Geçen hafta Emevi Camii’ni bahane ederek Emevilere yapılan saldırılara değinmiştim. Bilhassa Hazreti Ebu Süfyan’ın oğlu Yezid bin Ebu Süfyan hakkında verdiğim bilgiler sebebiyle pek çok geri dönüşler aldım. Okuyucularım bu dönemleri hiç bilmediklerini ifade ederek konu hakkında yazılarıma devam etmemin çok faydalı olacağını belirttiler…
Bu arada çeşitli basın organlarında Emevilere yapılan saldırılar da bitmek bilmiyordu. Bir tanesi hızını alamayarak Emevi Camii’nde namaz kılmanın dahi uygun olmayacağını kati bir dille iddia ediyor, milleti ikna etmek için de Şii tarihçilerin hezeyanlarını belge diye sunuyordu!
Aslında bu tipler aynaya hiç bakmıyorlar. Yazdıklarının nereye gittiğini anlamıyorlar. Emevi düşmanlığı yaparken Resulullah efendimize hatta Kur’ân-ı kerime ne bühtanlar ne iftiralar ettiklerini görmüyorlar. Kendi yazıp kendi oynayan yönetmenler gibiler.
Sevgili Peygamber Efendimizin dostları ve arkadaşları olan şanlı sahabiler, Müslümanların olduğu gibi bütün insanlığın eşsiz numuneleridir. Allahü teala Kur’ân-ı kerimin pek çok âyetinde onları methetmiştir.
Resulullah Efendimiz de hiçbir ayırım yapmadan, “Eshabımı eleştirmeyiniz! Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, biriniz Uhud Dağı kadar altın tasadduk etse de, onlardan birinin yarısının mertebesine bile ulaşamaz” (Tirmizî, “Menakıb”, 50-59) buyurarak Eshabını eleştirmeyi menetmiştir.
Başka bir hadis-i şerifte ise “Eshabım konusunda Allah’tan korkun! Onları seven, benim sevgimden dolayı sever, onlara buğzeden bana buğzundan dolayı buğzeder; onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur; bana eziyet eden de Allah’a eziyet etmiş olur. Allah, kendisine eziyet edeni kısa sürede cezalandırır” (Buhâri, “Fedailü Ashabi’n-Nebî” 5; Tirmizî, “Menakıb”, 50-59), buyurarak Eshabın yanındaki değerini ve onları eleştirmenin Allahü tealaya karşı işlenmiş ağır bir suç olduğunu vurgulamıştır.
Şurası muhakkak ki Kur’ân-ı kerim ve Resulullah Efendimizin sünneti bize sahabe kanalıyla ulaşmıştır. Dolayısıyla sahabenin devreden çıkarılmasıyla sünnet kalmayacağı gibi vahiy de kalmaz. Bu itibarla Kur’ân-ı kerimin intikalinde sahabeye itimat edip hadislerin rivayetinde güvenmemek ciddi bir çelişki olarak karşımıza çıkar.
Bu durumda sahabelerden birini dahi eleştirmenin beğenmemenin ve ona düşmanlık etmenin arka planında aslında vahiy vardır. Ancak Kur’ân-ı kerime doğrudan saldırmak büyük tepki çekeceğinden ilk etapta sahabe-i kiram ve hadis-i şerifler hedef alınmaktadır. Zira sahabeye ve hadis-i şeriflere güvenin sarsılması sonucunda Kur’ân-ı kerimin âyetlerini sarsmak da kolaylaşacaktır.
Nitekim Ehl-i sünnetin dışındaki bozuk fırkalar hep Eshabın bir kısmını hedef almışlar ve onlara düşmanlık yolunu tutmuşlardır. Bu hâl zamanla onları âyetlere muhalefete götürmüş haramı helal, helali haram kılmalarına sebebiyet vermiştir.
