Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizin; “Her peygamberin Cennet’de bir arkadaşı vardır. Benim arkadaşım da Osman’dır” buyurarak medh ettiği ve Cennet’le müjdelediği, iki kızını vererek dâmâdlıkla şereflendirdiği, en çok sevdiği eshâbı ve üçüncü halîfesi. 577 senesinde Mekke’de doğdu. Babası Affâh olup, Kureyş kabîlesinin Benî Ümeyye kulundandı. Hazret-i Osman’ın soyu, Abd-i Menâfta Peygamber efendimizin temiz nesebi ile birleşir. Dünyâda iken Cennet’le müjdelenen on kişiden biridir. Hazret-i Rukayye’den, Abdullah isminde bir oğlu olmuş ve bu sebeble Ebû Abdullah künyesi ile de tanınmıştır. 655 (H. 35) senesinde şehîd edildi.
Hazret-i Osman, ilk müslüman olanların beşincisidir. Müslüman olmadan önce ticâret ile uğraşırdı. Zengin bir tüccar olup, mükemmel ve zarîf bir cemiyet insanı idi. Kabilesi arasında geniş bir çevresi ve büyük îtibârı vardır, islâmiyet gelmeden önce hazret-i Ebû Bekr ile yakın arkadaş ve dost idi. Ona karşı içten bir sevgi duyar, iş hususunda görüşüp konuşurlardı. O da hazret-i Ebû Bekr gibi câhiliyet devrinin kötülüklerinden uzak durmuştur. Hazret-i Ebû Bekr müslüman olduktan sonra, hazret-i Osman da onun teşviki ile müslüman oldu. Müslüman oluşunu şöyle anlatır:
“Benim kâhin bir teyzem vardı. Bir gün evine vardığımda, baha; “Sana bir hâtûn nasîb olacak ki, ne sen ondan önce bir hanım görmüş olursun, ne de o, senden önce bir erkek görmüş olur. O, güzel yüzlü ve zahide bir hâtûn olup, bir büyük Peygamber kızı olsa gerektir” dedi. Ben teyzemin bu sözüne hayret ettim. Yine bana dedi ki: “Bir peygamber geldi. O’na gökten vahy nazil oldu.” Ben dedim ki: “Ey teyzem! Böyle bir sır, şehirde hiç duyulmadı. O hâlde bu sözü açık söyle.” O zaman teyzem dedi ki: “Muhammed bin Abdullah’a peygamberlik geldi. Halkı dîne davet eder. Çok zaman geçmez ki, O’nun dîni ile âlem nûrlanır. O’na karşı gelenin başı kesilir.”
Teyzemin bu sözleri, bana çok te’sir etti. Endişeye düştüm. Ebû Bekr “radıyallahü anh” ile, aramızda büyük bir dostluk vardı ve birbirimizden hiç ayrılmazdık. Bu mes’eleyi görüşmek üzere, iki gün sonra hazret-i Ebû Bekr’in yanına gittim. Teyzemin söylediklerini ona söyleyince; “Yâ Osman! Sen akıllı bir kimsesin. Hiç görmez ve işitmez ve bir şeye fayda ve zarar vermez olan bir kaç taş ilâhlığa nasıl lâyık olur?” dedi. Ben de; “Doğru söylüyorsun, teyzemin sözü gerçektir” dedim.
Hazret-i Ebû Bekr, ona islâmiyet’i anlattıktan sonra, Resûlullah efendimizin huzuruna götürdü. Peygamberimiz, hazret-i Osman’a şöyle buyurdu:
“Yâ Osman! Hak teâlâ seni Cennet’e misafirliğe davet eder. Sen de icabet eyle (kabul et)! Ben, bütün insanlara hidâyet rehberi olarak gönderildim.” Hazret-i Osman, Resûlullah efendimizin yüksek hâlleri ve güler yüzle söylediği sözler karşısında kendinden geçip, büyük bir şevk ve teslimiyetle; “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh” diyerek müslüman oldu. Sonra da, daha önce Şam’a gittiği sırada gördüğü bir rüyayı şöyle anlattı: “Yâ Resûlallah! Biz, Muan ile Zerka denilen yer arasında idik. Bir ara orada uyumuştuk. O sırada; “Ey uyuyanlar! Uyanın! Ahmed aleyhisselâm Mekke’de zuhur etti” diye nida eden bir ses işittik. Mekke’ye gelince de sizin peygamber olarak gönderildiğinizi öğrendik.”
