Türk tarihi, kurulan onlarca güçlü devletinin yanı sıra her devletin şanlı zaferleri, başarıları, idari, askerî, siyasi başarıları, dinî ve sosyal abidevi eserleri kadar darbeler yönü ile de ünlüdür.
Maalesef tarihimizin darbeler yönü ciltler tutacak çalışmaya konu olacak kadar zengindir. Osmanlıya kadar çatışmalar daha çok hanedan üyeleri arasında geçerdi. Bundan devletin dış düşmanları da azami derecede istifade ederlerdi.
Osmanlı Devleti bu çatışmaların önünü alabilmek için “kardeş katli” adı verilen acı bir reçeteyi uygulamak zorunda kalmıştır. Devletin 20 milyon kilometrekareye ulaşıp tam anlamıyla ebet müddet hâle geldiği bir çağda o uygulamaya son vermiş olsa da çok geçmeden tekrar aynı felaketli dönemlerin içine düştüğü günleri esefle görecektir.
Devlet hiçbir zaman darbecilere acımamıştır. Darbeciler her zaman bunu canlarıyla ödemişlerdir. Buna rağmen kardeş katlinin ortadan kalktığı 1603 yılından sonra gelen padişahların çoğu darbeye maruz kalmış ve bir kısmı da darbeciler tarafından şehit edilmiştir.
Tanzimat dönemi ise Osmanlı için bir dönüm noktası olmuştur. İngilizler devletimizin bu zaafından tam anlamıyla istifade etmeyi bilmiştir. Devşirdikleri adamları ile bu dönemden sonra Osmanlı padişahlarını, II. Abdülhamid Han hariç muktedir kılmamışlardır. Kendilerine köle gibi bağlı bu adamlar sayesinde yüce devletimizi yıkıma doğru götürmüşlerdir.
Bu milletin tarihinde hâlâ; Mustafa Reşit Paşa, Âli Paşa, Fuad Paşa, Mithat Paşa, Enver, Talat ve Cemal Paşaların kahraman diye okutulması eğitimimizin kimlerin elinde olduğunu göstermektedir!..
Senin devletini içeride devşirdikleri adamları ile zayıflatacaklar, yıkacaklar ve sonra da mekteplerinde o “kullanışlı aparatları” kahraman diye okutturacaklar!
Büyük ve şanlı imparatorluklar kurmuş bir milletin evlatlarına bundan daha büyük bir “başarı” olamazdı! İngiliz’in bize karşı en büyük başarısı budur!
Tanzimat ilan edildiğinde artık darbeler olmaz demişlerdi. Oysa Osmanlının sonunu darbeler hazırladı. Cumhuriyet döneminde milletin darbe ile karşılaşacağı hatıra gelmezdi. Çok partili hayat on yılı bulmadan darbe vuku buldu. Neredeyse her on yılda da bir durmaksızın devam etti.
Batı’nın maşası olmak!
Batı’nın maksadı sadece Osmanlının ortadan kaldırılması değildi. Türk milletinin İslam ümmetinin küllerinden doğmasına da müsaade olunmayacaktı. Onu yeniden güçlü ve müreffeh kılacak amiller milletin dini ve değerleri idi. Öyleyse Türk milleti dinine ve değerlerine de düşman kılınmalıydı!..
Bu noktada millete yol açacak olan siyasi mekanizmalara da fazla fırsat verilmemeliydi. Onlar iktidara gelseler dahi muktedir olmamalı idiler. Şayet olurlarsa, ülke mutlaka yeniden dizayn edilmeliydi.
İşte bu sebeple yüz yıllık cumhuriyet döneminde de başarılı olan ve olmayan darbelerle tarihimizde aşina olduğumuz darbeler devri devam etmektedir.
19. asra kadar vuku bulan darbeler büyük ölçüde menfaatleri elinden alınanların karşı hamleleri gibi ortaya çıkmıştır.
Ancak sonrasında Türklerdeki bu zaafı sezen batılıların bunu ustaca kullanmaları neticesinde devam etmiştir. Dolayısıyla bu ikinci devrede vuku bulan darbelerin yıkıcılık vasfı on kat daha artmıştır.
Nitekim büyük cihan imparatorluğu olan Osmanlı Devleti batılıların sebep olduğu son iki darbenin nihayetinde tarih sahnesinden ayrılacaktır. Bu ayrılık Türk’ün en uzun fetret dönemine girmesine yol açacaktır. Batılılar istihbarat birimlerinin faaliyetleri neticesinde ülkemizin en kılcal damarlarına kadar sirayet edecekler ve istedikleri an ülkemizi karıştırmaya muvaffak olacaklardır.
ABD’li idarecilerin ülkemizdeki her darbenin sonunda “bizim çocuklar” ifadesi bunun en büyük ilanıdır.
Bu acı sonuç sadece Türkiye için değil Osmanlıdan ayrılan bütün ülkelerin akıbeti olacaktır.
Ülkemizin tekrar üçe bölünmesinin denemesi olan 15 Temmuz, Tayyip Erdoğan beyin liderliğinde güçlü bir kararlılıkla defedilebildi.
Bundan sonra yeniden bu tip hadiselere meydan vermemek üzere özellikle askerî okullarda bir dizi kararlar alındı.
Fakat yaklaşık sekiz sene sonra “genç teğmenler” meselesi Türkiye’ye büyük bir şok yaşattı!..
“Mülkde zelzele gaflettendir!”
