Suriye’deki son harekâtın hiç beklenmeyen bir tarzda süratle neticeye ulaşması, altmış bir yıllık rejimin 13 günde yerle bir olması dünyada ve Türkiye’de şok etkisi yaptı. Akıllar bu süratli ve kesin neticeye varan harekâtı ancak gerçekleştikçe idrak edebildi. Başarının sebepleri konusunda hep büyük güçlerin stratejilerine odaklandılar. Hep onlar tarafından hadiseleri değerlendirdiler.
Zira günümüz yorumcuları her meseleye maddi gözlüklerle bakmaya alışmışlar. Manevi yönleri neredeyse hiç görmüyorlar. Ya inanmıyorlar ya kaale almıyorlar ya da değerlendirmeye korkuyorlar.
Evet devletlerin içinde bulunduğu şartlar elbette ki önemlidir. Fakat bir de o başarıyı getiren kendi şartlarınız vardır. Maddi şartlar vardır, manevi şartlar vardır.
Oysa tarihimiz boyunca bizim devletlerimiz hep maneviyat ile maddiyatı bir yürütmüştür.
Kanuni Sultan Süleyman:
İki yandan kuşanalım yine gayret kuşağın
Bulanıp toz ile toprağa bu râhı çekelüm
Derken bu hususa işaret etmektedir. Zira maneviyat ile kalpten korku gider, güç kazanır. Orduların, milletlerin zafere olan inancı pekişir. Zorluklara karşı tahammül sahibi olur. Başarı ümidi hiçbir zaman eksilmez.
Tarihi bilmek bu bakımdan son derece mühimdir. Nitekim Suriye’nin İslam’a açılması iyi bilinirse bütün bu hususlar mükemmelen anlaşılır.
Müslümanların Suriye istikametine yönelik ilk askerî teşebbüsleri daha Şanlı Peygamberimiz hayatta iken başlamıştı. Mûte Gazvesi ve O’nun bizzat katıldığı Tebük Seferi Suriye’deki Bizans kuvvetlerini hedef alan faaliyetleri.
629 (h.8) yılında yapılan Mûte Savaşı, Müslümanların Rumlarla yaptıkları ilk savaş oldu. Savaş, Resulullah’ın Busra valisine gönderdiği elçisi Haris bin Umeyr’in şehid edilmesi üzerine çıktı…
Mûte üzerine gönderilen üç bin kişilik İslam ordusu bölgedeki yüz bin kişilik Bizans ordusuyla savaşmak zorunda kaldı. Şanlı Peygamber Efendimizin tayin ettiği üç komutan, Zeyd bin Hârise, Cafer bin Ebu Talib ve Abdullah bin Revaha şehid olmakla birlikte askerler tarafından kumandan seçilen Halid bin Velid orduyu toparladı. Taktik manevralarla düşmanı geri çekilmeye mecbur bıraktı. Büyük başarı ve moralle Medine’ye döndü…
Peygamber Efendimizin son seferi olan Tebük Gazvesi ise Rumların Müslümanlara karşı büyük bir ordu hazırladıkları haberi üzerine yapıldı. 630 (h.9) yılında gerçekleşen bu seferde Bizans ordusu çok güçlü olmasına rağmen, 30 bin kişilik ordusuyla Tebük’e gelen şanlı Peygamber’in karşısına çıkma cesaretini gösteremedi…
Mûte ve Tebük seferleri daha çok bölgenin emniyetini temin maksadıyla yapılmıştı. Ancak Peygamberimizin bölgenin fethedileceğine dair söylediği hadisler, Müslümanlar için bir hedef belirleme olacaktı. Nitekim bu maksatla ilk Halife Hazreti Ebû Bekir, irtidat hadiselerini sona erdirir erdirmez Irak ve Suriye topraklarına yönelik cihad hareketini başlatacaktı.
Zaferin sırları!
Müslümanlar, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer dönemlerinde Suriye topraklarında kısa sürede büyük başarılar elde ettiler. Bölgeye geldikleri ilk yılda (634/h.13) Ecnadeyn Zaferiyle Suriye kapıları Müslümanlara açılmıştı. İki yıl sonra gerçekleşen ve zaferle neticelenen Yermük Savaşıyla da (636/h.15) bölgenin önemli şehirleri tamamen ele geçirilmiştir. Neticede bölgeye gelişlerinden altı yıl kadar sonra (640/h.19) Suriye bütün şehirleriyle teslim olmuştu…
Nasıl oluyordu da Arap Yarımadası’ndan çıkan bir avuç insan o günkü dünyanın süper güçlerine meydan okuyordu? İki süper güçten birini yok edip diğerini Suriye topraklarından sürebiliyordu. Fetihler kısa bir zamanda büyük zaferleri doğurmuş ve çok dikkat çekmişti. Tarihçiler bu hususların üzerinde önemle duracaklar ve başarı sebeplerini ciddiyetle araştıracaklardır.
Bu araştırmaları bilmek, bu sonuçları gençlerimize göstermek, okutmak ve anlatmak tarih şuurunun oluşmasında fevkalade önemlidir.
Her şeyden önce Müslümanların kazandıkları zaferin gerçek sebebi, “İ’lây-ı Kelimetullah” davası diyerek tanımladıkları Allah’ın adının yüceltilmesi için savaşmaları idi. Allah yolunda şehit olmayı arzu etmeleri, cihadı en üstün bir amel olarak bilmeleri idi.
Cihad yolunda şanlı Resulullah’ın onlara kazandırdığı ve Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer gibi liderlerin kuvvetlendirip parlattığı şevk, azim, metanet, cesaret ve yiğitlik en büyük hasletleri idi. Bunlar Bizans İmparatorluğu ile Sasani Devleti’nin, kudretlerinin zirvesinde oldukları zamanlarda bile mukavemet edemeyecekleri silahlardı.