Teyzem müslüman olduğumu duyunca çok sevinip, aşağıdaki şiiri okuyarak yanıma geldi:
“Sözlerim sebebiyle, Hak teâlâ Osman’a,
Doğru yolu gösterdi, hidâyet verdi ona.
Kendi fikrini bırak, uy Resûlün fikrine,
Her sözü doğru olan, Allah’ın Resûlüne.”
Hazret-i Osman, müslüman olduktan sonra, diğer müslümanlar gibi çeşitli işkencelere uğradı. Bilhassa amcası tarafından çok işkence yapıldı. Müslüman olduğu için amcası, onu ip ile, belinden ağaca bağlayıp, yoruluncaya kadar kırbaç ile döverdi. O bütün işkencelere sabreder, hep kelime-i şehâdet okurdu. Müslüman olduktan sonra, Peygamber efendimizin kızı Rukayye ile evlendi. Peygamberimizin kızları Rukayye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe ile nişanlanmışlardı. Sevgili Peygamberimiz, insanları müslüman olmaya davete başlayınca, Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları da düşmanlık edip, Resûlullah’ın kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece Resûlullah efendimizi sıkıntıya düşürmek istediler. Bunun üzerine vahy gelerek, Rukayye “radıyallahü anhâ hazret-i Osman’a nikâh edildi. Resûlullah efendimiz, kızı Rukayye’yi hazret-i Osman’a verdikten bir zaman sonra, kızına; “Osman bin Affân’ı nasıl buldun?” buyurdu. “Hayırlı, iyi gördüm” dedi. “Ey canım kızım! Osman’a çok saygı göster. Çünkü Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen odur” buyurdu.
Hazret-i Osman, müşrikler tarafından yapılan işkencelere uzun zaman tahammül etti. Habeşistan’a hicret etmeye izin verilince, hanımı Rukayye “radıyallahü anhâ” ile Habeşistan’a hicret etti. Ayrıca, Hûd aleyhisselâmdan sonra ailesi ile birlikte ilk hicret edenlerden oldu. Bir müddet sonra Mekke’ye dönüp, ikinci olarak tekrar Habeşistan’a hicret etti. Bu ikinci hicretten sonra Mekke’ye dönüp, son olarak Medîne’ye hicret etti. Böylece dîni uğruna üç kere hicret etmiş oldu.
Medîne’ye hicret ettiği ilk günlerde şehirde su sıkıntısı çekiliyordu. Rûme kuyusundan başka içecek su yoktu. Bu kuyu ise bir yahûdiye ait olup suyunu satardı. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz; “Rûme kuyusunu, kim. satın alır, kendi kovasını müslümanların kovası ile beraber tutarsa, Cennet’teki kovası bundan hayırlı olur” buyurdular. Hazret-i Osman kuyuya varıp, yahûdî ile pazarlık etti. Yahûdî, kuyunun hepsini satmadı. Osman “radıyallahü anh”, nöbetleşe bir gün kendisinin, bir gün yahûdînin olmak üzere yarısını satın aldı. Hazret-i Osman kendi nöbet gününde kuyuyu müslümanlara serbest bırakırdı. Yahûdî, nöbetinde suyu para ile sattığı için, müslümanlar, hazret-i Osman’ın nöbetinde iki günlük sularını alır, yahûdînin nöbetinde kuyunun yanına uğramazdı. Böylece yahûdînin işi bozuldu. Sonra; “Ey Osman! İşimi bozdun” deyince, hazret-i Osman kuyunun diğer yarısını da aldı. İlk yarısını on iki bin dirheme almıştı, ikinci yarısını da sekiz bin dirheme alıp, hepsini sebil etti.
