15 Temmuz darbe kalkışmasının 8. yıl dönümünde yine önemli değerlendirmeler yapıldı. Kutlamalar belediyelerin büyük oranda CHP’ye geçtiğinden midir nedir eski seviyesinde değildi. Hoş, önceden de şimdi de yapılanlar genelde şölen ve eğlence havasında geçiyordu.
Aslında 252 şehide ve binlerce yaralıya mal olan ve ülkenin korkunç bir işgalden kıl payı kurtulmasıyla neticelenen bir olay bu şekilde geçiştirilmemeli. Genç nesillere hakkıyla anlatılmalı. Bir hafta boyunca programlarla işlenmeli. TRT özel programlar yapmalı. Diyanet bir hafta boyunca konferanslar tertiplemeliydi diye düşünüyorum.
15 Temmuz tarihli Türkiye gazetesinde Cihat Yaycı Paşa, işgal planının nasıl gerçekleşeceğini ve ülkemizin nasıl bir kaosun ve içine çekileceğini bütün çıplaklığı ile bir kez daha gözler önüne serdi. Öylesine bir durumda şehit sayısını milyonla ifade edebilirdik.
Peki Allah korusun bu meş’um planın tutması hâlinde ertesi gün yüz binlerce gencin boyunlarına haç takıp gezeceğini biliyor muyduk? İşte es geçilen temel nokta burası ve gençliğimizin 15 Temmuz işgal girişiminde Batının kuklası hâline getirilen nüshasında 15 Temmuz darbe girişimi genelde kahramanlık destanı yazdık tezlerinin ötesine geçmiyor.
15 Temmuz’a nasıl gelindi; gençliğimiz bu feci girdabın içine nasıl çekildi; siyasiler nasıl böyle bir oluşuma alet oldu; Diyanet bu konuda neden uyarıcı rolü oynamadı; Türkiye ve dünyada FETÖ Örgütü’nün okullaşma sürecinin seyri nasıl oldu; ne tür faaliyetlerde bulundular; bu büyük felaketin Türkiye için etkileri neler oldu ve hâlâ neler olmaktadır?
İşte 15 Temmuz bütün bunların tarihî, dinî, siyasi, mali, sosyolojik ve psikolojik etkileriyle değerlendirilmelidir. Aksi hâlde yabancıların eli bu ülkenin üzerinde ahtapot gibi gezmeye devam edecektir.
Bu ülkede İslam düşmanlığı, tarih düşmanlığı ve Ehl-i sünnet düşmanlığı yapanlar FETÖ ve FETÖ-vari oluşumların temel müsebbipleridir. Zira dinini, tarihini, dilini, örf ve ananesini hakkıyla öğrenemeyenler yabancıların kullanışlı aparatları olurlar.
Bakınız hadiseyi dinî boyutundan ele alacak olsak üzerinde en fazla duracağımız konu “Dinlerarası Diyalog” konusu olacaktı.
Peki FETÖ bu rolünü yürütürken Diyanet nasıl alet edilmişti! Bir değerlendirelim bakalım. Öncelikle Dinlerarası Diyalog’a neden ihtiyaç duyulmuştu? Bunu Dinlerarası Diyalog’un en etkili mimarlarından İskoç tarihçi, oryantalist, Anglikan papaz ve akademisyen William Montgomery Watt açıklamaktadır. O, “Modern Dünyada İslam Vahyi” adlı çalışmasında bunu şöyle ifade etmişti:
“Diyaloğun şartı ‘Benim dinim son dindir’ inancından vazgeçmektir: Dinlerin karşılaştırılmasına, yani üstünlük ve aşağılık açısından herhangi bir değerlendirmeye gitmemektir. Objektif anlamda geçerli olmadığı için gerçek diyalog anlayışı, bu çeşit karşılaştırmalardan vazgeçmeyi icap ettirir. Taraflardan biri ‘Benim dinim son dindir’ derse bu olmaz. Çünkü buradaki son kelimesi diğer dinlerden üstün olma veya diğer dinleri geçersiz kılma anlamlarına gelir. Bunun için, benim dinim diğerlerinkinden daha üstündür inancının terk edilmesi gerekir.”
Görülüyor ki dinde diyalogdaki maksat, “Müslümanlardaki dinî şuurun yok edilmesi”ydi. “Benim dinim son dindir, diğerleri yanlıştır” inancından vazgeçirmeyi prensip edinerek Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin de hak bir din olduğu vurgulanacaktı. Bu ise İslam’ı temelinden yıkmak anlamına gelmiyor muydu?
