinî, millî, tarihî ve kültürel değerlerimiz gittikçe yozlaştırılmaktadır. Hatta bu değerlerimize karşı açıkça saldırılar yapılmaktadır. Ailemiz çözülmektedir… Bunlarla mücadele kolay değildir. TV’ler yıllarca inceden inceye bu konuda ince işçilik yaptılar. Bir kısım siyasiler neredeyse yangına benzin taşıdılar. Son yıllarda ise sosyal medya kanallarıyla zirve yaptırdılar. Sonunda iş çığırından çıktı… Hedef alınan değerlerimizin her biri ayrı bir beka meselesi hâline geldi…
Son Kayseri olayları bizim sağduyu yönümüzün körelmekte olduğunu gösterdi.
Bu hâl mülteciler meselesinin son geldiği feci noktayı da gözler önüne serdi.
Şunu biliyoruz ki mülteci meselesi bizim ilk defa karşılaştığımız bir konu değildir.
Asırlar öncesinden beri biz neredeyse her dönemde mülteci vakası ile karşı karşıya kaldık. En büyük mülteci vakalarını tarihe “göç olayları” diye sunduk. Bir bakıma onlarda mülteci hareketinin bir farklı versiyonu değil miydi?
Misal olarak Moğolların önünden kaçarak gelenler Anadolu’ya ne diye sığınıyorlardı. Kayı boyu başta olmak üzere onlarca aşiret, oymak veya boy Selçuklulardan, Eyyubilerden yurt istemediler mi?
Öyle ki bu gelenlerin miktarları kaynaklara “karınca sürüleri gibi idiler” diyerek kaydediliyordu.
Biz onların gelişlerini illa düşmandan kaçış olarak mı değerlendirmek zorundayız! Karşı durulamayacak ve önlerine çıkan hemen herkesi acımasızca katleden bir güruhtan kaçmaktan başka ne yapabilirlerdi!..
Selçuklular, bu gelen Müslümanlara Kürt müsün, Türk müsün demeden yurt gösterdiler, ‘iktalar’ verdiler.
Osmanlılar döneminde ve hatta Cumhuriyet devrinde de bu gelişmeler her zaman yaşandı. Hepsinde de milletimiz bu perişan hâldeki mültecilere öncelikle insan olarak yaklaştı. Müslüman mısın, Hıristiyan veya Yahudi misin demedi! Kimliğini, ırkını sorgulamadı. İnsan olarak muamele etti, yardımcı oldu.
Şu son Suriye meselesi gelinceye kadar mülteci meselesinde böylesine bir tavrı kimse göstermedi.
Aslında Suriye meselesini çok iyi irdelemek gerekmektedir.
“Arap Baharı” denilen, gerçekte Orta Doğu’nun Siyonizme peşkeş çekilmesi için yapılan operasyonlar 15 Mart 2011 yılında Suriye’yi de içine almıştı. Bu ülkede başlayan iç savaşın, nisan ayında ülke çapına yayılmasıyla ülkemize çok sayıda Suriyeli sığınmak durumunda kalmıştı.
Hükûmetin, açık kapı politikasıyla beraber sığınmacılar için Suriye sınırına yakın illerde çadır ve konteyner kentleri kurulmuştu. Durumu iyi olan, ulaşım imkânı bulan Suriyeli sığınmacılar, Avrupa ve diğer ülkelere göç ederken bazı sığınmacılar çadır ve konteyner kentlerden çıkıp geçinebilmek, iş kurmak, kendilerine yeni bir hayat alanı açabilmek maksadıyla başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Gaziantep gibi büyük şehirlere yerleşmeye başladılar.
Bu andan itibaren Türkiye’de Suriyeliler üzerinden iç ve dış mihraklı olarak yıkıcı yeni politikalar geliştirilmeye başlandı. Temel hedeflerden biri de hükûmeti yıpratmak Türkiye’yi kaosa sürüklemekti.
Yalanla üretilen kin ve nefret!
Şurası muhakkak ki Türkiye’deki medya organlarının önemli bir bölümü, tek taraflı ve taraftarlarını kaybetmeme üzerine yayın yapmaktadır. Siyasi atmosfer medyayı etkilemekte, medya organları kutuplaşmaya hizmet eden yayınlarıyla siyasi zemini beslemektedir.
Sosyal medya ise sahip olduğu zemin itibarıyla gerçek olmayan, kaynağı belirsiz birçok bilginin dolaşıma sokulmasına imkân sağlamaktadır. Sosyal medyada, doğruluğu ispatlanmamış, yanlış ve kasıtlı biçimde yayılan bilgiler dezenformasyon sürecinin ilk basamağıdır.
Bu duruma örnek olarak profesyonel anlamda gazeteci olmayanların, sosyal medya aracılığıyla sürece şiddetle destek verdikleri görülmektedir. Böylelikle kullanıcılar, sosyal medyada karşılaştıkları yalan haberlerin çoğuna inanabilmektedir. Özellikle, yalan haberlerin son dönemde sosyal medya üzerinden hızlı bir şekilde yayılması, sosyal medyanın yalan habere elverişli olan zeminini göstermesi açısından mühimdir.