Hazret-i Osman, Bedr hâriç, bütün savaşlarda bulundu. Hudeybiye andlaşmasında Mekke’ye elçi olarak gönderildi. Tebük seferinde on bin kişilik İslâm ordusunun, bütün ihtiyâçlarını karşılayıp donattı. Ayrıca bin altın da para yardımmda bulundu. Bütün malını islâmiyet’in yayılması, insanların kurtulup, saadete kavuşması için Allah yolunda harcadı.
Bedr savaşı yapıldığı sırada, hanımı hazret-i Rukayye’nin ağır hasta olması sebebiyle, savaşa katılmasına izin yerilmedi. Zafer haberi geldiği gün hazret-i Rukayye vefat etti. Hazret-i Osman’ın, Rukayye’den “radıyallahü anhâ” Abdullah adında bir oğlu olup, hicretin dördüncü yılında altı yaşında vefat etti. Peygamber efendimiz, kızı Rukayye’nin vefatından sonra diğer kızı Ümmü Gülsüm’ü hazret-i Osman ile evlendirdi. Hazret-i Osman’a, Peygamber efendimizin iki kızı ile evlenme nîmetine kavuşmuş olduğu için iki nur sahibi mânâsına gelen Zinnûreyn denildi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm de vefat edince, Peygamber efendimiz; “Yâ Osman! Bir kızım daha olsaydı, onu da sana verirdim” buyurdu.
Hazret-i Osman, Peygamber efendimizin vahy kâtiplerinden idi. Güzel yazan, güzel konuşan çok kuvvetli bir hatîb idi. Dâima Kur’ân-ı kerîm okur, ondan çeşitli hükümler çıkarırdı. Kur’ân-ı kerîmi hıfzı (ezberi) çok kuvvetli idi. Namazda bir rek’atte bütün Kur’ân-ı kerîmi okuyan dört kişiden biri idi. Çok okuduğu için iki mushaf elinde eskimiştir.
İslâmiyet yayılmaya başlayınca, her taraftan müslümanlar Medîne’ye gelmeye başladılar. Artık sevgili Peygamberimizin mescidi dar geliyordu. Bunun üzerine Resûlullah; “Bizim mescidimizi bir zra’ olsun genişleten Cennet’e girer” buyurdu. Osman “radıyallahü anh”; “Yâ Resûlallah! Malım mülküm sana feda olsun. Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum” dedi. Mescidi kırk zra’ (20 metre) genişletti ve bütün masraflarını karşıladı. Bunun üzerine; “Allah’ın mescidlerini ancak, Allah’a, âhir et gününe inanan, namaz kılan, zekât veren ve yalnız Allah’dan korkan kimseler tamir eder. İşte hidâyet üzere bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır” meâlindeki Tevbe sûresinin on sekizinci âyet-i kerîmesi nazil oldu.
Eshâb-ı kiramdan bir zât şöyle rivayet eder: “Bir gün Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimiz, yakında meydana gelecek fitneleri anlatıyordu. Bu sırada dışarda kendini örtmüş bir kişi gidiyordu. Server-i âlem; “O fitne günü, bu şahıs hidâyet üzere olacaktır” buyurdular. Kalkıp o şahsa baktım, Osman bin Affân “radıyallahü anh” idi. O şahsı Resûl-i ekreme göstererek; “Yâ Resûlallah! Bu mudur?” dedim. “Evet” buyurdular. Yine aynı hususta Aişe-i Sıddîka’dan “radıyallahü anhâ” rivayet edilen hadîs-i şerîfde; “Yâ Osman! Allahü teâlâ sana (hilâfet denen) bir gömlek giydirecek. Eğer münafıklar onu soymak isterlerse, bana kavuşuncaya kadar sakın onu çıkarma” buyurdu.
Resûl-i ekrem efendimiz, bir defasında da hazret-i Osman’ı işaret ederek; “O fitnede bu, mazlum olarak katl edilir” buyurdu.
