Sanırım 10 yıl civarında oluyor. Talebelerime bir Bursa gezisi yaptırmıştım. Osman ve Orhan Gazi türbelerinin bulunduğu Tophane’ye varıp Bursa’nın doyumsuz seyrine bakayım dediğimde en büyük şoku yaşamıştım. Ulucami’nin yer aldığı merkezî ve tarihî bölgeye göz attığımda inanılır gibi değildi. O eski muhteşem panoramadan eser yoktu. TOKİ, Ulucami’nin önüne ulu fakat ucube ruhsuz taş yığınlarını dikmişti!
O güzelim seyrine doyum olmayan manzara katledilmişti.
Ne uğruna? Para, gösteriş, şatafat ve birkaç günlük konfor uğruna. Ecdadı konuşurken mangalda kül bırakmayanlar Bursa’nın külünü savurmuştu.
O tarihlerde bu işe sebep olanları program yaptığım CİNE 5’te “Yazıklar olsun tarih katliamı budur” diyerek eleştirmiştim.
Sayın Cumhurbaşkanımızın da bu ucube yapıları gördüğünde şok geçirdiğini ve bunları yıkın dediğini bilenlerdenim.
Ne zaman düzelir Allah bilir! Ba’de harabü’l-Basra…
Geçenlerde sosyal medyada iki fotoğraf çok dolaştı. Bu fotoğraflar Nusretiye Camii manzaralıydı. Birincisi Nusretiye Camii’nin denizden görünümü.
II. Mahmud Han’ın yaptırmış olduğu Nusretiye Camii, dikey çizgilerin hâkim olduğu bir yapı olarak şehrin Boğaziçi’ne bağlandığı kesimde muhteşem bir eser olarak durmaktadır. İbadet mekânı olmasının yanında, harikulade manzarası ile iki asırdır gözleri büyülüyor, ruhları ferahlandırıyor. İstanbul’u ve şehrin Tophane kıyısını alışılmamış dış çizgileriyle süslüyor.
İkincisi ise Nusretiye Camii’nin o muhteşem görünümünü yok eden şu an inşaat halindeki Galataport denilen ucube yapılardır. İki fotoğrafı yan yana görenlerin içi daralıyor, kalbi sızlıyor.
Dikkat ediniz bu yapılar kötü oldukları için ucube demiyorum. Hem Bursa Ulucami hem de Nusretiye Camii önüne yapılan ve yapılmakta olan binalar belki son teknolojinin numuneleridir. Fakat tarihi katlettiği, göz zevkini bozduğu ve gönülleri, kalpleri daraltan konumlarıyla ucube yapılar oldular. İnşallah Nusretiye Camii önündeki binalar da “Ba’de harabü’l-Basra” olmadan durdurulurlar…
Bir yere cami yapıldığı zaman hemen set çekmeye çalışan mimar odaları ne yapar bilmiyorum. Fakat bu iş yani şehirlerin ruhunu korumak belediyelerimizin birinci önceliği olmalıdır.
Tarih sadece yaşanan olaylar manzumesi değildir. Tarihî eserlerin her birisi en değerli pırlanta titizliğiyle korunmalıdır. Tarih katili olarak anılmak istenmiyorlarsa ve ecdada saygıları varsa birinci vazifelerinin bu olduğuna inanmalıdırlar. Mücadele etmelidirler.
Edirne ve Selimiye’den ibret almak
Bakınız bu konuda Edirne Belediye Başkanı Sayın Recep Gürkan Bey’i örnek göstermek istiyorum.
Kendisini, Edirne Valiliğinin düzenlediği Balkan ülkelerinden gelen Türk gençlerine yönelik bir programın açılış konuşmasında dinlemiş ve tarihe saygılı bir başkan olduğunu anlamıştım. Çoğu kez konuşulan sözlerle yapılan icraatlar çelişir. Onun için Hazreti Mevlâna;
“Ya göründüğün gibi ol, ya olduğun gibi görün” demiştir.