Bizans tarihi üzerinde araştırmalarda bulunan Kaegi, Müslümanların fetihlerdeki başarısını ve İslam’ın bundaki rolünü; “Müslümanlar arasındaki sadakatte İslam’ın rolü, Bizans liderlerinin işini daha da zorlaştıran ve belirsiz hâle getiren yeni ve daha önce tahmin edilemez bir faktördü. İslam’ın Müslümanlara sunduğu dinî motivasyon karşısında Hıristiyan inancı çaresiz kaldı” ifadeleriyle dile getirmiştir:
Gerçekten de Arabistan’ın kurak çöllerinde yetişmiş, düzenli bir ordu ve savaş sistemine sahip olmayan bu insanlar nasıl oldu da Sasanîler gibi bir imparatorluğu ortadan kaldırıp Bizans’ı da Suriye topraklarından çekilmek zorunda bırakmıştı? Burada verilecek tek cevap, onların, “derin bir iman”a ve “cihad arzusu”na sahip olmaları idi. Samimiyet ve teslimiyetle gösterdikleri insanüstü cesaret ve sadakat, başarıya ulaşmalarını kolaylaştırıyordu.
Üstün ahlakın temsilcileri!
Müslümanların sahip olduğu üstün özellikleri düşmanın gerek komutanları gerekse imparatorlarının da dikkatini çekiyor ve hatta bunu itiraf etmek durumunda kalıyorlardı.
Bunlardan biri de imparator Heraklius idi. O, bir defasında Bizans orduları, Müslüman ordular karşısında yenilgiye uğradığında adamlarına şöyle söyledi:
“Yazıklar olsun size, sizinle savaşan şu kimseler, sizin gibi insanlar değil midirler?” Orada bulunanlar krallarının bu tahkir edici sorusuna, “Evet” deyince Heraklius bu sefer;
“Siz mi çoksunuz onlar mı?” diye sordu. Adamları buna da, “Her yerde biz onlardan kat kat fazlayız” dedi. Heraklius;
“O hâlde size ne oluyor da onlarla her karşılaşmanızda mağlup oluyorsunuz?” diye sorunca içlerinden ileri gelenlerden ve Müslümanlar hakkında malumat sahibi olan yaşlı bir adam şunları söyledi:
“Onlar gece namaz kılar, gündüz oruç tutarlar. İyiliği emredip kötülükten sakındırırlar. Birbirlerine insaflı ve âdil davranırlar. Ahitlerini yerine getirirler. Biz ise içki içer, zina eder, ahitleri bozar, kızar, zulmeder, Allah’ı öfkelendirecek şeyleri emreder, razı olacaklarını da yasaklarız. Yeryüzünde fesat çıkarırız.” Bunları dinleyen Heraklius, “Beni doğruladın” demiştir.
Bölgedeki Hıristiyan yerli halkın düşüncesi de krallarının düşüncesi ile aynı idi. Bölgeye gelen Eshab-ı kiramın maneviyatının ne denli büyük olduğu hususunda onlar da kralları gibi düşünüyorlardı. İmam-ı Malik hazretleri, Suriye fetihlerine katılan sahabiler hakkında, bölgenin gayrimüslim vatandaşlarının şöyle söylediğini nakletmiştir:
“Allah’a yemin olsun ki bunlar Hazreti İsa’nın havarileri hakkında bildiğimiz üstün meziyet ve değerlere onlardan daha fazlasıyla sahip olan kimselerdir.” Görüldüğü üzere fetih hareketinin asıl öncüleri olan sahabileri, Hazreti İsa’nın havarilerine benzetmişlerdi.
Gerçekten de Müslümanlar, fetihler esnasında da İslam’ın kendilerine öğrettiği üstün ve yüce ahlakı en güzel şekilde yaşıyor ve düşmanlarına gösteriyordu. Onlar Şanlı Peygamber Efendimizin savaşta çocuk, kadın ve yaşlıların öldürülmemesi emrine tam manasıyla uygun davranıyordu.
Ünlü Avrupalı tarihçi Von Kremer; “Müslümanlar savaşlarda yüce bir ahlakı temsil etmişlerdir. Bu yüzdendir ki fetihler sırasında asla herhangi bir katliam ve gasp olmamıştır” demiştir.
Müslümanlar manevi yönlerine paralel olarak maddi bakımdan da düşmandan üstün olmaya çalışıyorlardı. Çağın gerektirdiği savaş taktiklerini ve araç-gereçlerini geliştirip kullanıyorlardı. Hâlid bin Velid hazretleri gibi komutanların askerî dehaları buna eklenince zafer daha da kolaylaşıyordu.
Yermük Savaşında Bizans ve Sasaniler tarafından kullanılmakta olan bir taktiği kullanarak orduyu sağ, sol ve kalp (orta) olmak üzere cenahlara ayırdılar ve bu da savaş açısından onlara pek çok faydalar sağlamıştır…
Sevgili Peygamber Efendimizin kazandırdığı yüksek hasletler, Eshab-ı kiram efendilerimizin uygulamaları ve şanlı tarihimiz hakkıyla bilindiğinde günümüzdeki Suriye harekâtındaki başarının amilleri kolayca anlaşılır. Aynı şekilde gelecekteki başarıların şifresi de çözülmüş olur.
TEFEKKÜR
Zuhûr-i hâr-i mihnet müjde-i gül-i gonçe-i terdir
Şeb-i târikin encâmı tulû’-ı mihr-i enverdir
Lâ Edrî
(Sıkıntı dikeni, yeni goncanın müjdesidir
Biten gecenin sonu, parlak güneşin doğumudur.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
20.12.2024
Türkiye Gazetesi