Bu fırkalardan Şia da Ehl-i sünnetin temel direkleri olan Hazreti Ebubekir (v. 13/634), Hazreti Ömer (v. 23/644), Hazreti Osman (35/656), Hazreti Aişe (v. 57/677) başta olmak üzere, pek azı dışında bütün sahabeyi ağır bir şekilde eleştirmektedir. Bunların bazısı ise takıyye yaparak yani Ehl-i sünnetten gözüküp yazdıkları tarih kitaplarında Eshabın ileri gelenlerini çeşitli vesilelerle sinsice kötüleyip gözden düşürmeye gayret göstermişlerdir. Onların ictihadi ayrılıklarını dillerine dolayıp nefislerinin esiri olmuş gibi iftiralar etmişlerdir!..
İşte günümüzde Ehl-i sünnetin içine sızarak en büyük düşmanlık ettikleri sahabilerden biri Hazreti Muaviye’dir. Hazreti Ali ile harp etmiş olması, kendilerine bu konuda kolaylık sağlamakta saf Müslümanları kolaylıkla aldatmaktadırlar.
Hazreti Muaviye bin Ebu Süfyan
Hazreti Muaviye, hicretten beş yıl önce Mekke’de doğdu. Babası Ebu Süfyan Sahr (v. 31/651) annesi Hind binti Utbe bin Rebia’dır (v. 60/681). Elbette bütün sahabeler Kur’ân ve Resulullah’ın medh-ü senasına mazhar olmuş yüce ve örnek şahsiyetlerdir. Ancak onların da hizmet ve kabiliyetlerine göre meziyetleri bulunmaktadır. Nitekim Kur’ân-ı kerim, bazılarını özel olarak zikrettiği gibi Resulullah Efendimiz de bazılarını özel olarak methetmiş ve kabiliyetlerine göre vazifeler vererek onların yüksek değerini göstermiştir.
Hazreti Muaviye; kendisine vahiy katibi yapacak kadar Şanlı Resulullah’ın iltifat ve güvenine mazhar olmuş Eshabdandır. O aynı zamanda Resulullah Efendimizin kayınbiraderiydi. Yani müminlerin annesi Ümmü Habibe Remle (v. 44/664) binti Ebu Süfyan’ın kardeşidir. Hazreti Muaviye, Resulullah’ın “Allah’ım Muaviye’yi doğru yolu bulan ve doğru yolu gösterenlerden eyle ve onu doğru yolda yaşat” (Tirmizî, “Fedâilü’l-Kur’an”, s. 46- 47) duasına mazhar olan bir yüce sahabidir.
Peygamber Efendimizin, Hazreti Muaviye’nin derecesini yükselten onu öven daha pek çok sözleri vardır.
Kur’ân-ı kerimde Cenâb-ı Hakk’ın emri üzere Resulullah Efendimiz Eshabıyla istişarelerde bulunurdu… Yine bir konuda istişarede bulunmak üzere Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ömer’i huzuruna kabul ederek fikirlerini sordular. İkisi de “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dediler. Şanlı Peygamberimiz “Bu işi yürütmek üzere bana birini tavsiye edin” buyurduktan sonra bana “Muaviye’yi çağırın. Onu yanınızda bulundurun, yaptıklarınızı ona danışın; zira o güçlü ve emindir” (Zehebi, Nübela, c.4, s.66) buyurdu. Sevgili Peygamberimiz bu ifadesiyle ona güvendiğini belirtmiş ve en önemli iki Eshabına da ona güvenmeyi tavsiye etmiştir. Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer de hilafetleri döneminde ona önemli görevler tevdi etmişlerdir…
Keza Allah’ın arslanı Hazreti Ali efendimiz de kendine güvenirdi. Sıffin’de savaş hâlinde iken bile Rum kralının büyük bir ordu ile üzerlerine yürüdüğünü haber almıştı. Bunun üzerine krala bir mektup göndererek “Vallahi seferden vazgeçmez ve ülkene geri dönmezsen, amcaoğlum Muaviye ile birleşerek üzerine varırız. Seni ülkenden çıkardığımız gibi geniş dünyayı başına dar ederiz” diye yazdı. Bu tehdit karşısında kral korkudan geri döndü.