Recep Gürkan Bey’in Edirne ve Selimiye için aldığı şu fevkalade isabetli kararı o parti veya bu parti demeden il ilçe bütün belediye başkanlarımıza örnek göstermek istiyorum.
İşte kararın can alıcı bölümü:
“Belediyemiz mücavir alan sınırları içinde onaylanmış tüm imar planlarının tarihî kent merkezi ve Selimiye Camii silüetinin korunması amacıyla, ruhsat talebi öncesinde mimari avan projesi imar komisyonunca değerlendirilmek üzere belediyemize sunulacaktır. Bu tür taşınmazlarda değerlendirme yapıldıktan sonra ruhsat verilecektir.”
Edirne’ye ilk olarak 1980’lerde gitmiştim. 1990’lardan sonra ise onlarca kez gittim ve gezdim. Şehircilik açısından eksikler bulabilirsiniz. Bu benim meselem değil. Fakat tarihî dokuyu böylesine muhafaza eden hangi ilimiz vardır. Söyler misiniz?
Bursa, Edirne ve İstanbul Osmanlı’nın üç haşmetli başkenti… Bursa ve İstanbul padişahların tahtgâhlarının yanı sıra ebedi istirahatgâhları da olmuştur. Edirne ise imparatorluğun sonuna kadar neredeyse dört asır boyunca İstanbul’a paralel merkezlik yapmış. Buraları gezdiğinizde bir bütün olarak Edirne dışında o kokuyu maalesef alamıyorsunuz. Edirne’de ise Arif Nihat Asya Bey’in Edirne için yazdığı muhteşem şiirini bugün dahi aynen yaşıyor gibi oluyorsunuz. Edirne’yi gezenlerin kısaltarak aldığım bu muhteşem şiiri terennüm ederek gezmeleri çok güzel olur.
“Selimiye” derler, “Edirne” derler
Tatlı bir gariplik duygusu gelir.
Kemerler, çeşmeler, minarelerle
Bir eski eserler kamusu gelir.
Minarelerden en tatlı ezanlar,
Dallardan güvercin “hu hu” su gelir.
Ayşekadın’a gül ve Yıldırım’a
Üçşerefeli’nin kumrusu gelir.
Şu Selimiye’dir, şu Muradiye
Çinilerden sümbül kokusu gelir.
…..
Karşına ya iki sedef çekmece,
Ya iki mücevher kutusu gelir.
Vezirlerin iki tuğlusu gider,
Arkasından yedi tuğlusu gelir.
Şurada abdest alır Hüdavendigâr:
Yerden suyu, gökten havlusu gelir.
Taşları kararmış bir yol ucunda
Üçşerefeli’nin kapusu gelir.
Şu yana dönersen Eski Cami’nin
Kesilmiş, biçilmiş avlusu gelir.
Atınca üç adım daha ileri
Bir serin kubbenin kuytusu gelir,
Dünyanın en güzel minareleri
Ve kubbelerin en uslusu gelir:
Türk’ün Trakya’da tapusu gelir.
Mihrabında bir teravi kılmaya
Denizler ardından yolcusu gelir.
Bilsen ki bağrında kanar bir yara.
Yarasını sarmak arzusu gelir.
Mahya olmak için Sultan Selim’e
Göklerden yıldızlar ordusu gelir.
Kubbeler menekşe, şerefeler gül..
Mermerinden çiğdem kokusu gelir.
Yazık ki yıkılmış Karaağaç’tan
Bugün artık ağıt kokusu gelir.
Edirne’ye “Mahzun Edirne!” sözü
Şimdi sözlerin en doğrusu gelir.
…..
Biz geldik, gideriz… Doğacaklara,
Edirne’de doğmak arzusu gelir…
Sayın Recep Gürkan Bey’in kararı hem zihniyet hem de uygulama olarak bütün belediyelerimize örnek olur inşallah!
TEFEKKÜR
Güle gûş ettiremez yok yere bülbül inler
Varak-ı mihr ü vefâyı kim okur kim dinler
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
18.09.2020
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/615359.aspx