II. Abdülhamid Han’ın tahttan indirilişinden sonra ülkemizin maruz kaldığı felaketler malumdur. “Devlet-i ebed-müddet” denilen imparatorluğumuzu toprağa verirken küllerinden doğan yeni Türkiye Cumhuriyetimiz yabancı ülkelerin tasallutundan bir türlü kurtulamadı. Bilhassa 1960’lardan sonra ülke başbakanlarımızın ABD başkanları karşısında zelil ve kapıkulu-vari duruşu milletimizin unutamadığı ve hazmedemediği vakalardı.
Avrupa ülkelerinin devletimize tepeden bakışları, AB’ye almak adına kapılarında yıllarca bekletmeleri, her defasında aşağılamak suretiyle dalga geçmeleri tarihimizin hiçbir devresinde yaşamadığımız bir durumdur.
Bir taraftan elleri altında tuttukları zinde güçlerle siyaseti ve milleti dizayn etmek ve bir taraftan da topyekûn bir milleti zelil durumlara düşürmek, onların en büyük zevk ve eğlenceleri idi. Satın alınmış kalemşorları, ajanları ve gönüllü köle zihniyetiyle yetişmiş tarafgirleri vasıtasıyla algı operasyonları yürüterek bu emellerine her defasında kolaylıkla kavuştular.
Nitekim sadece FETÖ hadisesiyle otuz yıllık bir çalışma sonunda bu ülke içinde nasıl o kadar çok mankurt zihniyetli adam oluştu, anlamak mümkün değil. Belki anlamak için hadiseleri derinliğine tahlil etmek gerekmektedir.
Öte yandan basit bir misal olması bakımından AK Parti’nin iktidara geldiğinde en fazla eleştirildiği şu hususu bugün hatırlayan var mıdır acaba?
Ekonomi çökmüş, kurtarıcı diye Avrupa’dan “Derviş” adında birilerinin gönderildiği yani tamamen boyunduruk altına girildiği günlerdi. AK Parti böyle bir vaziyette hükûmete geldiğinde ABD’den yirmi milyar dolar kredi vermeyi önerdiler. Sayın Başbakan o zaman bu krediyi kabul etmediği için malum çevrelerce o kadar çok eleştirilmişti ki!
Acaba Sayın Başbakan o gün o kredileri almış olsaydı ve bir kez daha borç bataklığına çekilseydi bugün Amerika’ya böyle cesur ve başı dik gidebilir miydi?
Karşılarında “Kapıkulu yok” diyebilir miydi? Şartlarını sıralayabilir miydi? Köle zihniyetiyle yetişmiş insanlardan bunu anlamalarını beklemek mümkün değil.
Sadece, Kürşatların evladı olduğunu bilmek ve idrak etmek gerek!
Yıpratmak!
Milletin vicdanında bir FETÖ projesi olduğu artık kesinleşmiş bulunan Kutlu Doğum Haftası tartışmaları sırasında bazı çevreler ve yazarlarca şu söz fazlasıyla dillendirildi:
“Lütfen Diyanet’i yıpratmayalım!”
Oysa Diyanet neticede bir kurumdur. Şurası da muhakkak ki kurumların dini, inancı, ibadeti yoktur. Yanlış bir uygulamaya parmak basarken kurum niçin yıpransın ki? Ayrıca bir kurumu yanlıştan kurtarmak o kurumu güçlendirir mi yoksa zayıflatır mı?
Emniyetteki, Yargıdaki, Millî Eğitimdeki yanlışlara dikkat çekmek, önünü almak kurumu bozmak manasına mı gelmektedir?
Özellikle de dinî bir meselede “Kurumu aman yıpratmayalım!” derken “din yıpransın din bozulsun fakat müesseselere bir şey olmasın” mı denilmektedir?
İşte Diyanet’in başındaki etkili isimler bir kez daha nerede durduklarını gösterdiler. Peygamberimizden itibaren uygulanagelen Mevlit Kandili kutlamasını aslından bozan, farklı noktalara getiren ve FETÖ parmağı olduğu ispatlanmış bulunan bir projede hatadan dönmek yerine, kurumu yıpratmamak adına hatada ısrar etmeyi seçtiler.
İleride çok konuşulacak bu gelişmeleri ibretle değerlendirmekte fayda var!
Neme gerek!
Kanuni Sultan Süleyman bir dünya gücü olan devletinin, inkıraza uğramasından derin bir endişe duyuyordu. Onu zayıflatmaya ve geriletmeye itecek sebepleri araştırıp tedbirler almak niyetindeydi. Bu maksatla saray ağalarından birini, devrin tasavvuf büyüklerinden, büyük âlim ve aynı zamanda süt kardeşi olan Yahya Efendi’ye gönderdi. Yolladığı notta tek bir sual vardı:
“Bu devlet nasıl yıkılır?”
Yahya Efendi ise sualin altına kısaca şu notu düştü:
“Neme gerek!”
Kanuni bu keskin cevaba çok üzülmüştü. Bir müddet sonra Yahya Efendi ile ilk karşılaştıklarında beklemeden konuya girdi:
“Hocam size bir sual sordum. Devlet ü din için elzem olan bir hususta fikirlerinizi alıp tedbirler edinecektik. Neden cevap vermeyip ‘neme gerek’ dediniz?”
Yahya Efendi’nin cevabı ise çok çarpıcı idi. “Hünkârım anlamadınız mı? Âlimler, insanlar yanlışları, hataları, bozuklukları görüp ‘neme gerek’ diyerek kayıtsız kaldıklarında devlet elden gider, din elden gider!”
Bugün vuku bulan hadiselere ne güzel ışık tutan bir anekdot.
Buyurunuz. Ne yazık ki Diyanet temsilcileri, 28 yıldır hiçbir yanlışını görmedikleri, karşı durmadıkları FETÖ’nün din adına ortaya koyduğu ihanetlerine, bugün de sadece sessiz kalmakla yetinmeyip aynı zamanda sahip çıktılar.
Tefekkür
Doğru olsam ok gibi yabana atarlar beni
Eğri olsam yay gibi elde tutarlar beni
Görmedim doğruda aç eğride tok
Eğri yay elde kalır hedefe varır doğru ok
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
21.5.2017
Türkiye Gazetesi
https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/prof-dr-ahmet-simsirgil/tarihte-kirilma-ani-596882