Hadîs-i şerîflerde; “Bütün peygamberler, hayâtlarında bir kimse ile iftihar etmiştir. Ben de Osman bin Affan ile iftihar ederim.”, “Bütün melekler benim ile iftihar ederler. Ben, de Osman bin Affân ile öğünürüm” buyruldu. Resûlullah efendimiz, hazret-i Osman’a buğz eden bir kimsenin cenaze namazını kılmamıştır.
Eshâb-ı kiramdan Câbir “radıyallahü anh” anlatır: “Biz, Muhacirlerden bir cemâat, Resûlullah’ın huzurunda idik. Aramızda Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahmân bin Afv, Sa’d bin Ebî Vakkâs (r. anhüm) da vardı. Habîb-i ekrem; “Herkes dostunun yanına varsın” buyurdu. Herkes sevdiğinin yanına gitti. Resûl-i ekrem de, Osman’ı yanına aldı; “Sen dünyâda ve âhirette benim sevdiğimsin” buyurdu.
Resûlullah efendimiz bir hadîs-i şerîfde; “Ben, Allahü teâlânın huzurunda, Osman’ın düşmanlarının hasmıyım, onlara karşıyım” buyurdu. Yine buyurdu ki: “Biz, Osman bin Affân’ı, Allahü teâlânın halîli ve kerîm olan babamız İbrahim (aleyhisselâm)a benzetiyoruz.” Abdullah bin Ömer’in bildirdiği hadîs-i şerîfde; “Osman, ümmetimin en hayırlısı ve en çok ikram edenidir” buyruldu.
İbn-i Mes’ûd “radıyallahü anh” rivayet ediyor: “Bir gazada Resûlullah ile beraberdim. Yiyecek bitmişti. Askeri üzüntü, sıkıntı kapladı. Resûl-i ekrem, bu hâle vâkıf oldu. “Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızk gönderecektir” buyurdu. Hazret-i Osman bu sözünü işitince; “Resûl-i ekremin her sözü muhakkak doğru olur” diye düşünüp, yiyecek bulmağa çitişti. Bir yerde on dört deve. yükü yiyecek buldu. Fazla fiat ile alıp dokuz yükünü güneş batmadan Habîb-i ekrem’in huzuruna getirdi. “Yâ Osman! Bunlar nedir?” diye sordular. “Allah’ın Resûlüne Osman’dan hediyyedir” dedi. Seyyid-i Kâinatın buyurdukları, gecikmeden yerine gelince mü’minler sevinip, münafıklar mahzun oldular. Server-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem”, mübarek ellerini açıp; “Yâ Rabbî! Osman’a çok ecir ver” diyerek hayır duada bulundular.
Abdullah bin Abbâs, Resûlullah’ın; “Yâ Rabbî! Osman’ı kıyamet gününün sıkıntılarından kurtar, ona rahatlık ver. O, bizim bir çok sıkıntımızı gidermiştir” buyurduğunu bildirmiştir. Bir hadîs-i şerîfde de; “Osman’ın şefaati sayesinde, Cehennem’i hak etmiş yetmiş bin kişi, hesâbsız Cennet’e girecektir” buyruldu.
Bir gün Osman bin Affân “radıyallahü anh”, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” efendimizi evine davet etti. Resûlullah; “Yalnız beni mi davet ediyorsun?” buyurdular. O da; “Eshâb-ı kiram da gelsinler yâ Resûlallah!” dedi. Bilâl-i Habeşî’yi “radıyallahü anh”, bütün Eshâb-ı kirama, hazret-i Osman’ın dâvetine gelmeleri için haber vermekle vazifelendirdi. Hazret-i Osman ve orada bulunanlar, Peygamber efendimizle birlikte eve doğru yola çıktılar. Hazret-i Osman, sevgili Peygamberimizin, mübarek adımlarını sayıyordu. Peygamber efendimiz farkına varıp, sebebini sordu. “Yâ Resûlallah! Her adımınıza bir köle âzâd olsun” dedi. Davetten sonra bütün kölelerini âzâd etti.