Atalarımıza saldıran bir Bakan vardı!
İşte daha önce çeşitli platformlar eliyle yürütülen bu proje 2002 yılından itibaren açık açık ve rahat bir biçimde yürütülecekti. Zira artık Diyanetten Sorumlu Bakan diyaloğun asıl teorisyeni olan kişiydi. O, evvelce Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanlığını yapmış olan Prof. Dr. Mehmet Aydın idi. Ne zaman bir Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü toplantısı yapılsa, Mehmet Aydın her zaman orada olur ve oturumları yürütürdü.
Nitekim Diyanet, 23-27 Ekim 1998’de Ankara Hilton Otelinde 2. Din Şûrası tertiplediği zaman şûranın en etkili isimlerindendi.
2002 senesinden itibaren ise Diyanetten Sorumlu Devlet Bakanlığı görevine getirilmişti. Artık daha rahat bir şekilde ve ülkemizde dinî hizmetleri yürütmekle vazifeli Diyanet eliyle bu işi hızlandırmaya çalışacaktı. İlahiyat Fakülteleri hocaları da Projede daha aktif olarak rol alacaktı.
Nitekim 23 Kasım 2003 tarihinde Alman Konrad Adenauer Vakfı’nın, Armada Oteli’nde düzenlediği, “Türkiye ve Avrupa’da Din, Devlet ve Toplum-Dinlerarası Barışçı bir Ortak Yaşam için Olanaklar ve Engeller” konulu sempozyumda, “Dinlerarası Diyalog” projesinin önde gelen temsilcilerinden Prof. Dr. Niyazi Öktem şöyle konuşmuştu:
“80’li yıllarda başlattığımız ‘Dinlerarası Diyalog’ projesinde hayli mesafe aldık. Bu konuda bize en büyük desteği Diyanet verdi. Sayın Başkan’ın gün boyu aramızda bulunması bunun en güzel ispatıdır. Sivil kuruluşlardan ise destek, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan geldi. Vakfın Onursal Başkası Fetullah Gülen Hoca bize büyük destek verdi. Bütün bunların üstünde, diyalog konusunun Türkiye’deki mimarı, öncüsü Prof. Dr. Mehmet Aydın’dır. Her birine huzurunuzda teşekkür ediyorum.”
Mehmet Aydın ilk iş olarak 1998 yılında tertiplenen 2. Din Şûrasındaki tebliğleri “II. Din Şûrası Tebliğ ve Müzakereleri” adıyla 1500 sayfalık iki cilt hâlinde kitaplaştırdı (2003) ve uygulamaya geçirtti.
Bakalım bakan bey o şûrada hangi fikirleri ortaya atmıştı:
“Diyalog bilgi eksikliklerini giderebilir, gidermelidir. Yani herkes kendi dinini anlatsın bir defa. Hıristiyanlığı bilelim, Yahudiliği bilelim, İslamiyet’i bilelim. Sağlam bilgilere sahip olursak önemli bir başarıdır bu. Hatalarımızın büyük bir kısmı yanlış bilgilerden geliyor. Atalarımız bizi yoldan çıkarmışlar.” (II. Din Şûrası Tebliğ ve Müzakereleri c. 2, s. 321).
Sayın Bakan, dinler hakkında doğru ve eksiksiz bilgiye ancak diyalogla ulaşılabileceğini söylemektedir. Oysa bu tezin kabulü mümkün değildir. Çünkü Hıristiyanlık ve Yahudilik hakkında en doğru bilgileri bize en başta Allah ve Resulü yani Kur’ân ve hadisler bildirmektedir. Ancak Aydın’a göre buradan almak büyük suçtur. Nitekim bu dinler hakkındaki bilgileri Kur’ân-ı kerim ve hadisi-i şeriflerden alarak kullanan atalarımız bizi yoldan çıkarmışlardır! Peki, biz sayın bakana göre doğru Hıristiyanlık ve Yahudiliği kimden öğrenmeliydik?
Diyanet hâlâ ölü numarası yapmamalı!
Bütün bunlar gösteriyor ki Aydın’a göre öncelikle İslam âlimlerinin kitaplarındaki bilgileri yanlış veya yok sayacaktık! Zira onlar, gayrimüslimler hakkında bizi yoldan mı çıkarmışlardı? Şimdi biz onlardan öğrenerek onları tanıyacaktık.
