Tarih dizilerine ilgi bitmiyor. Her dönem mutlaka bir iki tarih dizisi TV’lerde gösterime giriyor. Bu dönemin flaş dizilerinden biri de TRT1’de yayınlanan “Uyanış: Büyük Selçuklu” oldu.
Tarihî gerçeklere uygunluk bakımından değerlendirdiğimizde maalesef arzulananın çok ötesindeler. Neredeyse %70 oranında gerçeklerden kopuklar. Hele Diriliş Ertuğrul ve Kuruluş Osman’da bu oran çok daha yükseklerde…
Elbette tarihî şahsiyetlerde gerçeklik oranının çok daha yüksek olması lazım. Fakat anlamadığımız bir tarzda senaristler, eski Türk filmlerine taş çıkartırcasına yanlış kurguların üzerine bina etmeye bayılıyorlar.
Bu arada elbette faydadan uzak yönleri de yok değil.
Misal olarak geçtiğimiz hafta Uyanış Selçuklu’da ünlü Selçuklu veziri Nizamülmülk, büyük tasavvuf âlimi Yusuf-ı Hemedani ve Hüccetü’l-İslam İmam-ı Gazalî hazretleri buluşturuldu. Üçlü arasında çok güzel bir sohbet işlendi.
Sahneyi tenkitçi bir gözle değerlendirdiğimizde bilhassa yaşları konusunda sınıfta kaldıklarını ifade edebiliriz! Yusuf-ı Hemedani tasavvufta hocası diyerek neredeyse 40 yaş fazla göstermişler. İmam-ı Gazalî’yi de asistanlığa yeni başlayan bir talebe gibi sunmuşlar.
Hâlbuki o dönemde İmam-ı Gazalî 32, Yusuf-ı Hemedani ise 42 yaşındalardı. Olgun ve ne aradığını bilen bir âlim ile Ebu Ali Farmedi hazretlerinde yetişmiş bir tasavvuf erbabı.
Fakat bizim senaristler hâlâ illa bembeyaz sakallı âlim imajından sıyrılamıyorlar.
Fakat şurası güzel ki dizide bu âlimlerin adının geçmesi dahi araştırmayı getiriyor. Gençler onların hayatını bu vesile ile bilmek istiyor. Bu bakımdan son derece önemli diye düşünüyorum.
Zira bir devri şekillendiren Ebu Ali Farmedi ve Yusuf-ı Hemedani hazretlerini kim tanır kim bilir?
Yine Yusuf-ı Hemedani’nin, Türk illerinde Ehl-i sünnetii yayan Ahmed Yesevi’nin hocası olduğunu kim bilmektedir? Büyük âlim İmamü’l-Haremeyn Cüveyni hakkında kaç kişinin malumatı vardır?
Maalesef bu mühim şahsiyetler hep unutturuldu.
Bunun bilinçsizce olduğunu zannetmeyin sakın. Bilerek yapılan bir uygulamadır bu! Zira onlar tanınmış olsa bugünkü mezhepsizlik girdabında yuvarlanır mıydık? Bid’atler bu kadar yurdumuzu sarar mıydı? İmam Hatipler deizmin kıskacına düşer miydi? İlahiyatlarda Peygamber efendimizin mucizeleri inkâr edilir ve Kur’ân-ı kerim tartışılır hâle gelir miydi?
İşte bunun için gerçek âlimlerin unutturulması ve kötülenmesi gözden düşürülmesi lazımdı…
İmam-ı Muhammed Gazalî
Nitekim bu âlimlerin başında da İmam-ı Gazalî hazretleri gelmektedir. Neden?
Onun zamanında Büyük Selçuklu Devleti’nin sınırları genişliyor ve nüfuzu artıyordu. İmâm-ı Gazalî bu devletin büyük hükümdarları Alparslan, Melikşah, Berkyaruk, Muhammed Tapar ve Sultan Sencer devirlerini yaşadı… Melikşah’ın kıymetli veziri Nizâmülmülk, hem savaş meydanlarında zaferler kazanıyor, hem de o zamanın dünyada mevcut en parlak ilim ocakları olan İslâm üniversitelerini açıyordu. İmâm-ı Gazalî yirmi üç yaşında iken, doğuda Hasan Sabbah ve adamları, sapık yollardan olan İsmâiliyye fırkasını yaymaya çalışıyorlardı. Mısır’da Eshâb-ı kiram düşmanı Fatımî hanedanı çökmeye başlamış, Avrupa’da ise Endülüs İslâm Devleti gerilemeye yüz tutmuştu… Mukaddes toprakları Müslümanlardan almak için haçlı seferleri başlamış, bunlardan ilki İmam-ı Gazalî zamanında yapılmıştı…
İslâm âlemindeki bu siyasi karışıklıkların yanında, bir de fikir ve düşünce ayrılıkları vardı. Bütün bunlar; Müslümanların birliğini doğrudan doğruya askerî kuvvetle ve ilim yoluyla yıkamayan iç ve dış düşmanların, halk arasında bozuk ve sapık fikirleri yayabilmeleri için çok uygun bir zemin teşkil ediyordu. Müslümanlar arasında itikat birliği sarsılmış ve fikirlerde ayrılıklar meydana gelmişti…
Bir taraftan Eski Yunan felsefesini anlatan kitaplarda yazılanları İslâm inançlarına karıştıranlar, diğer taraftan Kur’ân-ı kerîmin âyetlerinin manasını değiştirerek açıklamaya kalkışan Bâtınîler ve Mutezile ile diğer fırkalar İslâm itikadını bozmaya çalışıyorlardı.