Osman “radıyallahü anh” cömert, haya sahibi idi. Gecenin bir kısmında uyur, sonra ibâdete kalkardı. Gündüzleri de oruçla geçirirdi. Hak teâlâ, Zümer sûresinin dokuzuncu âyet-i kerîmesinde meâlen; “Yoksa, o, âhiret (azabın)’dan korkarak, Rabbinin rahmetini umarak gecenin saatlerinde secdeye kapanır, kıyamda durur bir hâlde tâat ve ibâdet eden kimse (gibi) midir? De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak temiz akıl sahihleridir ki, (bunlar) hakkıyla düşünür.” buyurmuştur. Müfessirlerin çoğu, bu âyet-i kerîmenin, hazret-i Osman hakkında indirildiğini bildirmişlerdir. Bu âyet-i kerîmenin; hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer ve devamlı ibâdet eden mü’minler için indirildiğini bildirenler de vardır.
Muhtaçlara bol bol yemek yedirir, kendisi de evde sirke ile zeytinyağı yerdi. Halîfe iken, deveye binince kölesini de arkaya alır, böyle yaptığı için utanınaz ve sıkılmazdı. Kabristana uğradığı zaman oturur, ağlardı, öyle ki, gözyaşlarından sakalı ıslanırdı.
Hazret-i Osman, bir defasında Resûlullah’ın evinde hiç yiyecek kalmadığını işitmişti. Hemen bir semiz koyun, bir mikdâr bal ve bir çuval un alıp, hazret-i Aişe’nin evine götürdü. Hazret-i Âişe’ye şöyle dedi: “Ey mü’minlerin annesi, Resûl-i ekrem’in bunu diğer hanımları arasında paylaştıracağını zannediyorum. Hiç paylaştırmasın, çünkü ben onlara da bunların aynısını gönderdim” dedi. Sevgili Peygamberimiz eve gelip durumu öğrenince; “Yâ Rabbi! Osman’ın geçmiş gelecek, gizli, aşikâr bütün günahlarını affet.” diyerek dua buyurdu.
Hazret-i Ali, hazret-i Fâtıma ile evleneceği zaman düğün masrafı yapmak üzere zırhını satılması için pazara göndermişti. Hazret-i Osman pazardan geçerken hazret-i Ali’nin zırhını tanıdı. Dellâlı çağırıp; “Bu zırhın sahibi, buna ne kadar para istiyor?” diye sordu. Dellâl; “Dört yüz dirhem istiyor” dedi. “Gel parasını verip alayım” dedi. Evine gittiler, zırhı alıp parasını verdi. Sonra bu zırhın yanına dört yüz dirhem para koyup, hazret-i Ali’ye gönderdi ve; “Bu zırh, senden başkasına lâyık değildir. Bu dört yüz dirhemi düğününe harca ve bizi ma’zûrgör…” diye haber yolladı.
Ekseriyetle Peygamberimizin yanından ayrılmazdı. Veda Haccında da Resûlullah efendimiz ile beraber bulundu. Sevgili Peygamberimizin vefatından sonra hazret-i Ebû Bekr’in, kendisinden sonra hazret-i Ömer’in halîfe olmasını bildirdiği ahidnâme, hazret-i Osman tarafından yazılıp hazırlandı.
Hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında seçtiği altı kişilik husûsî şûra azalarından biri de hazret-i Osman idi. Bu şûra, hazret-i Ömer’in şehîd edilmesinden sonra Osman’ı halîfe seçti. Eshâb-ı kiram ona bî’at ettiler. Böylece hicretin 24. (m. 544) yılında, Muharrem ayının birinci günü hilâfet makamına geldi.
On iki sene hilâfet makamında kalan hazret-i Osman, cesur idi. Hiç bir felâket karşısında sarsılmamıştır. Bunun için halîfeliği de başarılı geçmiştir. Bilhassa halifeliğinin ilk yılları; İslâm târihinde altın bir devir teşkil eden, Ebû Bekr ve Ömer “radıyallahü anhümâ” devirlerinin bir devamıydı. Horasan, Hindistan, Mâverâünnehr, Kafkasya, Kıbrıs adası ve Kuzey Afrika’nın bir çok yerleri, onun devrinde feth edilmiştir Yine onun halîfeliği sırasında; Şam’da valilik yapan hazret-i Muâviye komutasındaki ordu, Kıbrıs adasını alarak Akdeniz’de önemli bir mevkî elde etti.