Nitekim Suriyelilerin ülkeye girmesi ve devletimizin bunlara sahip çıkması ile birlikte önce Suriyelilere yönelik yalan bilgilerle hükûmet yıpratılmaya başlandı. Suriyeliler, devletten maaş alıyor; Suriyeli gençler sınavsız istedikleri üniversiteye yerleşiyor; Suriyeli esnaflar vergi vermiyor; Suriyeliler, su, elektrik doğalgaz parası ödemiyor; Suriyeliler araç muayene parası ödemiyor; Suriyeliler istedikleri hastanede ücretsiz muayene oluyor; onlara her yerde öncelik tanınıyor; çocuklarını istedikleri okula ücretsiz kaydettiriyor vb. akıl almaz yalan bilgilerle toplum manipüle edildi.
Bütün bu yalan haberlerle Suriyelilere karşı bir husumet geliştirildi. Böylece halk sanki büyük olaylara karşı sinsice hazırlandı.
Ardından bu strateji kimi partililerce veya sosyal medya hesaplarınca tam bir nefret söylemine dönüştürüldü. Suriyeli birinin yaptığı veya yapmadığı bir haber anında servis edilirken Suriyelilerin tamamına şamil edilerek sunuldu. Bir kişinin işlediği suçtan neredeyse bütün Suriyeliler sorumlu tutuldu. Bir kişi kadına sarkıntılık etse bütün Suriyeliler tecavüzcü gibi gösterildi. Öyle ki bu nefret politikası artık üniversitelerde makale olarak araştırmalara konu edilmektedir…
Kayseri olaylarında asıl hedef!
İşte Kayseri’de birinin işlediği münferit adi bir suç, sosyal medyaya servis edilirken, aynı anda binlerce x atılması sonucu vatandaşlar galeyana getirildi. Haberin duyulması sonrası, sokağa inen kalabalık gruplar belli noktalarda toplandı. Bunlar, olay mahalline taşınan maskeli kişilerce belli noktalara yönlendirildi.
Suriye uyrukluların bazı iş yerleri ile araçları ateşe verildi. Hatta başka şehirlerde de sokağa çıkma çağrıları sosyal medyada yankılanmaya başladı.
Kayseri Valiliği tarafından, Danişmentgazi Mahallesi’ndeki cinsel istismar olayıyla ilgili Suriye uyruklu bir kişinin gözaltına; çocuğun ise koruma altına alındığı açıklandı. Vali ve Emniyetin yerinde müdahalesi olayların erkenden önlenmesini sağladı.
Böylece başka şehirlerde de halkın sokaklara dökülmesi planları tutmadı. Tehlikeli tahrik büyümeden söndürüldü. Şehirde yaşanan olaylarda on dört emniyet mensubu ve bir itfaiye eri yaralandı.
Evet suçu işleyen tutuklandı. Henüz vaka yargıda olduğu için ne olduğu da tam belli değil.
Peki diğer insanların suçu neydi. Onlara saldıranlar ne için ve ne adına saldırıyordu. Nelere sebep oldular.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Kayseri’deki gerginlik sonrası düzenlenen provokatif eylemlerde yer alan 474 kişinin gözaltına alındığını açıkladı. Yerlikaya, bunların 285’inin çeşitli suçlardan adli kaydı olduğunu söyledi. Hatta bu adli kayıtlardan bazılarının çocuk istismarı olduğu bildirildi…
Şu gerçekleri görünce, kim için kimlere saldırıldığını düşünerek başta bir kısım siyasiler olmak üzere yüzlerin kızarması gerek diye düşünüyorum. Tabii edep, hayâ, kul hakkı gibi değerler duruyorsa!..
Öte yandan bu hadiseyi körükleyenler gerçekte Türkiye’nin Suriye’deki varlığından rahatsız olan çevrelerdi. Bunlar son dönemde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile Erdoğan arasındaki dostluk mesajlarından iyice rahatsız olmuşlardı.
Zira bu görüşmeden çıkacak en önemli sonuçlardan biri ülkemizdeki Suriyelilerin ülkelerine dönmesi olacaktı.
Peki Suriyeliler ülkemizden çıksın diye bağıranlar şimdi kimin ekmeğine yağ sürmüş oldular! Aranın bozulması kimin işine geliyor. Ülkemizdeki Suriyelilerin geri dönüşü en çok kimi rahatsız eder? Bu sualin tek bir cevabı vardır: İsrail…
Öyleyse Suriyeli düşmanlığını körükleyenlere dikkat edilmesi gerekir.
Ayrıca şu safhada istihbaratımıza büyük görevler düşmektedir. Bilhassa dış mihrakların ajan stratejileri ve maksatları milletimizce paylaşılmalıdır. Milletimizin arasına kin ve nefret tohumları ekenlerin maksatları gün yüzüne çıkarılmalıdır.
Yoksa çok geç olur!
TEFEKKÜR
Bir göz ki olmaya ibret nazarında
Ol düşmenidir sahibinin baş üzerinde
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
05.07.2024
Türkiye Gazetesi