18. asrın başlarında önemli devlet hizmetlerinde bulunmuş Defterdar Sarı Mehmed Paşa’nın “Nesayihü’l Ümera ve’l-Vüzera”(Devlet Adamlarına Öğütler) kitabında verdiği çok kıymetli bilgilerin yanında şu ifadelerini pek muhteşem bulurum.
Adldir asl-ı nizam-ı âlem
Adlsiz saltanat olmaz muhkem
Mülkde zelzele gaflettendir
Terk-i ahkâm-ı şeriattendir
Bağban etmeyicek çeşmini baz
Bağına herkes eder desti dıraz
(Dünya düzeninin aslı adalettir. Adaletsiz saltanat sağlam olmaz, yıkılışa gider.
Mülkde yani devlette zelzele gafletten ve dinin emirlerini terk etmekten doğar…
Bahçıvan gözünü bahçeden ayırmamalıdır. Yoksa herkes bahçeyi yağmalamaya kalkar.)
Bu sözler devleti zaafa uğratacak hadiselerin zamanında önlenmesi gerektiğini net bir biçimde ifade eder. Aksi hâlde sonrasında fırsat bulamayabilirsin.
Bu hâl yangına zamanında müdahale edilemediğinde büyük yıkıma hazır olmak gibi bir durumdur.
Böylece Osmanlı’nın reayayı bir bahçe, devleti bahçenin güvenliğini sağlayan cihaz, devlet başkanını bahçenin hem güvenlik, hem de huzurunun korunmasını sağlayan bekçi olarak gördüğünü, ancak bunu yaparken de adaletten sapmaması gerektiğini anlıyoruz…
Türkiye son bir aydır genç teğmenlerin kural ve kanun dışı andını konuşuyor. Bir kısım yorumcular ve siyasetçiler bunun mutlaka cezalandırılmasını isterken bir kısmı ise yerinde bir tepki olarak değerlendirmektedir.
Tepki koyanlar Türkiye’nin bilhassa darbe geçmişine atıfta bulunarak dikkatli olunması tavsiyesinde bulunuyor. İhmalin gaflete gafletin ise felakete yol açacağını belirtiyor.
Gerçekten de bu husus önemlidir. Darbeler tarihini incelediğinizde başlangıçta önemsiz gibi görünen hususların zamanla önü alınamaz bir noktaya vardığını tarih bize söylemektedir.
Bu Osmanlılar devrinde olduğu gibi cumhuriyet döneminde de aynıdır. Devlet adamları geçiştirmeye çalıştıkları ve tedbir almakta ihmal gösterdikleri nice vakanın sonradan bir felaket topuna dönüştüğünü görmüşlerdir.
Teğmenlerin hareketi emir komuta zinciri içerisinde ve program dâhilinde bir tören değildir. Cumhurbaşkanının katılmış olduğu Kara Harp Okulu’nun 30 Ağustos günü yapılan mezuniyet töreninde bir grup teğmenin pek çok noktaya çekilebilecek tavrıdır. Mesajın doğrudan Cumhurbaşkanını ve milleti hedef aldığı o kadar açıktır ki tersine düşünmek büyük iyimserlik olur.
Birincilik ödülünü Cumhurbaşkanının elinden alan teğmen hanımın yüz ifadesi sanki duyduğu kin ve nefreti yansıtmakta biraz sonra kılıcını göğsüne uzatacağı bir kimsenin elinden ödül alma hazımsızlığını yansıtmaktadır.
Aynı teğmenin “Biz Atatürkçüyüz. Hiçbir cemaat ve tarikatla ilgimiz olmadığını herkes gördü. Yaptığımdan pişman değilim” cevabını vermiş olması da ayrı bir garabet olup pervasızlığının göstergesiydi!..
Sanki önce yaptıkları yemin tarikat ve cemaat yeminine mi benziyordu? Bugüne kadar kendilerini kim bu şekilde itham etmişti. Şayet böyle ithamlar oldu ise bunun cevabının yeri burası mıydı ve bu şekilde mi olmalıydı? Ayrıca bu hareketin planlı ve programlı olduğu da net olarak anlaşılıyordu. Teğmenlerin büyük kısmının buna katılmamış olması hareketi tasvip etmediklerini ve yanlış bulduklarını da gösteriyordu.
Amirlerinden kimler bu gösterinin arkasında idi?.. Bu cüreti hafife almak ileride daha büyük ve önlenemez hareketlerin devamına yol açacaktır. Bu olayı hafife alanlar, önemsiz gösterenler ve destek verenler yarın bir darbe olduğunda ayakta alkışlayacak olanlardır. Rahmetli Menderes döneminde “Samet Kuşcu Vakası”nı bilenler bu sözlerimi iyi anlayacaklardır.
Öte yandan askerî mekteplere ciddi bir tahkikat ve seçilerek alınan bu teğmenlerin nasıl bir eğitimin sonunda böyle bir noktaya gelmiş oldukları da mutlaka irdelenmesi gereken başka bir husustur.
Şayet bu hadiselerin önü alınmak isteniyorsa bu işe sebep olanlar mutlaka ortaya çıkarılmalı ve askerlikle ilişkileri kesilmelidir.
Yoksa Sarı Mehmed Paşa’nın dediği gibi, “mülkde zelzele gafletten” olur!
TEFEKKÜR
Emelde olduğumuz dûr böyle bizdendir
Değil felekte rehâvet kusur bizdendir
Koca Râgıp Paşa
(Hedeflerimizden uzaklaşmış olmamız bizdendir;
Zamanın bir kusuru yok, ne kusur varsa bizdendir.)
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil
13.09.2024
Türkiye Gazetesi