Hazret-i Osman, herkese lâyık olduğu vazifeyi verirdi. Tâyin ettiği valileri, emirleri, onu sevmekte ve emirlerini yapmakta, askerlikte, memleketleri feth etmekte ve çalışkanlıkta en seçme kimselerdi. Onun zamanında İslâm memleketleri; batıda İspanya’ya, doğuda ise, Kabil ve Belh’e kadar genişletildi. İslâm orduları denizde ve karada büyük zaferler kazandı.
Hazret-i Osman, Hicaz’daki ve Irak’daki bakımsız yerleri, güvendiği kimselere ve yakınlarına verir, zirâat âletleri de te’min ederek çalıştırır, millete çok toprak kazandırarak zirâatı geliştirip, bağlar, meyve bahçeleri yetiştirirdi. Kuyular kazdırıp, kanallar açtırdı. Arabistan’ın kuru toprakları onun zamanında en bereketli yerler gibi olmuştu. Emniyet ve huzur da böylece kendiliğinden meydana gelmişti. Hanlar, misafirhaneler yapılmıştı. Ticâret ve nakliyattaki kolaylık da, bunlara bağlı olarak gelişmişti. Böylece, mal ve servet artıp, iş hayâtı canlandı. Onun zamanında Medine’de tarla sürmeyen, bağı olmayan kimse kalmadı. Bu bereketi ve huzuru gören Eshâb-ı kiram, hazret-i Osman’ı çok takdir ettiler.
Hazret-i Osman’ın hizmetlerinden biri de; hazret-i Ebû Bekr’in bir araya toplattığı Kur’ân-ı kerîm nüshasından, altı nüsha daha yazdırıp, büyük İslâm merkezlerine göndermesidir. Bu bakımdan ona, Nâşir-ül-Kur’ân yâni Kur’ânın yayıcısı denilmiştir. Ömer’in “radıyallahü anh” hilâfeti mamanı olan on sene ile Osman’ın “radıyallahü anh” on iki senesinin ilk altısı, refah ve rahatlıkla geçerek, İslâm memleketlerinin hepsinde dînî hükümler uygulandı ve İslâm dünyâsı çok genişledi. Hattâ, bütün Arabistan ve Afrika’nın büyük bir kısmı, İslâm memleketinin bir parçası olmuş, Trablusgarb, Fizan, Bingâzi, Tunus, Cezayir, Fas, Merrâkeş, Dimyat, Zeyyad, Aden, San’a, Asir, Bahreyn, Hadramût, Katif, Necd, bütün Irak, Hindistan ve Sind, Çin, Semerkand, Hive, Buhara ve Türkistan, İran, Hindistan ve Sind, Çin, Semerkand, Hive, Buhara ve Türkistan, İran, Kafkasya, İslâm’ın idaresi altına girmişti. İslâm sancağı, İstanbul surlarının önüne kadar götürülmüştü. Feth edilen memleketlerin ahâlisi de seve seve müslümar, olmakla şereflendiklerinden, İslâm nüfûsu pek artmış, milyonları aşmıştı. Bu kadar genişlik ve çokluk sebebiyle fikirlerde ayrılık çoğalmış, düşünüş tarzları, idrâk şekilleri arasında ayrılık baş göstermişti. Müslüman şekline giren münafıkların körüklemesi ile halîfeye karşı çıkan isyan yüzünden, hazret-i Osman’ın hilâfetinin son altı senesi karışık ve gürültülü geçti. Yahûdîler ve diğer İslâm düşmanları, çeşitli ihtilâflar çıkararak, fitne ve fesadı yaymak için uğraştılar. Fitne ve fesadın en büyük kaynağı Mısır’da idi. Buradaki fitne hareketini, Yemenli bir yuhûdî olan Abdullah ibni Sebe adındaki bir münafık yapıyordu. Her tarafa yerleştirdiği adamları ile temas hâlinde olup, fitnenin yayılması için her yola başvuruyordu. İslâmiyet’i içerden