Bu arada Mehmet Aydın Bey’i dinleyen din şûrasındaki ilahiyatçılar nasıl bir anlayışa sahiplerdi ki susuyorlardı!
Diyalogcular o günlerde kendilerini tenkit edenlere “Müslüman olmayanlarla bir araya gelip diyalog yapmazsak İslam dinini nasıl tebliğ edeceğiz” diyerek bir taraftan da saf Müslümanları aldatma gayretindeydiler. Oysa işin aslı öyle değildi. Bakınız Sayın Aydın, diyalog toplantılarında İslam’ı tebliğ etmek düşüncesinde olanlar hakkında şöyle diyordu:
“Bazı Müslüman kardeşlerimiz diyordu ki: ‘Yahu bir fırsat düştü, Müslümanlığı anlatalım Hıristiyanlara, Allah belki hidayetini gösterir.’ Yani adam aslında Müslümanlaştırmak için gelmiş. Diyalog bu değildir.” (II. Din Şûrası Tebliğ ve Müzakereleri c. 2 s. 332)
Demek ki diyalog taraftarlarının “Müslüman olmayanlarla bir araya gelip, diyalog yapmazsak İslam dinini nasıl tebliğ edeceğiz” demeleri gerçeği yansıtmıyordu.
Aynı anlayış devrin Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu tarafından da dile getiriliyordu:
Hâlâ Mehmet Görmez ile birlikte Kuramer gibi bir kurumu yöneten Ali Bardakoğlu, 2004 yılında Habertürk’te açıklamalarda bulunurken ılımlı ve hoşgörülü İslam anlayışını aynen Mehmet Aydın gibi şöyle özetlemişti:
“Müslümanların İslamlaştırma, Hıristiyanların da Hıristiyanlaştırma politikalarını izlememelerinin adıdır.” (3.4.2004, Habertürk).
Öte yandan Aydın, “Bu diyalog değil” demekle kalmıyor, diyalog toplantısına bu düşünceyle giden Müslümanları da en ağır bir şekilde suçluyordu:
“İşin ucunda din değiştirmek, bilmem adam kazanmak, üye kazanmak varsa, açıkçası bu bir din mensubuna yapılacak en dinsizce bir harekettir. Dinsizce diyorum, çünkü bunu hiçbir din kabul etmez.”
Buyurun! Mehmet Aydın, İslam’ı tebliğ etmeye kalkışanları bir de dinsizlikle suçlamaktaydı. Dinlerarası diyalog vasıtasıyla yurt dışında açılan okullarda neden İslam’ı seçen bir tek kişinin olmaması buradan anlaşılmalıdır.
Aydın’a göre atalarımız, dini tebliğ etmek noktasında da bizleri kandırmışlardı demek ki(!) Bir Müslümanın vazifesi zaten dinini başkasına anlatmak yani tebliğ etmek değil midir? Bu farzı yerine getirmek ne zamandan beri dinsizlik olmuştu?
İşte FETÖ’nün dinî alanda yıllarca Batılıların piyonu gibi çalışırken ona zerre ses çıkarmayan Diyanet ve İlahiyatlardan güçlü bir ses çıkmaması garip değil midir? Yoksa günümüzde de Kuramer ve onun gibi kuruluşlarda aynı zihniyet devam mı etmektedir?!
Diyanet’in sessiz kalması bu konuda şüpheleri güçlendirmektedir. Selefî, Vehhabî, İranî grupların çalışmaları da ayrıca devletimizin, Diyanet’in ve İlahiyatlardaki Ehl-i sünnet hocaların dikkatini çekmeli ona göre pozisyon alınmalıdır. Aksi hâlde yüz binlerce Müslüman gencin boyunlarında haçla gezeceğini belirtmeme kimse şaşmamalıdır…
Sahi bugün deizmin patlamasının sebeplerini siz neye bağlıyorsunuz?
TEFEKKÜR
Beyân-ı maksad için yâre tercümânım var
Belâya bak ki ânı tercümâna anlatamam
Muallim Nâcî
(Yâre derdimi anlatmak için bir tercümanım var,
Belaya bak ki, onu tercümana anlatamam.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
19.07.2024
Türkiye Gazetesi
Kaleminize sağlık hocam.
AYM üyeleri arasında yapılan araştırmada en çok Niyazi Berkes’in meşhur kitabının okunduğu ortaya çıkmış bu kitap ve yazarı hakkında ne dersiniz.
Hürmetler