Şu hadise ise Peygamber Efendimizin Hazreti Muaviye’nin bir gazvesini haber vermekte ve hoşnutluğunu göstermektedir. Ümmü Hiram binti Milhan bin Halid Resulullah Efendimizin sık sık ziyaret edip evinde kaylule yaptığı süt halası idi. Böyle bir kaylule sonrasında Resulullah Efendimiz sevinçle gülerek uyanmıştı. Ümmü Hiram merakla “neden güldünüz ya Resulullah” dediğinde “Ümmetimin bir kısmının gemilerle deniz seferine çıktığını gördüm” buyurdu. Ümmü Hiram “Ya Resulallah, dua buyurun, ben de o katılanlardan olayım” dedi. Şanlı Peygamber “Sen ilk katılanlardan olursun” (Buharî, “Cihad” 3) buyurdu. Bu ilk İslam donanmasını kurup Kıbrıs seferine çıkan ve h. 27/648’de Kıbrıs’ı fetheden Hazreti Muaviye olmuştur. Ümmü Hiram da bu seferde bulunmuş ve şehit düşmüştür…
Bunca delil yetmez mi?
İslam büyükleri de Hazreti Muaviye’nin şânı ve şerefi hakkında çok övücü ifadelerde bulunmuşlardır. İbn Hacer el-Askalani (v. 852/1448) onun hakkında şu tespitte bulunmaktadır:
“Hazreti Muaviye’nin neseb itibarıyla Sahabenin büyüklerinden olduğu şüphesizdir. Hem neseb, hem nikâh itibarıyla Resulullah’a çok yakın ve mahremidir. Onda İslam, sahabilik, nikâhla akrabalık şerefleri bir araya gelmiştir. Bunların her biri Cennet’te Resulullah Efendimiz ile beraber olmayı gerektiren birer kıymettir. Bunlara hilim, ilim ve halifelik şerefi de eklenirse, kalbinde az bir temizlik, doğruluk, iyilik, iman ve iz’anı olana başka bir şey anlatmaya gerek yoktur.”
Bunları birer şeref vesikası görmeyenlere elbette her söz faydasız kalacaktır. Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbanî hazretleri (v.1034/1624) ise Hazreti Muaviye’nin üstünlükleri konusunda şöyle demiştir:
“Hazreti Muaviye’nin hataları, Resulullah’ın sahabisi olması dolayısıyla Üveys el-Karanî ve Ömer bin Abdülaziz’in doğrularından daha hayırlıdır. Amr bin As’ın (v.43/664) hatası da o ikisinin doğrularından daha efdaldir. Zira bu büyüklerin (sahabenin) imanı, Resulullah’ı görmelerinden, meleğin (Cibril) gelişinde hazır bulunmalarından, vahye şahitlik etmelerinden ve mucizeleri gördüklerinden dolayı şuhûdî (gözle görülür) hâle gelmiştir. Diğer bütün kemalatın aslı olan bu üstünlük, başka kimsede bulunmamaktadır.”
Hadîs imamlarının hepsi, “Muaviye radıyallahü anh” şeklinde ifadeyle ondan saygıyla hadis rivayetinde bulunmuşlardır.
Çağdaş eserler de onun şahsiyeti ve devlet idaresi konusunda övücü ifadelerde bulunmuşlardır. Cömertliği, tebaasına yaptığı ihsanları, onların teveccühlerini elde etme ve kalplerini kazanmasındaki maharetini takdirle belirtirler. İdare sanatı konusunda ise bütün kaynaklar ittifaklıdır. Araplar onun şahsında hükümdarlık kudretinin timsalini görmektedirler. Halefleri onun maharet derecesine ulaşamamış ve onu taklitle yetinmişlerdir.
Şanlı Peygamber Efendimizin takdir edip yücelttiği, yakını ve Müslümanların halifesi olan yüce bir sahabiyi alçakça eleştirmek ne büyük bahtsızlıktır!
Bu yüce sahabinin devlet idaresindeki tutumunu ve icraatlarını inşallah haftaya nakledeceğiz…
TEFEKKÜR
Buyur delâlet-i aşk ile kûy-i cânâna
Eğerçi kim görünen kûya istemezse delil
Sâbit
(Aşkın rehberliğinde sevgilinin semtine buyur,
Gerçi görünen köy kılavuz istemese de.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
03.01.2025
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/sahabeye-dusmanlik-646447