Bunlara karşı Ehl-i sünnetin müdafaasını üstlenmiş olan İslâm âlimlerinin başında aklî ve naklî ilimlerde zamanın en büyük âlimi, müçtehit ve asrın müceddidi olan İmam-ı Gazalî hazretleri geliyordu. O, bir taraftan kıymetli talebeler yetiştirdi. Bir taraftan da sapık fırkaların bozuk inançlarını çürütmek ve Müslümanların bunlara aldanmamaları için okuyacakları kıymetli kitaplar yazdı. Ehl-i sünnet itikadını her tarafa yaydı.
Elbette batılı müsteşriklerin eserleriyle beslenenler İmam-ı Gazalî’nin değerini ve kıymetini anlamayacaklardı!.. Keşke onların hayatı, şahsiyeti, eserleri, faaliyetleri, fikirleri ve mesajları her yönüyle gençlerimize sunulabilse…
Onun büyüklüğüne şu hadise başlı başına bir örnek değil midir?
Peygamber Efendimiz Miraçta iken Musa aleyhisselam ile görüşür. Bu sırada Hazret-i Musa;
-Ya Muhammed! “Ümmetimin âlimleri İsrail oğullarına gelen peygamberler gibidir” buyuruyorsunuz. Bir âlim nasıl olur da peygamber gibi olur. Bunlardan biri ile beni tanıştırır mısınız?
Bunun üzerine Peygamber efendimiz, bir âlim çağırır. Hazret-i Musa gelen âlime sordu:
-Senin adın ne?
-Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Gazalî.
Hazret-i Musa sordu:
-Ben sana sadece adın ne dedim. Sen ise tâ dedelerinin adını bile söyledin? Böyle söylemek uygun mu? Sadece sorulana cevap vermek gerekmez miydi?
-Efendim, Allahü teâlâ size “Ya Musa elindeki ne” diye sorduğunda siz, âsâ demekle kalmadınız. Bu elimdekini yere vurunca su çıkar, bununla düşmanların oyunlarını bozarım, gerektiğinde bu ejderha olur, sihirbazların sihirlerini yok ederim, yürürken dayanırım. Bu âsânın bana çok faydaları vardır, demiştiniz. Öyle değil mi?
-Evet öyle demiştim.
-Bundan maksadınız Allahü teâlâ ile daha fazla konuşmak değil miydi?
-Evet.
-Ben de sizin gibi ülü’lazm büyük bir peygamberi bulmuşken konuşmayı uzatmak için dedelerimin de ismini söyledim…
Bu sohbet üzerine Hazret-i Musa, Peygamber Efendimize (aleyhisselam) der ki:
-Şimdi anlaşıldı, gerçekten de senin ümmetinin âlimleri Benî İsrail’in peygamberleri gibi imiş. (Ruhulbeyan c.2, s. 568)
Yaklaşık bin adet eser bırakan İmam-ı Gazalî hazretlerinin en kıymetli eseri İhyâ’sıdır. Osmanlı âlimlerinden Saffet Efendi, “Tasavvufun Zaferi” isimli eserinde, İmam-ı Gazalî’nin İhyâu Ulumiddin kitabı için şöyle demektedir:
“Bu, öyle kıymetli bir eserdir ki, Kur’ân-ı kerimin ve Peygamber Efendimizin hadislerinin manalarını Müslümanlara anlatmak ve Allahü teâlânın kullarına, doğru yolu göstermek, huzur ve saadete kavuşturan İslam ahlakını öğretmek için, din âlimleri olarak elimizde bundan başka hiçbir kitap bulunmasaydı, yalnız bu kitap kifayet ederdi.”
TEFEKKÜR
Tâlib-i dünya olup çekme cihânın nikbetin
Cümleden lâ-kayd olup bul saadet devletin
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
16.10.2020
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/prof-dr-ahmet-simsirgil/615773.aspx