Mübarek “üç aylar”a girmiş bulunuyoruz. Üç aylar ayrıca mübarek kandil gecelerini de barındıran aylardır. Dün gece Regaib kandilini idrak ettik… Cenab-ı Hak üç ayları milletimiz ve İslam âlemi için hayırlı eylesin.
Kandil gecelerinde ve üç aylarda müminlerin en fazla dile getirdiği konulardan biri şefaat olmuştur. Şefaat sözlükte; birinin önüne düşüp işini görmeye çalışmak, işinin görülmesi için birinin aracılığını istemek ve suçunun bağışlanması veya dileğinin yerine getirilmesi için birine aracılık etme manalarına gelir. Terim olarak ise ahirette peygamberlerin ve kendilerine izin verilen kimselerin müminlerin bağışlanması için Allah katında niyazda bulunmaları anlamına gelir.
Son dönemlerde bazı mezhepsiz din adamları şefaati inkâr yolunu tuttular. Kavramlara yanlış manalar verip o yanlış bilginin üzerinden hükümler çıkardılar. Bunlara göre güya insanlar, peygamber efendimizden veya veli zatlardan şefaat beklerken her şeyi ondan istemekte, Rabbini unutmaktadır. Bunlar rotasını pusulasını kaybetmiş insanlardır. Âyetleri, hadisleri ayıklayan, mezhep tanımayan, âlim mutasavvıf bilmeyen adamlar kandil mi kabul edecektir.
Hâlbuki her şey Cenab-ı Hakk’ın izni iledir. Rabbimizin izin vermesi ile şefaat edilir. Şefaat bekleyenler Rabbimize dua ederken O’nun sevdiklerini anarak, onların hürmetine diyerek dileklerinin kabulünü niyaz ederler.
Kur’ân-ı kerimde pek çok âyet-i kerimede şefaat kavramı geçmektedir. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyetleri ve özellikle “Benim şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir” hadisini ve başka bazı hadisleri delil olarak kullanarak şefaatin hak olduğunu ve başta peygamber efendimiz olmak üzere diğer peygamberlerin, meleklerin, şehitlerin ve velilerin Allah’ın izniyle şefaat edeceklerini ifade etmişlerdir. Şefaat ile ilgili hadisler Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebû Davud, İbn Mace, Ahmed bin Hanbel ve Dârimi gibi muhaddislerin eserlerinde de yer almaktadır.
Hadis-i şeriflerden anlaşıldığı üzere Peygamber efendimizin ahiretteki ilk şefaati mahşerde gerçekleşecektir… Hesaba çekilmek üzere uzun süre orada bekleyen insanlar bunalarak, hesabın başlatılmasını sağlamak için Hazreti Âdem, Hazreti Nuh, Hazreti İbrahim, Hazreti Musa ve Hazreti İsa’dan şefaat isteyecekler fakat o günün dehşeti ile kimse buna cesaret edemeyecektir. Sonunda Hazreti İsa bunu şanlı peygamber efendimiz Hazreti Muhammed aleyhisselamdan istemelerini tavsiye edecektir. Böylece Resul-i Ekrem’in yapacağı şefaati Cenab-ı Hak kabul edip hesabı başlatacaktır…
Sevgili peygamberimiz daha sonra önce ümmetinden cennet ehli olanlar için şefaatçi olacak, cehenneme giren günahkârlar için üç defa şefaat edecek ve bu sayede cehennemlikler buradan çıkarılıp cennete alınacaktır. Peygamber efendimizin şefaatinden sonra her peygamberin kendi ümmetine şefaat edeceği anlaşılmaktadır… Bunun yanı sıra, meleklerin ve diğer salih kimselerin de kendilerine verilen yetki ölçüsünde şefaatte bulunacağını âlimler bildirmişlerdir…
Netice olarak şefaat etme yetkisine sahip olan yalnızca Allahü tealadır. Hiç kimsenin kendiliğinden ve Cenab-ı Hakk’ın izni olmadan şefaat etmesi mümkün değildir. Allahü teala bu ihsanı dilediği peygamberlere, meleklere ve bazı müminlere lütfetmesi sebebiyle onlar da şefaat etme yetkisine sahip olabileceklerdir. Şefaat izni konusunda en yüksek makama sahip olacak peygamberin şanlı peygamberimiz Hazreti Muhammed aleyhisselam olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü O, Allahü teala tarafından, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. En büyük makam olan “Makam-ı Mahmud” sahibidir…
Ey Mirac’ın sahibi!
Türk ve Arap edebiyatında en fazla dile getirilen husus şefaat kavramıdır… Arap edebiyatında tevessül/şefaat konusu, Ka’b bin Zuheyr hazretlerinin özür ve af dileme amacıyla Hazreti Peygamber’in huzurunda okuduğu ve affına mazhar olduğu, daha sonraki dönemlerde Bürde kasidesi olarak bilinen şiiriyle başlatılabilir.