yıkmak için faaliyete geçen İbn-i Sebe, önce Basra ve Kûfe’de gizli teşkîlât kurdu. Daha sonra Medine’ye gelip, orada bir takım fitne ve karıştırıcılık faaliyetinde bulunmak istedi ise de, tutunamayıp Mısır’a kaçtı. Mısır’da yıkıcı faaliyetlerini devam ettirmek üzere, kendisi gibi fitneci kimseleri etrafına topladı ve faaliyetlerini sürdürdü. Burada fitnenin ilk tohumlarını atıp, Sebeiyye fırkasını ortaya çıkardı. Kurduğu gizli teşkilâtla, câhil ve başı boş Mısır kıbtîlerini aldatarak bir çapulcu alayı topladı. Âsîlerden on üç bin kişi, Medîne-i münevvere şehrini sarmağa kadar ileri gidip, halîfeye; hilâfetden çekilmesini teklif ettiler. Osman “radıyallahü anh” ise; “Server-i âlemin bana giydirdiği elbiseyi, elimle çıkarmam” buyurdu. Sahâbe-i kiramın ve Tâbiîn-i izamın hepsinin ictihâdları da böyle idi. Fakat âsîler ikna edilemedi. Hicretin otuz beşinci senesinde Medîne’ye gelerek, hazret-i Osman’ın evini kuşattılar. Muhasara kırk gün devam etti. Hazret-i Hasen ve Hüseyn ile Talha “radıyallahü anhümâ” halîfenin kapısında nöbet tuttular. Eshâb-ı kiramın büyüklerinden Abdullah bin Selâm hazretleri buyuruyor ki: “Muhasara zamanında hazret-i Osman’ı ziyaret etmek üzere yanına gittim. Selâm verdim, selâmımı aldı. Oturdum, az sonra bana; “Kardeşim bu gece rüyamda şu pencereden Resûl-i ekremi gördüm. Bana; “Osman! Seni muhasara ettiler, öyle mi?” diye sordu. Ben de; “Evet yâ Resûlallah!” dedim. Resûl-i ekrem; “Seni susuz bıraktılar, öyle mi?” diye tekrar sordular. Ben de; “Evet yâ Resûlallah!” dedim. Bunun üzerine Resûl-i ekrem bana bir bardak su verdi ve ben de suyu içtim. Hattâ soğukluğunu göğsümde duyarcasına kandım. Sonra Resûl-i ekrem, bana; “İstersen seni onlara galip getirelim. İstersen iftarı bizirn yanımızda yap!” buyurdu. Ben de Resûl-i ekrem’in yanında iftarı tercih ettim” dedi.
Ertesi gün, âsîler, komşu duvarından aşarak içeriye girdiler. Osman “radıyallahü anh” oruçlu olup, Kur’ân-ı kerîm okuyordu. Âsîler, hazret-i Osman’ın üzerine saldırıp şehîd ettiler. Bu arada hanımı Naile’nin “radıyallahü anhâ” da parmakları kesildi. Abdullah bin Selâm, hazret-i Osman’ın şehîd edildiği esnada yanında bulunanlara; “Hazret-i Osman son olarak ne dedi?” diye sordu. “Yâ Rabbî! Ümmet-i Muhammed arasındaki tefrikayı kaldır ve kendilerini birleştir” diye üç kerre dua etti” dediler. Abdullah bin Selâm diyor ki: “Hazret-i Osman bu şekilde dua etmeseydi, kıyamete kadar müslümanlar bir araya gelemezdi.” Asîler, devlet hazînesi olan beytülmâlı yağmalayıp, Osman’ın “radıyallahü anh” evini soydular. Medîne-i münevvereyi kana boyadılar. Halîfenin cenazesi üç gün defnedilemedi. Nihayet Zübeyr bin Avvâm “radıyallahü anh” ve on yedi kişi cenaze namazını kıldıktan sonra, Bakî’ mezarlığına defnettiler. Hazret-i Osman, hicretin otuz beşinci yılı zilhicce ayında şehîd olduğu zaman 82 yaşında bulunuyordu.