Arap edebiyatında Hazreti Peygamberi methetmek amacıyla nazmedilen şiirlerin çoğunlukla son kısmında şefaat arzu edilerek dua mahiyetinde bölümler oluşturulmuştur. Âlimler ve şairler Allah’a ve methettiği kimseye kendi hâlini arz etmek, yakarmak, isteklerini dile getirmek tarzında düzenledikleri bu bölümde kıyamet gününde kimsesiz ve çaresiz kaldıkları zaman peygamberi aracı koyarak hatalarının bağışlanmasını dileyen ifadelere yer verirler. Bazen aracı kılınan kişi Peygamber efendimiz dışında Allahü tealaya yakınlığı ile bilinen bir veli, ermiş, tasavvuf ehli vb. olabilir.
Bu hususa, çeşitli eserlerde Peygamber efendimize tevessülün yararlı olduğunu anlatan rivayetlerin etkisi olduğu muhtemeldir.
Nitekim rivayete göre, gözleri görmeyen bir zat, Hazreti Peygambere gelerek, dua etmesini ister. Peygamber efendimiz de ona, gidip iki rekat namaz kılmasını ve namazın ardından da Allah Resulünü vesile yaparak gözlerinin açılması için;
“Allahım, ben senden istiyorum ve peygamberin Muhammed adıyla sana yöneliyorum. Ey Muhammed aleyhisselam! Ben, bu müşkilimin giderilmesine ihtiyaç duyduğumdan, Rabbime senin adınla yöneldim. Ey Allah’ım, Peygamberinin benim için aracı olmasına/şefaat etmesine izin ver” şeklinde dua etmesini söyledi. Adam söyleneni yapınca gözleri açıldı.
Osmanlı dönemi âlimlerinden el-Muhibbi’nin (v.1699) Peygamber efendimizden şefaat dilediği bir şiiri şöyledir:
“Ey haşir günü şefaat edenlerin en hayırlısı, ey kapısına varıp sığınanın kurtulduğu kimse,
Ateşten korkanları kurtarmak üzere kendisinden başkasına şefaat yetkisi verilmeyen günde benim şefaatçim ol.
İşlediklerimden dolayı korkum iyice arttı, oysa soylu ve cömertler nezdinde af umulur.
Günahkârları affeden Allah’a tevekkülden başka bir özrüm yoktur.
Günahlar olmasaydı Allah’ın cömertlik kaynağı yok olur, senin de şefaat edecekler arasındaki üstünlüğün belli olmazdı.
İşte yüce zatına bir hediye olarak çok şahane bir kaside, bu kasidenin mihri ise senin rızandır.
Eğer kabul edilirse ne büyük nimettir o. Senin cömertlik denizine gelen kişi susuz kalmaktan korkar mı hiç?
Samimi bir kimse sana salat ve selam ettikçe Allah da sana salat ve selam etsin.”
***
Yine ünlü mutasavvıflardan Abdülgani Nablusi hazretleri (v.1730) Peygamber efendimizin niteliklerini sayıp methederek onu, Allah katında bir şefaatçi ve dileği reddedilmeyen yüce bir kul olarak şöyle tavsif eder:
“Ey Allah’ın peygamberi, ey umut edilen ve arzulanan kişi, ey bütün müminlere Rauf ve Rahim olan peygamber,
Ey Allah’ın yarattıklarının en hayırlısı, ey hidayet bayrağı, ey bütün âlemlere gönderilen kişi,
Ey Mirac’ın sahibi, ey kendisinden başka birinin oturması mümkün olmayan yere (Sidretül-müntehâ) kadar varıp yükselen kişi,
Ey insanlar arasında yüce ahlakıyla bilinen, mükemmel yaradılışlı peygamber,
Senden önce Allahü teala, Hazreti Musa’ya kendisini görmesine izin vermemiş olmasına rağmen Allah sadece senin kendisini görmeni sağlamıştır. O dehşetli günde bize şefaatçi ol!”
***
Osmanlı döneminde şair, mutasavvıf, âlim ve padişahlar hep Resulullah efendimize yakarmış şefaatini dilemişlerdir.
II. Bayezid Han;
“Herkesin korktuğu dehşetli günde
Bana imdad-ı Mustafa yaraşır”
Diyerek O’na sığınmıştır…
Kanuni Sultan Süleyman ise;
“Umaram her adın başka şefaat eyleye
Ahmed-i Mahmud-u Ebü’l-Kasım Muhammed Mustafa”
Diyerek şefaat arzusunu dile getirmiştir.
Ünlü şair ve devlet adamı Ahmed Paşa ise şöyle yakarmıştır:
“Seninçün konaklandı çün kâinat
Şefaat suyundan sun âb-ı hayat”
Sonuç olarak, inanan kazanır. İnanmayan mahrum kalır… Cenab-ı Hak üç ayların ve kandil gecelerinin hürmetine cümlemizi şanlı peygamberimizin şefaatlerine nail eylesin…
Tefekkür
Şefî’im ol beni reddetme bâb-ı lütfundan
Olunca rûz-ı cezâ yâ Muhammed Mustafa
Şeref Hanım
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
04.02.2022
Türkiye Gazetesi