Hazret-i Osman’ın şehîd edilme haberi, İslâm ülkesinde geniş üzüntüler uyandırdı. Her tarafta büyük bir huzursuzluk ve hüzün başladı, islâm düşmanları fitneyi çıkarmışlar, kinlerini kusmuşlardı. Hazret-i Osman’ın şehîd edildiği zamana kadar tam bir birlik içinde olan müslümanlar arasında bâzı kimseler ayrılarak haricî ve sebeiyye gibi fırkalara bölündüler. Peygamberimizin bildirdiği ve Eshâb-ı kiramın tâbi olduğu doğru yoldan ayrılmayan müslümanlar ise, fitneyi yok etmek için büyük gayretler gösterdiler. Doğru yoldan asla sapmadılar.
Hazret-i Osman, Peygamber efendimizden 146 hadîs-i şerîf rivayet etmiştir. Rivayet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları şunlardır:
“Kıyamet günü üç sınıf insan şefaat eder: Bunlar, peygamberler, âlimler ve şehîdlerdir.”
“En hayırlınız, Kur’ân-ı kerîmi öğrenen ve öğretendir.”
“Bir kul her gün sabah ve akşam şu duayı üç defa okursa, o kimse zararlardan korunur. “Bismillâhillezî la yedurru ma’asmihî şey’ün fil-ardı ve la fissemâi ve hüvessemî’ul-alîm.”
“Yatsı namazını (cemâatle) kılan, gece yarısına kadar ibâdet etmiş, sabah namazını cemâat ile kılan ise, gecenin tamâmını ibâdet ile geçirmiş sayılır.”
“Âdemoğlunun ancak üç şeyde hakkı vardır: Belini doğrultacak kadar yemekte, avret yerini örtecek kadar elbisede ve kendini saklayacak evde; fazlasının ise hesabı vardır.”
655 (H. 35) yılında Osman “radıyallahü anh” şehîd olunca, bütün müslümanlar hazret-i Ali’yi halîfe seçtiler.
BİRE YEDİ YÜZ VERİP ALANA VERDİK!
Bir defasında Medine’de kıtlık vardı. O sırada hazret-i Osman’ın, Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kiram satın almak için yanına gittiler. Hazret-i Osman onlara; “Sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim” dedi. Eshâb-ı kiram durumu hazret-i Ebû Bekr’e bildirip bundan üzüldüklerini söylediler. “Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu?” dediler. Hazret-i Ebû Bekr; “Osman, Resûlullah’ın damadı olmakla şeref kazanmıştır ve Cennet’te onun arkadaşıdır. Siz. onun sözünü yanlış anladınız. Beraber gidelim” buyurdu. Hazret-i Ebû Bekr yanına gidip; “Yâ Osman! Eshâb-ı kiram senin bir sözüne üzülmüşler” deyip durumu anlattı, Hazret-i Osman; “Evet ey Resûlullah’ın halîfesi! Onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz; bu buğdayı, bire yedi yüz verip alana verdik” dedi. Bundan sonra yüz deve yükü buğdayı Medine’de bulunan fakirlere, Eshâb-ı kirama bedava dağıttı. Yüz deveyi de kesip, fakirlere yedirdi. Hazret-i Ebû Bekr bu işe çok sevinip, hazret-i Osman’ın alnından öptü.
Kaynaklar
1) Hilyet-ül-evliyâ; cild-1, sh. 5
2) Tabakât-ü İbn-i Sa’d; cild-3. sh. 53
3) Sahîh-i Müslim, fedâil-us sahâbe kısmı.
4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; sh. 1158
5) Medâric-ün-nübüvve; cild-2, sh. 451
6) Eshâb-ı Kirâm; sh. 48
7) Savâik-ul-Muhrikâ (İbn-i Hacer Heytemi, İstanbul-1983); sh. 104
8) El-İsâbe; cild-2, sh. 462
9) El-İstiâb; cild-2. sh. 69
10) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; cild-1, sh. 97